1. YAZARLAR

  2. Yasin Şafak

  3. Tercihli Romantizm Eksik Siyaset
Yasin Şafak

Yasin Şafak

Yazarın Tüm Yazıları >

Tercihli Romantizm Eksik Siyaset

07 Temmuz 2008 Pazartesi 01:15A+A-

Yunan romantizmi Batı Avrupa’da çok yaygın görülür, tarihin derinlerinden getirilen şeklinde Yunanlılar demokrasinin merkez kuvveti olarak tanılıyor, anılıyor.

Sparta filminde bunun izdüşümü görülüyordu, birçok akademisyen/iletişimci bu filmi, barbar doğu(Persler) ile medeni batının(Helenler) savaşının abartılı resmedilişi olarak imledi. Helenizme dair bu romantizm,  genellemeci/indirgemeci şekilde dünya tarihini bizler/onlar şeklinde resmeder. Bunun bir de yakın dönemde cereyan edeni vardır, 1830’lardaki Yunan isyanı ile başlar ve bugüne dek gelir. Romantik İngiliz şairi Bayrın Yunan ayaklanmasının en tanınmış destekçilerindendir. Yunanistan, Osmanlı’dan bağımsızlaşarak kurulmasından sonra herhangi bir ulus devlet olageldi, 1920’lerde Osmanlı ardılı Türkiye ile zıtlaştı. Rum çetelerini, Batının esaslı ve büyük silahı olarak görme Türk düşüncesinde ve Türk şiirinde de yerini bulur.

Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

(İsmet Özel/Amentü)

Savaştan sonra iki ülke beraber barışa, statükoya, dünya sistemine katıldılar. O dünya sisteminin statükosu olan komşu ulus devletlerarası barışlara/paktlara/antantlara yelken açtılar. Türk İttihatçılığı ve Yunan Megola ideası rafa kalktı. Türkiye de Yunanistan ile birlikte dünya sisteminin batı kanadında yer aldı. Türkiye’nin 20. yüzyılda uzun süre Avrupalı sayılmasında, siyasal/askeri hayatının Yunanistan’ı, İtalya’yı andırır şekilde inşasının payı olabilir.

Türk-Yunan siyasi hayatları benzerlikler taşır. Fakat Avrupa’nın, Yunanistan’ı daha çok sevmesine sebepler daha çok: II. Dünya savaşında İtalya’yı durdurdular, Almanlara boyun eğmediler böylece Helen romantizmi fasıla vermedi. Batının resmi devletlerinin, liberal parlamentolarının resmiyet babında ilgisinden hariç bir de sokağın/muhalefetin sosyalist romantizmi vardır. Cuntaya karşı direnen yunan solu batılı ve Türk sol yazınında efsanevi şekilde işlenir. 1974’de zafere ulaşan anti-faşist direnişin filmleri, romanları çok meşhurdur.

Cunta karşıtı hareket sağcı demokratlardan sol devrimcilere kadar yelpaze hüviyetindeydi. Yelpazenin en sol uçlarında yer alan 17 Kasım malum belki de dünyanın en çok ismi duyulan ve hakkında çok az şey bilinen gizemli örgütü.

Sol romantizm bunun “bak tarihin garip cilvesine” şeklinde tasvir eder: Cuntaya karşı savaşan ve kazanıp daha sonra iktidara da gelen Pasok bir yanda, cuntadan sonra da silaha yeraltına devam eden eski arkadaşları 17 Kasım ise diğer yanda… Fakat bazı yabancı gazeteciler/analistler bunun “işe bak” tarzı bir romantizmden ziyade farklı sebepleri ve anlamları olduğunu söyler. 17 Kasımın egzantrik ve içerden korunan bir yapı olabileceği ima edilir.

Yunanistan ve Türkiye 20. yüzyılı çokça benzeşen ortak gündemlerle geçirdiler: Yüzyılın başında denkmişcesine savaştılar, sonra iki ulus devlet olarak dünya sistemi barışı yaptılar, Balkan antantında buluştular, sonrasında Nato, cuntalar, gladyolar, sağ-sol örgütler…

Yunanistan’da olanın batıda romantize edilmesi anlaşılabilir, yukarda da değinildiği gibi batı dünyasının Rum hattına ayrı bir sevgisi var. Diğer yandan Türk solu/demokratları da hukuk/siyaset/nato/cunta/demokrasi/direnişçi gruplar üzerinden yürüyen bu romantizme katılır.

Türkiye de kabaca bir indirgeme ile yunan 20. yüzyılında yaşananların benzerini özellikle Nato döneminde yaşadı, askeriyesi Nato’yu da arkasına alarak sağ ve sol siyasetlerin üzerinde balyoz gibi etkili oldu. Bunu, her iki ülkenin “biraz şarklı oluşuyla/komitacılığı barındırmasıyla” açıklamak lafı dolandırmaktır, etkisi vardır ama esas bu olamaz:

Cuntaları darbeleri tetikleyen, adet haline getiren, uzun zaman iktidarda tutan Nato/Gladyo düzenidir.

Türkiye’de askeri vesayet karşısında yeralan siyasal kamp, Osmanlı ardılı toplumun geleneksel/halk dindarlığından menşeini alır. İslamcılığın da etkileyip/kapsayıp muhalefetini üst noktalara taşımaya çalıştığı toplumsal taban budur. Abdülhamit zamanında Afganilerin kısa bir dönem etkin/sözü dinlenen olması dışında Islahatçı düşüncenin Türkiye’deki etkisi sınırlıdır. Hanedan-devlet İslamcılığı Afganilere kapılarını kapadı, Abdülhamit ve Osmanlı hilafetçiliği tekrar kısa süre devam etti, daha sonra bu devlet İslamcılığı da iktidarını laik unsurlara, önce İttihat’a sonra Kuvvacılara, terk etmek zorunda kaldı.

Abdülhamit Han’daki gibi devletçi İslamcılık; Osmanlıdan kalan parça olan Türkiye’de baskı altında da olsa izdüşümlerini devam ettire geldi. Milli Kalkınma Partisi/Doğu federasyonu düşüncesi, Büyükdoğular/siz isterseniz hilafeti getirirsiniz diyerek oyları süpüren Menderesler… Büyükdoğu 60’lardan sonra özellikle geniş bir yelpazede tüm sağcılığı/ İslamcılığı etkileyen fikirdir. Bu fikirden bu muhalefet merkezinden kimler çıkmadı; partiler, talebe örgütleri… Bugün bu kanaldan bir de cumhurbaşkanı çıktı: Abdullah Gül Necip Fazıl’ın ikliminde yetişmiştir, Tayyip Erdoğan biraz daha akıncı kumaşlı olsa da o da Büyükdoğu havasını az çok solumuştur.

Yunan cuntasına karşı Pasok ve 17 Kasım, biri iktidara yürüdü, diğeri enterne/tasfiye oldu, içerdedir. Bir yerde cumhurbaşkanlığı bir diğer yerde büyükdoğunun radikalliğe evrilen kanadı Büyükdoğu akıncılığı. Siyasete Osmanlı tarzı restorasyon düşünceli Büyükdoğu düşüncesinden bir cumhurbaşkanı çıktı, bir de müebbetlikler çıktı. (geçen ay ağırlaştırılmış müebbetin kapısından dönerek). Suçta ve cezada orantılılık, hakkaniyet, ölçülülük çok tartışılır diye bekleyenler olmuştur, nafile, pek yazılıp çizilmedi.

Türkiye maalesef biraz böyle bir ülke. Yunanistan’da olunca, İtalya’da, İspanya’da olunca değerli olan paradokslar/tartışmalar bize uygun değil galiba.

Gündemler çokça tercihli, yani bir tartışma şu başlığı taşıyorsa konu şuna da gelecektir diyorsunuz ama… Bakalım bu Ergenekon davasında neler olacak? İşin ucu ve dökümü nerelere kadar uzanacak, her bir eteğin taşı dökülebilecek mi?

YAZIYA YORUM KAT