1. YAZARLAR

  2. HAMZA TÜRKMEN

  3. Türkiye’de Muhalefetin Yeni Bileşenleri
HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye’de Muhalefetin Yeni Bileşenleri

15 Şubat 2012 Çarşamba 14:53A+A-

Türkiye’de MİT müsteşarı ile TC özel savcıları ve bazı Emniyet birimleri arasında ciddi bir gerginlik ve çekişme yaşandı. Mevcut sistemin geleceği konusunda soru işaretleri oluşturan bu gerginlik, kimliklerini bu anayasal sistemin ölçüleri dışında oluşturan biz Müslümanları ne kadar ilgilendirmektedir?

Fikirde ve amelde ıslah ve inşa faaliyetleri Kur’an talebeleri için asıldır. Ayrıca yakın ve uzak çevremizde olup biteni takip etmek fıtridir; vahyin ve Nebevi Sünnet’in öğrettiği bir durumdur. Islah ve inşa ibadetimizde bağımsız-vesayetsiz bir yol haritası için çevremizdeki siyasi, kültürel ve ekonomik gelişmeleri doğru ve nesnel olarak kavramalı ve tutarlı içtihatlara ulaşabilmeliyiz. Türkiye’deki resmi kurumlar arasında yaşanan ve mevcut sistemin geleceği konusunda soru işaretleri oluşturan bu son gerginlik, en azından Türkiye’de yürüyeceğimiz yolun dikenli olup olmaması konusunda bizi ilgilendirmektedir.

Öncelikle söz konusu kriz Ak Parti aktörleri ve bürokratları arasında yaşandı. O zaman konuya Ak Parti’yi var kılan unsurları ve ittifaklarını gözeterek yaklaşmak gerekir.

Ak Parti’nin ve siyasi kodlarının biçimlendirilmesinde 1993’te Hayrettin Karaman’ın 12 kişilik ekiple hazırladığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken Tayyip Erdoğan’a sunduğu “Siyasette Yol Haritası” raporunun oldukça belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bu proje (Karaman, III-360, 2008, Haksöz, Sayı: 216) YMM çizgisinden gelen Ak Partili aktörlerin taşıdığı strateji ile de uyuşmaktaydı. Buna göre şartları “millileşmemiş”,  normalleşmemiş bir Türkiye’de Batı egemenliğini aşacak yeni, milli, fıtri veya İslami bir dönüşüm gerçekleştirilemezdi (İnkılab İlmi, YMM’nin Stratejisi, 1970).

Ak Parti, Türkiye’nin dindarlaştırılarak, yerelleştirilerek normalleştirilmesini, yeniden inşasını ve küresel aktör olmasını isteyen güçlere veya bileşenlere (“eski Milli Görüşçüler, eski köktendinci ve radikal İslamcı kadrolar, cemaatler, tarikatlar, entelektüel kümeler, liberaller”) dayanarak kuruldu. Ancak bileşenlerden parti potansiyelini kendi önceliklerine göre yönlendirmek isteyenler, karşılarında hep Tayyip Erdoğan ve inisiyatifini buldu. Erdoğan inisiyatifi yeni bir düzene geçmek için öncelikle mevcut düzenin normalleştirilmesi aşamasını hep öncelikli hedef olarak gördü. Bu konuda İslamcı köklerinden gelen özlemlerine göre davranmadı, partinin kuruluş prensiplerinden kopmadı ve takiyye de yapmadı.

Türkiye’yi totaliter bürokratik yapısından uzaklaştırmak, Kemalist vesayeti geriletmek konusunda bazı mesafeler alındı. Verili sistemde ekonomik planda da ve dış siyasette de hissedilir başarılar elde edildi.  Ergenekon soruşturması, sistemi normalleştirmek açısından önemli ve kararlılık isteyen bir teşebbüstü. Bu süreçlerde bileşenlerin dayanışması ön plandaydı. Ancak sistemin küresel aktörlere bağımlılığı Türkiye’nin daha birçok ciddi problemle karşı karşıya olduğu gerçeğini ikide bir gündeme getiriyordu.

Türkiye’nin normalleştirilmesi sürecinde asker ve yargı vesayeti geriletildi. Ama hala ekonomik başarının kapitalist kurallarla elde edilmesi temel bir problemdi. Türkiye’nin güvenliğini NATO ile paralelleştirmesi ve NATO’yu reddettiğinde güvenlik boşluğunu nasıl doldurabileceği veya reddedip edemeyeceği de temel bir problemdi. Kürt sorununun çözümünde iki tarafın da ulusal refleksleri aşıp aşamayacağı veya nasıl aşabilecekleri de temel bir problemdi; Uludere katliamı bu refleksleri bir kere daha hatırlatmıştı. Vd…

Ancak Türkiye’nin normalleşme sürecinde mesafe kat edildikçe Ak Parti bileşenleri arasında ihtilaflar ortaya çıkmaya başladı. 2007 yılındaki Ak Parti’yi kapatma davası sürecinde bu çatlak belirginleşmiş oldu. Eğer Ak Parti kapanırsa yerine kurulacak parti birilerine göre Erdoğan ve ekibinden farklı olarak daha uzlaşmacı ve küresel güçlerle didişmeyen bir seyirde olmalıydı. Ama kapatılma hamlesi savuşturulduktan sonra Ak Parti bileşenleri arasında ortaya çıkan yönetim ve stratejiyle ilgili bu farklılaşma eğrisi kendini korudu.

Bileşenlerden özellikle liberaller ve Fethullah Hocaefendi Cemaati sürekli olarak Batı eksenli küreselleşme tercihlerini gündemde tuttular. Ve Mavi Marmara olayından sonra bu gerilim, Türkiye ve bölge halklarından yana diyaloglar içinde olduğu için en başta İsrail’i rahatsız eden MİT müsteşarı Hakan Fidan etrafında yoğunlaştı.

Geçen hafta sonu Fidan’ın özel yetkili savcılarca sorguya çağırılması haberi karşısında zihnimize üç ihtimal belirginleşti. Birincisi; Kürt sorunu konusunda acaba Hükümet bürokrasisinin şahinler ve güvercinler kanadı mı çatışmaya başlamıştı? İkincisi; Ak Parti içi inisiyatif mücadelesinde Gülenci ekip artık Erdoğancı ekibe açıkça tavır alacak bir güce mi ulaşmıştı? Muhtelif operasyonlarda hukukilik açısından vicdan mı yapılıyordu? Üçüncüsü; yoksa bu iç zafiyeti ve çatlakları takip eden İsrail, Fransa, Almanya veya içeriden Ergenekon lobisi gibi güçler Hükümet’i yıpratmak için yeni bir atak mı başlatıyordu?

Hakan Fidan ile Emniyet ve Yargı’daki bazı birimler arasındaki zıtlaşma ve ayrışma Ak Parti yandaşı olarak bilinen medyada açıkça yer aldı. Ak Parti yandaşı olarak tanımlanan TV kanallarının ve gazetelerin bir kısmı Fidan’dan bir kısmı da Fidan’ı sorguya çağıran savcılardan yana söylem geliştirdiler.

Bu çatışma ya Ak Parti içinde bir inisiyatif çekişmesiydi ya da Ak Parti’yi yıpratma operasyonuydu. Ancak İhsan Yılmaz 12 Şubat’ta Today’s Zaman’da Ak Parti içinde ve çevresinde var olan bu çatışmanın açıkça bir inisiyatif çekişmesi olduğunu ortaya koydu. Ve bir sivil toplum hareketi olarak Fethullah Gülen taraftarlarının örgütlü yapısını ifade eden Hizmet Hareketi’nin Ak Parti ve Erdoğan politikalarından farklı olabileceğini ve bu farklılıkların da ne olduğunu belirtti.

Ak Parti’nin Hizmet Cemaati tarafından eleştirilen politikalarını İhsan Yılmaz şöyle sıralıyordu: “İran’ın bir nükleer bomba elde etme olasılığına yönelik toleranslı politika, İsrail’le faydasız bir kavga içerisine girilmesi, Mavi Marmara hadisesi, iflas eden Kürt açılımı, Başbakan’ın gazetecilerle giriştiği faydasız kavga.

AKP’yi destekleyen çevreler için en örgütlü grup yeni ifadesiyle “The Cemaat”tir. Yılmaz’ın özetlediği Erdoğan çizgisinden farklılıklarıyla Cemaat, hem ABD’yi hem Türk milliyetçilerini/ulusalcılarını rahatsız etmemeyi amaçlıyordu. Zaten Ali Bulaç’ın Fethullah Gülen’i anlattığı kitabında belirttiği gibi cemaat de kendi içinde yetiştiremediği için entelektüellerini liberallerden ve milliyetçilerden ödünç ediniyordu (Bulaç, s. 18, 2008). Cemaatin bu entelektüel mozaiği ise çoğu zaman fıtri ve İslami olandan uzaklaşan bir tarz üretiyordu.

1 Mart Tezkeresini savunan Cemaat bu sığınmacı tavrını değiştirmedi. Cemaat çevrenin ve Müslümanların insani veya İslami haklarını ön plana çıkartan yerel ve bölgesel dönüşüm isteklerine göre bir hat takip etme konusuna hala soğuk bakmaktadır. Aslında liberaller de Cemaat/Hizmet de toplumsal dönüşüm veya istikamet planlarını Türkiye’de hâkim kılabilmek için Ak Parti potansiyelini kendi ölçüleriyle belirlemeye çalışıyorlar. Böylece Türkiye ortamının normalleştirilme aşaması hakkında bileşenlerin ve çevrenin ortak aklı yerine, kendi ekollerinin perspektifini dayatıyorlar.

Cemaat “dinler-medeniyetler arası diyalog” söylemiyle küresel kapitalizmin hesaplarını gözeten bir paralellik doğrultusunda büyümeyi hedefliyor. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu çizgisinin uluslararası işbirliği çabalarını, küresel kapitalizmin çıkarları doğrultusunda değil Türkiye ve bölge halklarının öncelikli çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalıştıkları da bu tartışmalarla ortaya çıkıyor. Today’s Zaman’da Erdoğan Hükümetinin politikalarına yöneltilen eleştiri özeti bu konuyu aydınlatıcı verilerden birisidir. Hükümet etmede birbirinden yararlanan AKP bileşenleri arasındaki İhsan Yılmaz’ın belirttiği farklılıklar son MİT müsteşarı Hakan Fidan ile bazı Yargı-Emniyet birimleri arasındaki tartışmayı da açıklıyor.

Laik Türkiye’de yönetimin inisiyatifiyle ilgili Ak Parti bileşenleri arasındaki çatışma artık dışa yansıyor. Batıcı-Türkçü kadroların yaptığı zulümlerle ve varlığını sürdüren aynı zihniyetle yüzleşmek isteyen, inanç ve düşünce özgürlüğü için ön açmaya çalışan, bölge ülkelerindeki diktatörlere karşı ayaklanan kitlelerle bir dayanışma kuşağı oluşturmaya çalışan Erdoğan’ın politik  çizgisi; içeride liberallerin ve Türk ulusalcılarının, dışarıda küresel emperyalizme ve Siyonizm’e kur yapan  Fethullah Gülen çizgisinin politikalarıyla zıtlaşmaktadır. Sistemin Ergenekon kartı zayıflıyor ama boşluğu The Cemaat ve liberallerin kartları doldurmaya çalışıyor. Türkiye’de etkinliği marjinalleşmiş olan resmi muhalefet yıkılan Berlin Duvarı öncesi söylemlerle oyalanırken, sanki yeni ana muhalefet Ak Parti konsepti içinde oluşuyor.

Fethullah Gülen’in The Cemaat politikaları üzerinde ne kadar tayin edici olduğunu araştırmak gerekiyor. Ama karşımızda Ak Parti’nin kuruluş amaç ve prensiplerini unutarak Türkiye şartları normalleşmiş de sıra elde edilen mevcut kazanımları kendi ideolojik perspektifleriyle biçimlendirmeye gelmiş gibi davranan liberal sol ve Hizmet Hareketi var. Her ikisi de Erdoğan Hükümeti karşısında yetersiz kalan muhalefetin yerini doldurma refleksleri gösteriyorlar. Ama bu kamplaşmada çevrenin yani tabanın fıtri ve İslami hassasiyetleri en önemli belirleyicidir.

Bu konuda tarafları yakından tanıyan Ali Bulaç süreç itibariyle çatışmanın değil işbirliği ve dayanışmanın zorunlu olduğunu; her türlü temellük, inhisar ve fitneden uzak durmanın gerektiğini belirtiyordu. Bulaç “Fitne” yazısıyla bileşenler arasında körüklenen bu fitnenin ülkenin ve Ortadoğu’nun geleceği lehinde olmadığını ilan ediyordu. (Zaman, 13.02.12) Erdoğan tarafının kenetlendiği ve tavır alacağını hissettirdiği bir dönemde Fethullah Gülen, Başbakan’a rahatsızlığı nedeniyle “Her gün Rabbime iltica edip O'nun yüce dergâhına yöneldiğimde her daim dua ettiğim Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a…” diye başlayan şifa dileklerini ve yaptığı hizmetlerden dolayı şükranlarını ileten bir mesaj gönderiyordu.

Liberal kanadın da Hizmet kanadının da Siyonizm’e karşı yumuşak, İran’a karşı Amerikancı, Müslüman halkları önemsemeyen ve ilerlemeci söyleme tutunan tutumu toplumda ve özellikle Gülen Cemaatinin tabanında makes bulması oldukça zordur. Bu konuda Erdoğan ve ekibiyle zıtlaşmanın getireceği netice, Erdoğan çizgisini daha donanımlı, kültürlü ve örgütlü olma yarışına itebilir.  Hatta AKP çevresinde cephe içi muhalefet Erdoğan Hükümeti’nin becerikli kadrosunu, ihmal ettiği değerleriyle yeniden buluşmaya bile sevk edebilir. Ayrıca Ak Parti tabanına yansıyacak böyle bir çatışma yeni bir İslamlaşma cereyanına kapı aralayabilir.  

Bağımsız kimliklerini ve ıslah misyonlarını önceleyenler için söz konusu gerginliği yorumlama kaygısı,  tedbirlilik nedeniyledir. Çünkü Türkiye’de küreselleşme şartlarının realitesi içinde oluşacak yeni muhalefetin veya muhalefetlerin ve Türkiye’yi çağdaş Batı ekseninde biçimlendirme isteğinin rolü, köhneyen ve çift kutuplu dünyanın argümanlarını hala aşamayan resmi muhalefetin etkisinden çok daha ciddiye alınmalıdır.

 

YAZIYA YORUM KAT

13 Yorum