1. YAZARLAR

  2. Necmettin Turinay

  3. Tunceli sürgünü aile
Necmettin Turinay

Necmettin Turinay

Yazarın Tüm Yazıları >

Tunceli sürgünü aile

25 Kasım 2011 Cuma 00:04A+A-

Çok küçüktüm, ilkokula gidiyor muydum bilmiyorum. Köyde kendi yaşıtımız arkadaşlarla, bir uçtan öbür uca koşuşturuyoruz. Kâh yakalamaca, kâh körebe, kâh da saklambaç!.. İşte bu koşuşturmalar sırasında girip çıkmadığımız bir sokak kalmazdı. Aşağı mahallede büyükbaş hayvanların toplandığı, köyün ortak diliyle de “eğrek” adı verilen genişçe bir meydan vardı. Bizim koşuşturmalarımız o civardan geçerken, yanımızdaki arkadaşlar seslerini biraz kısarak, fısıltı ile bir evi gösterirlerdi. Bunlar kim, biliyor musun?

Ben bilmezdim, onlardan öğrendim. Meğer o tek katlı, toprak damlı evde yabancı bir aile otururmuş. Onlar da Kürt’müş!.. Ne zaman geldi, ne zaman gittiler onu da hatırlamıyorum. Çünkü ben ilkokulun ikinci bölümünü köyde değil kasabada okuduğum için, köye ait iç gelişmeleri artık takip edemiyordum. İşte o aile, sanırım o sıralarda köyden ayrılmış olmalıdır.

İşte o oyun zamanlarında, eğrek meydanından her geçişimizde o eve bakar, evin önüne oturmuş yaşlı, uzun mu uzun sarı sakalıyla farklı birisini görürdük. Yere çömelmiş, fakat oturmamış öyle beklerdi!.. Onu bir kere olsun köyün kahvesinde, kalabalıklar arasında gördüğümü hatırlamıyorum. Düğüne, bayrama veya bayram namazına da iştirak etmez miydi? Doğrusu hiç hatırlamıyorum.

Yıllar, yıllar sonra, köyün yaşlıları ile bir sohbetimiz sırasında, işte o ailenin sözü geçti. Söz nasıl açıldı, nerden gelip nereye geçti, onu da bilmiyorum. Fakat işte o adamdan veya aileden konuşuluyordu. Ben de ister istemez kulak kabartmış, dinliyordum. Meğer o sarı sakallı, göbeğine kadar uzun sakallı adam ve ailesi Tuncelili değil miymiş? Dahası da Tunceli, Hozat’tan!..

Hozat denilince de daha bir kulak kabartıyorum. Çünkü babam askerliğini Hozat’ta yaptığını söyler dururdu. İkinci Dünya Savaşı ortalarında!.. Bir iki asker fotoğrafı da vardı. Fonunda bir perde vardı fotoğrafların, fakat meselâ Hozat’a ait hiçbir iz, işaret yoktu. Ben de tabiî o sohbet sırasında, çocukluktan zihnimizde yer etmiş tecessüsleri gidermek düşüncesiyle sorular soruyorum. O teferruatı ise şimdi hatırlamam mümkün değil. Ancak şunu söyleyebilirim ki, ilgili aile, onbeş yirmi yıla yakın bizim köyümüzde kalmış ve sonra geri dönmüşler. Nereye, nasıl, hangi tarihte bunların hepsi meçhul benim için!..

Sonradan sonraya da bir sürpriz karşıladı beni. Fakat sanmayın ki o aile ile bir daha karşılaştım? Böyle bir şey yok çünkü. Söylemek istediğim, köyde tanıdığım ve sevdiğim bir Halil İbrahim amca vardı. 1950’de, CHP iktidarından Demokrat Parti iktidarına geçiş sırasında ve daha sonraları, köyde muhtarlık yapmış biri!.. Çok güzel konuşur, gazeteleri su gibi içmiş olur, biraz da takdir toplayarak konuşmasını bilir ve severdi. Sonra sonra Halil İbrahim amca köyü bıraktı ve ilçede yaşamaya başladı. Öyle kuvvetli bir hafızası ve Demokrat Parti sevdası vardı ki tahmin edemezsiniz.

İşte 1950’den elli ortalarına kadar köyde muhtarlık eden Halil İbrahim amca, meğer Tunceli sürgünü o ailenin kızı ile evli değil miymiş? Yıllarca kendisi ile konuştuğum, sözünü sohbetini dinlediğim bu adama, yaptığı evlilik hakkında maalesef hiçbir şey sormadım, soramadım. Çünkü ben onunla konuştuğum, kendisinden Yassıada davaları hakkında geniş geniş raporlar aldığım halde, o ailenin kızı ile evliliğini bilmiyordum. Sonra da Halil İbrahim amca gün geldi, öbür aleme yüzünü döndürüverdi. Allah rahmet eylesin!..

Şimdi geriye doğru düşünüyorum da, o bulanık geçmişi kendi zihnimde tamamlamaya çalışıyorum. Halil İbrahim amcanın kendisi beyaz veya buğday tenli birisi idi. Fakat hanımı kadının yüzü öyle değildi. Onun renginde bir koyuluk, biraz da belki bir matlık söz konusu idi. Az konuşurdu, ama konuşurdu. Onların oturduğu mahalle bize çok uzak olduğu için, jest, mimik, diyalekt hiçbir şey hatırlamıyorum.

O buna karşılık o ailenin çocuklarını az-çok tanıyorum. İki erkek, bir de kız!.. Kız en büyükleri idi. Köyden birisi ile de evlenmişti. Ancak erkek çocuklardan biri, o kadar derli toplu idi ki tahmin edemezsiniz. Eli yüzü düzgün bir melez tipolojisini andırırdı. Babası çok arzu ettiği halde de, maalesef yüksek okula kadar uzanamadı. Kısa yoldan hayata atıldı, sonunda da kalabalıkların arasında kaybolup gitti. Diğer erkek kardeşin durumu ise biraz farklı. Ürkek, çekingen ve belki biraz da kekeleyerek konuşan birisi. İlkokuldan sonra devam etmedi, köyde kaldı. O da hiç insan arasına katılmayan birisi olup çıktı.

O zamanlar insan şimdiki gibi düşünmüyor. Şimdiki gibi zihninde sorularla dolaşmıyormuş demek ki!.. Merakı, ilgisi, her türlü tecessüsleri, günü birlik ve sathi kalıyormuş!.. Halbuki şimdiki gibi düşünmeyi bilse idik, Halil İbrahim amcaya ve oğluna neler, neler sormazdım ki?

Meselâ, sonradan sonraya, köyden ayrılan ailesinin bir yanı ile temasları devam etti mi, etmedi mi? Yani o göbeğine kadar sarı sakalıyla hatırladığım kayınpederi ile, temasları sürdü mü sürmedi mi? Gidenler, geride kalanları aradı mı meselâ!.. Ya da bunlar onları!.. Daha mühimi de bu evlilik nasıl gerçekleşti? Nereden icab etti? Severek mi evlendi? Dahası köylü nasıl karşıladı bu evliliği?

YENİ AKİT 

YAZIYA YORUM KAT