1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Trump Küresel Sistemin Ayarlarıyla mı Oynuyor?
Trump Küresel Sistemin Ayarlarıyla mı Oynuyor?

Trump Küresel Sistemin Ayarlarıyla mı Oynuyor?

Merve Şebnem Oruç, Yeni Şafak’taki köşesinde Putin-Trump görüşmesinden hareketle ABD’nin edindiği söylem ve attığı adımların küresel sisteme etkilerini değerlendiriyor.

19 Temmuz 2018 Perşembe 16:41A+A-

Merve Şebnem Oruç’un Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (19 Temmuz 2018) nüshasında yayınlanan yazısı şöyle:

Trump Küresel Düzenin Ayarlarıyla Oynuyor, Sonunda Bozacak

Helsinki’de Pazartesi gerçekleşen Trump- Putin zirvesinin en dikkat çeken yanı, Transatlantik ittifakında neden olduğu endişeydi herhalde. Zirveye dair dün okuduğum bir analizde ABDli yazar şöyle diyordu: “Trump Putin’e Kırım, Suriye ya da Doğu Avrupa’daki Amerikan birlikleri konusunda taviz verir diye korkuyorduk. Yanılmışız. Gitti Amerika’yı verdi.”

FBI bu hafta ABD’de Başkanlık seçimlerine müdahale etmekle suçlanan 12 Rus ajanı yakaladı; fakat Trump, zirvede Rusya’nın ABD seçimleriyle ilgisinin olmadığını söyledi. Bu sözleriyle Demokratları çılgına çevirirken, iki ülke arasındaki ilişkilerin kötü olmasında ABD’nin de payı var demesi, Trump’ın Putin’e geri adım attırabileceğini uman Cumhuriyetçiler için de hayal kırıklığıydı.

NATO müttefikleri ve özellikle Avrupa içinse durum daha endişe verici. Örneğin, Polonya’nın eski Dış İşleri Bakanı Radek Sikorski attığı bir tweet’te şöyle diyor: “Peki şimdi, ABD müttefiki olarak, Putin’in bir hibrid savaş başlatması, veya Polonya’ya nükleer saldırı gerçekleştirmesi durumunda, ABD Başkanı’nın Rusya’yı karşı bir nükleer saldırıyla tehdit edeceğine nasıl inanacağız?” İttifaka geç katılan NATO üyesi Polonya’da sarf edilen bu sözler, Soğuk Savaş’ı anımsatan ifadeler. SSCB’nin ABD ve müttefiklerine karşı savurduğu nükleer tehdidine karşı onu nükleerle tehdit eden ABD dengesi, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki iki kutuplu dünyanın düzenini oluşturmuştu. Komünist Rusya’nın çökmesiyle beraber “Soğuk Savaş Sonrası Dönem” adını taşıyan dönemde Batı için Rusya tehdidi, 2000’li yılların başında gerek Bush gerek Obama döneminde dahi Moskova’yla Washington arasında çeşitli konularda işbirlikleri için adımlar atılmış olsa da, ortadan kalkmamıştı; Avrupa ülkeleri bugüne kadar ABD’yi arkalarında bulamayacakları endişesini asla yaşamamışlardı.

Bu endişede kuşkusuz, Trump’ın NATO müttefiklerine verdiği kesintisiz ‘ayar’ların katkısı büyük. Abartılı bir ifade olsa da, Avrupalı müttefikleri, “Trump ABD’sinin eski dostlara düşman, düşmanlara ise yeni dost gibi davranıyor olduğunu” artık açıktan söylüyor. Beyaz Saray’a yerleştiğinden beri savunma harcamaları konusunda eleştirdiği NATO müttefiklerine karşı söylemini daha da sertleştiren Trump, aslında geçen hafta Brüksel’deki zirve sürecinde dilinin altındaki baklayı çıkardı. ABD’nin AB ile ticarette 151 milyar dolar ticaret açığı verdiğini söyleyen Trump, tabiri caizse ABD’nin “kazıklandığını” düşünüyor; özetle “Hem sizin arkanızı kolluyoruz, hem NATO’yu sırtımda taşıyoruz hem de bizi enayi yerine koymanızı izliyoruz. Bu böyle sürmez,” diyor.

Trump’a göre ABD, dış ticarette her yıl 811 milyar dolar açık veriyor ve bu ABD’nin eski gücünde olmamasının başlıca nedeni. Bu açığı kapatmak için Çin, AB ve NAFTA üyesi serbest ticaret ortaklarına ek gümrük vergileri getirirken, özellikle açığın 375 milyar dolarlık kısmını oluşturan Çin’e getirdiği ve 1300 kalem ürünü kapsayan ek vergilerle, işi bir ticaret savaşına çevirdi bile. Halihazırda, bu yılın başında açıklanan yeni ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinde “ABD ekonomisine zarar veren dost ya da düşman herkesin tehdit olarak kabul edileceği” öne çıkmışken, Trump ardından ilan ettiği çelik ve alüminyuma yönelik gümrük vergileriyle, “Önce Amerika” politikasında ne kadar kararlı olduğunu ortaya koymuştu.

AB’yi bu konuda hizaya getirmeyi kafasına koyan Trump’ın hedefinde başta Almanya var. Kendisi Putin’le bir zirve gerçekleştirmeden hemen önce, Almanya’yı Rusya’dan gaz tedarik ettiği için suçlayan ve bunu da NATO eleştirisiymiş gibi dile döken Trump’ın bu sözlü saldırıdaki motivasyonunun ekonomik olduğuna şüphe yok. Brüksel sonrası gittiği Londra’da, AB’den yumuşak bir geçişle ayrılarak kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması yapmak isteyen Theresa May hükümetine, Brexit konusunda radikal adımlar atmazsa, İngiltere’nin ABD ile serbest ticaret anlaşması yapması ihtimalini unutmasını ima eden Trump, küreselleşmenin zayıflattığını düşündüğü ABD’yi tekrar güçlendirmek için sırtından geçinen Batılı dostlarından işe başlıyor.

Mayıs’ta ABD’yi İran’la yapılan nükleer anlaşmadan da çeken Trump, elbette İsrail, BAE ve Suudi Arabistan gibi dostlarını da memnun etti; ancak, Obama döneminde varılan anlaşmadan İran’la ticaretini artırarak fayda sağlayanların başta Fransa olmak üzere AB ülkeleri olmasının Trump’ın canını çok sıktığı belli. Daha önce de anlaşmadan ziyade şartlarını eleştiren Trump, Kuzey Kore’yle de yaptığı gibi, daha sert koşullarda anlaşmayı düşünüyor mu, düşünüyorsa bile İsrail’i ve Körfez’i buna nasıl ikna eder, ya da İran buna yanaşır mı, henüz bilmiyoruz.

Ama Trump yönetiminin ABD’ye yönelik en büyük tehdit olarak sanayi devi Çin’i gördüğü, İran, Basra Körfezi ve Bab el Mendeb Boğazı üzerinden enerji ihtiyacının büyük kısmını karşılayan Çin’i darboğaza sokmak için başta Orta Doğu olmak üzere, satranç tahtasının her yerinde elinden geleni yapmayı sürdüreceğine şüphe yok. Çin’in Pekin’i Londra’ya kesintisiz bağlayan “Yol ve Kuşak Projesi” gibi girişimlerine sıcak bakan Avrupa ülkelerine, bu nedenle de öfkeli olan Trump’ın, Putin’le yakınlaşma nedenlerinin başında, Çin’i yalnızlaştırmanın geldiğini düşünebiliriz. Örneğin, Kuzey Kore’yle yapılacak anlaşmada Putin’den destek beklediğini söyleyen Trump, anlaşılıyor ki, bu ve bunun gibi adımlarıyla, Rusya’yı Çin’in nüfuz sahibi olduğu alanlarda güçlendirmeyi, bu sayede Çin’i jeopolitik olarak da zayıflatmayı istiyor.

Tüm bu gelişmeleri şu ana kadar sessiz kalmayı seçerek izleyen Pekin bakalım ne yapacak? Çin iddia edildiği gibi gerçekten ABD’yi tehdit edebilecek yeni bir süper güç mü yoksa kâğıttan kaplan mı? Bu gizemli sorunun cevabını galiba sonunda öğreneceğiz.

Öte yandan, Avrupa açısından “ABD’yi içeride, Rusya’yı dışarıda ve Almanya’yı aşağıda tutmak” amacıyla kurulmuş olan NATO, ABD Avrupa’dan uzaklaşırken, Rusya’yla yakınlaşır ve tehdit olmaktan çıkarken, ve Almanya bu kadar yükselmişken, yani kuruluş amaçlarından uzaklaşırken, bu haliyle daha direnebilecek? Yoksa ona da, örneğin İsrail gibi NATO dışı müttefiklerin katılımı gibi, yeni bir ayar mı gelecek, bunu da yakında göreceğiz.

 

Etiketler : , , ,

HABERE YORUM KAT