1. YAZARLAR

  2. Namık Çınar

  3. Tüh sana be Kılıçdaroğlu!
Namık Çınar

Namık Çınar

Yazarın Tüm Yazıları >

Tüh sana be Kılıçdaroğlu!

16 Nisan 2012 Pazartesi 00:18A+A-

Sanırım aynı yaşlardayız, hâttâ birkaç yaş da büyüğümdür belki senden. Aşağı yukarı aynı dönemlerin, aynı değer yargılarının içinde büyüyerek geldik, bu günlere.

Öyle uyduruktan değil, tâ başından beri ben bu düzene bu kültüre hep itiraz edenlerden, hep baş kaldıranlardan oldum, bedelini ödeyerek. Kamuda genel müdürlüklere kadar yükselmelerine bakılırsa, aynı şeyler geçerli olmasa gerek, senin için de Kılıçdaroğlu. Sakın bana maval okumayasın, biraz biliriz bu işleri.

Meselâ bizim generaller hangi yolculukları yaparak geldilerse oralara, seninkinin de nasıl olabileceğini çıkarabiliyorum az buçuk. Öyle Pembe Panter gibi, her an sanki çok önemli işleri varmış da kafası o nedenle karışıkmış telâşeliklerindeki böyyük adam pozlarını yemem ben senin. Benim külâhıma bile değil, sen git, yosun kokulu deniz kentlerinin ana arterlerindeki her biri bin şu kadar dolar kira getirisi olan mülklerini kılıfına uydurup zurna yutar gibi yutmuş, o yüzden de çıkarlarının kaçınılmaz bir gereği olarak eski Türkiye’nin özlemlerine demir atmış, sözcüsü olduğun o asalak rantiye yandaşlarına anlat anlatacaklarını.

Geç bile kalınmış olan 28 Şubat darbe sürecinin soruşturulmaya başlandığı gün, açmışsın yine bayramlık ağzını, yummuşsun gözünü. İlk tepkin, “intikam peşinde koşulmamalıdır” olmuş. Her zaman yaptığın gibi, “biz darbelere karşıyız, ama...” deyip, sıralamışsın gene, darbecileri korumaya yönelik ne kadar kol-kanat germe ezberin varsa, arkasından. “Hukuk yok bu ülkede” diye buyurmuşsun. Kurtarmak için yırtındığın o darbecilerin “aman da ne çileler içinde oldukları” nakaratını bir kez daha terennüm eylemişsin.

Bütün bu söylediklerinden ve yaptıklarından dolayı utanmalısın, Kılıçdaroğlu; yerinmeli, hâttâ yerin dibine geçmelisin!

Kulağını aç da dinle beni şimdi.

Daha geçen gün Mehmet Haberal, önünde tam teşekküllü ambulans ardında jandarma eskortu, dillere destan bir tantana ile, sözde izin aldığı Zonguldak’a el bebek gül bebek götürülüp getirilmedi mi? Bu halka ve bu yurda en büyük kötülükleri yapmış olan senin meftun olup da toz kondurmadığın o generaller, toplumun gözleri önünde sergiledikleri pervasızlıklarıyla GATA’yı, kaytaracakları babalarının çiftliğindeki bir revire çevirmediler mi senelerdir? Hukuk yok dediğin mahkeme salonlarında, yandaşların oraları seyirlik birer sirke benzetmeye çalışırlarken; yargıçlara babalanan generaller, yerlerinden fırlayıp duruşmayı terketme cüreti gösterirlerken; hiç mi sıkılman yok da, yargılanırlarken bile onların, yelkenlerini suya değdirmeden hâlâ güç timsâli olduklarını saklayıp saptırarak, kalkışıyorsun göz boyamaya?

1826’daki Vaka-i Hayriye’den beri yakamızı bir türlü bırakmayan bu siyaset eşkıyalarından kurtulmak, en birincil vatan borcu iken, nedir sendeki bu utanmazlık, bilmem ki!

Bunların ecdadı, yüz sene kadar önce “irticayı bastıracağız” diye Selânik ordusunu getirip “İstanbul’un üstüne çökertmişler”; biz de ardından Selânik başta olmak üzere bütün Rumeli’yi kaybetmiştik. Şimdiki avuç içi kadarlık Trakya’yı da zar-zor kurtarmıştık.

Onların torunları olan bugünkü generaller de, asıl görevlerini içeren Trakya’nın savunma plânlarını bir kenara itip, burnundan düştükleri atalarına rahmet okutacak şekilde çeteleşerek, gene “irticayı bastırmak” teraneleriyle, “İstanbul’un üstüne çökme” hastalıklarından vazgeçemedikleri için, herhangi bir askerî gerginlikte, korkarım bu defa da o Trakya’yı kaybetmemize sebep olacaklardır.

Osmanlı’yı batıranlar, Osmanlı’nın darbeci “İttihat ve Terakki subayları”ydı. Bundan ders almayıp, bu sefer de darbeci “Kemalist subaylar”ın mı Türkiye’yi batırmalarına göz yumacağız? Bu mu önerin?

Herhâlde, “din”e bu kadar çok takan ve etrafında dolanan, hâttâ bu kadar çok “din” konuşan ve “din” kullanan bir başka ordu yoktur, yeryüzünde. O generaller el ele tutuşup bir başka dine geçseler, bu denli gam yemeyeceğim. Meselâ hep birlikte kalkıp Hıristiyan olsalar, onları daha bir anlayacağım. Gelin görün ki, punduna geldi mi, örneğin yoksul halk çocuklarını bayraklara sarıp sarıp evlerine gönderdiler mi, değme hocalara taş çıkartır kertede dindardırlar hepsi de.

O kadar özerktirler, o kadar başlarına buyrukturlar ki, “paşa keyfin bilir” diye, dilimize deyim bile girmiştir, sayelerinde. O yüzden, hesap vermek nedir bilmediklerinden, hepimizi tarifsiz zararlara uğratmışlardır.

Eğer ordudan mecburî hizmet bitmeden ya da henüz askerî okulda öğrenciyken ayrılmak durumunda kalındığında, tahtakurusu kaynayan kıtık bir yatağın, yahut “adembaba”lı mercimek çorbasının parası nasıl tazminat olarak geri isteniyorsa; ve hele bir de, bölüğüyle Kıbrıs harekâtına katılmış bir bölük komutanının, muharebe esnasında toplanamadıkları için kıta yükü cephanesinde eksik görünen boş kovanların ve düşüp kaybolmuş matara kapaklarının bedeli maaşından kesilebiliyorsa; Batı Çalışma Grubu gibi, toplumu izleme ve fişleme departmanları gibi, şu yoksul milletin alın terinden süzülüp de legal hizmet alanına girmeyen maaşlarını ve gizli mahfillerdeki eşkıyalık harcamalarını, o darbeci generallere zimmet olarak çıkarmak, haydi haydi evlâdır, bence.

Ama Kılıçdaroğlu, nerede sende bu akıllar, bu niyetler! Babaannem yaşayıp da görseydi ne mal olduğunu, “boyu bosu devrilesice” diye ilenirdi sana; gözünü kırpmadan, sesini titretmeden.

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum