1. YAZARLAR

  2. H. Gökhan Özgün

  3. Tümden gelen vatan
H. Gökhan Özgün

H. Gökhan Özgün

Yazarın Tüm Yazıları >

Tümden gelen vatan

18 Ağustos 2008 Pazartesi 22:50A+A-

Kendini aramak, kendini bulmak, her şahsın derindeki arzusudur. Türk’ün vatanında kendini arayıp bulmak ise pek zordur.

Türk’ün vatanında ‘kendine giden yol’ çok uzaktan başlar. Çook uzaktan. Yollar açıksa, mevsim normalse, binbir badireden geçen Türk, kendine kadar belki ulaşabilir. Ulaştığında ise tükenmiştir, yorgunluktan kendinden geçmiştir.

Sınırlardan, Edirne, Ardahan veya Şırnak üzerinden aktarmayla ulaşır Türk kendine. Nerden çıkmış olursa olsun yola, bir Ankara, bir Anıtkabir önünden geçirmeye de mecburdur yolunu.

Yoklayın kafanızı, vatan deyince aklınıza önce Edirne Ardahan mı geliyor. Yoksa mesela Beşiktaş’ta oturduğunuz evin önü mü? Sokağınız mı? Üstüne bastığınız toprak mı geliyor aklınıza, yoksa özellikle hiç üstüne basmadığınız topraklar mı?

‘Vatan resmi’ Türk’ün aklına ‘sınırdan içeriye’ doğru bakan bir perspektifle kazınmıştır. Bu perspektifte ‘şahsa’ ulaşan menzil çok ıraktır, çok.

Bu vatanda sınırda PKK’yla çatışırken şehit olan bir er, freni patlamış, kafası dumanlı bir kamyon tarafından biçilerek kapımın önünde öldürülen küçücük bir çocuktan daha çok üzmeli, yaralamalıdır beni.

Bu vatanda Kürtler’e Özgürlük diye bağıran, hayatımda hiç karşılaşmadığım bir Kürt vatandaş, yan dairemde oturan, ne yaptığı asla belli olmayan, ama son model Mersedes’inden hiç inmeyen adamdan daha çok ürkütmelidir beni.

Bu vatanda Avrupa’da siyaset konuşan Orhan Pamuk, mahallemde dolaşan sapıktan çok daha tehlikeli olmalıdır benim için.

Aşağıdaki yukarıdaki, sağdaki soldaki sınırlardan başlayarak beni bana kadar getiren bütün bu mecranın adı vatandır. Tümden bana, bir türlü gelemeyen vatan.

Kapımın önünde dev gibi bir kamyon küçük bir çocuğu ezmiş, parçalamış, Bu çocuğun yardımına koşmak için yolum uzundur. Şırnak’tan çıkarım yola. ‘Gafil’ avlanmış bir şehit Mehmetçik, ‘etkisiz hale’ getirilmiş bir PKK’lı terörist varsa oralarda, onları da sırtıma yüklerim. Bu arada yolda Ahmedinejad’ı Anıtkabir’e doğru çekiştiririm. Bütün Atatürk caddelerinden geçerim. Bütün Atatürk büstlerinin önünde başımı saygıyla eğerim.

Evime ulaştığımda, şehit Mehmetçikle, ‘etkisiz hale’ getirilmiş PKK’lı gencin cesedini tam paspasımın üzerine sererim. Artık küçük kız çok uzakta kalmıştır. Küçük kızla aramda iki ceset, bir küstah Ahmedinejad ve daha neler neler vardır.

Bu görüntüden ürkerim. Evin içine girerim. Daha doğrusu eve kaçarım. Kapıyı kilitlerim. Koşup içeriden bir Türk bayrağı alıp balkona asarım. Asmazsam, kendini ararken yolunu kaybetmiş bir başka Türk, burası vatan mı değil mi diye, kolaçan etmek için eve girebilir. Kendine ulaşmak için benim evden geçmeye kalkışabilir. Ne olur, ne olmaz.

Kapımın önüne ulaşmak, benliğime kavuşmak için ta fizandan gelmişimdir. Benliğimle gözgöze bile gelemeden, yorgunluktan çökerim. Uyuyakalırım.

Ve rüyamda, yoğurt gibi homojen bir vatan görürüm. Her yerinde herkes aynı mayayla yaşıyordur. Rüyamda her evi ziyarete gelmiş birer Ahmedinejad vardır. Ve her evdeki Atatürk resmine küstahça arkasını dönmüştür. Her kapının önünde kendine ait bir şehit, bir terörist cesedi vardır.

İşte böyle bir memleket düşlerim. Bu ‘evlere servis’ memleket hayali beni rahatlatır. Çünkü bu sayede hiç olmazsa yorulmam. Hiç olmazsa, bunca felaketi kendi evime, üç günlük yoldan, kendi kambur sırtımda taşımak zorunda kalmam.

Böyle bir memlekette ezilmiş parçalanmış küçük kız hep bana uzaktır. Ben, hep bana uzağımdır. Çocuğumun okulu hele, bana çok çok uzaktır. Onlara yaklaşmaya kalkışmam. Ömrümü beyhude yollarda tüketmem.

Öte yandan başka bir ülkede, bir başka diyarda, başka vatanlar vardır. Başka vatandaşlar vardır. Bu vatandaşlar ezilen küçük kızın yanına saniyesinde varır. Çünkü o anda, yalnızca ve yalnızca küçük kızın yattığı yer, onun vatanıdır.

Bu bambaşka vatandaş, benliğinden çıkabilmek, kurtulabilmek için vatanına ulaşır. Benliğini bulmak için değil. Bu başka vatandaşın vatanında, uzak uzaktır, yakın yakındır. Bu mümkündür. Çünkü, uzak uzaktakilere, yakın yakındakilere teslim edilir. Onlardan sorulur.

Abdullah Gül geçtiğimiz günlerde çok önemli cümleler telaffuz etti bence. Gül, Guardian gazetesine verdiği demeçte, ABD’nin bundan böyle küresel politikaları tek başına şekillendiremeyeceğini, diğer ülkelerle güç paylaşımına gitmesi gerektiğini söyledi. “Tüm dünyayı tek bir merkezden kontrol edebileceğinizi sanmıyorum. Büyük uluslar var. Muazzam nüfuslar var...”

Gül’ü bu çıkışı için kutlamak gerekiyor. Ama sormak da lazım. Peki, Türkiye tek bir merkezden idare edilebilir mi? ‘Ben’ olmadan, ‘Benliğe’ giden kısa yollar olmadan, Türkiye dünyada varlığını hissedebilir, hissettirebilir mi?

TARAF

YAZIYA YORUM KAT