1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Tatvan Özgür-Der’de “İnsanın Anlam Arayışı” Konuşuldu
Tatvan Özgür-Der’de “İnsanın Anlam Arayışı” Konuşuldu

Tatvan Özgür-Der’de “İnsanın Anlam Arayışı” Konuşuldu

Özgür-Der Tatvan Şubesinin Cuma seminerlerinin bu haftaki konuğu Van Genç-Der başkanı araştırmacı yazar Fırat Toprak oldu.

25 Mart 2017 Cumartesi 20:15A+A-

“İnsanın Anlam Arayışı” meselesinin konuşulduğu seminer, Tatvan Özgür-Der’in dernek binasında yapıldı.

Sebahattin Günay’ın moderatörlüğünü yaptığı seminer, Seyfullah Çelik’in okuduğu Kur’an-ı Kerim ve mealinin ardından başladı.

Fırat Toprak, konuşmasında genel olarak şu hususlara değindi:

İnsanlık tarihini tevhid, şirk, adalet, zulüm gibi anlam ve anlamsızlık ya da çarpık anlamlılık kavram çifti üzerinden de okuyabiliriz. Biz müslümanlar olarak tarihi, tevhid şirk ayrımı üzerinden okuruz. Hz. Adem’in iki oğluyla beraber insanlık iki kutba ayrıldı ve bu kavga kıyamete kadar da devam edecektir. Tevhid ve şirk, iyilik ve kötülük, adalet ve zulüm gibi kavram çiftleriyle tarihi okumaktayız. Tarihi okuma çabası da bu anlamda bir anlam arayışıdır.

İnsanoğlunun; insan nedir?, nereden gelir?, nereye gider? şeklindeki temel varlıksal sorularına muhataplığı dünya serüveniyle yaşıttır. Yani insanlık tarihi boyunca bu sorulara cevap aranmıştır. Anlam çabasının birincil nesnesi olan insana dair işbu merak ve sorular üzerinden hayli tanımlama gayretlerine rağmen insanın bilinemezlikler yumağının merkezinde yer almaya devam ediyor olduğu söylenebilir.

İnsanın diğer canlılarla arasında olan şekil ve mahiyet farkı göz önüne alındığında yeryüzünün en karmaşık ve anlaşılması en zor varlığı olduğu görülecektir. Anlam arayışının hem öznesi hem de nesnesi insandır.

İnsanın anlam arayışı, eşyayı olduğu gibi anlama anlamındaki hikmet kavramıyla doğrudan ilgilidir. Söylenegelenlerden hikmetin hayatı, hadisatı anlama çabası olduğu ortaya çıkacaktır. Benzer bir ifadeyi  İslam düşüncesinde marifet kavramı ile ifade etmekteyiz. Marifet kavramı; ilimden ziyade irfanı, bilmekten ziyade tanımayı ifade eder. Tanımak da bu yönüyle bahsettiğimiz anlam arayışının bir tezahürüdür.

Kalbe taalluk eden bir hususiyet olarak İrfan, tanımayı, deruni izlerin neticesi bir fahmetmeyi ifade etmesi bakımından anlama çabamızla yakından ilgilidir.

Bu anlama çabası sadece müslümanlara özgü bir durum değildir. Bütün din ve ideolojilerde de benzeri sorularla beraber bu anlam arayışı yapılagelmiştir. Gerçi anlam, değer ve varlık yadsıması anlamında Nihilizm denen bir felsefi ekol de şekillenmiştir. Ancak bu olumsuz tavır da bir anlam arayışının sonucudur diyebiliriz.

Anlamın mühim öznesi olan insanı, Batı felsefeleri değişik özelliklerini öne çıkararak tanımaya çalışmışlardır. İnsanı konu edinen bir disiplin olan Antropoloji de bu mana da ortaya çıkmıştır. Hakeza Sosyoloji ve Psikoloji gibi bilim dalları da ortaya çıkmıştır.

Batılı filozoflardan Eflatun; insana ‘’iki ayaklı tüysüz bir yaratık’’ demiştir. Descartes ise insanın konuşabilme özelliğini öne çıkararak tarifte bulunmuştur.  Thales ise insanı araştıran bir varlık olarak tarif etmiştir. Socrates, insanın sorgulayan bir varlık olduğunu ifade ederken Aristo da düşünebilme özelliğine vurgu yapmıştır. Hegel ise nispeten daha genel bir tanım yaparak ‘’insan sistematik bir varlıktır’’ demiştir.

İslam düşüncesinde insan, batıl yaklaşımlardan bariz farklar ihtiva eder bir şekilde mutedil, bütünlüklü ve gerçekçi bir yaklaşımla ele alınmakta ve mana serüveninin önemli bir özne ve nesnesi olarak kabul edilmektedir.

Kur’an’ın insan hakikatini bütünlüklü olarak ele aldığını, müsbet ve menfi vasıfları hakkında yetkin izahlarda bulunduğunu biliyoruz. Nitekim Şems suresinin 7/10 ayetleri buna örnektir; ‘’Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük  duygusunu ve takvasını ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır’’

Bu ayetin beyan ettiği üzere insan; takva, iyilik, fücur ve kötülük şeklindeki zıtlıkları bünyesinde barındıran bir varlıktır. İnsanoğlu; ancak kuvvet ve zaaf noktalarını tanıyarak kendini tanımlayabilir. İşte insanı diğer canlılardan ayıran ve dahi üstün kılan işbu akletme ve irade sahibi olma vasıflarıdır.

Anlaşılmaktadır ki insan fiziki yapısıyla beraber fizik ötesi yapısıyla da düalist bir yapısal özelliğe sahiptir.

Hz. Ömer’in cahili ve İslami dönem hayatı üzerine yapılabilecek bir okuma bu ikili yapıya yönelik pratik bir örnekliği ortaya koyma imkanı bahşedecektir. Nitekim İslam öncesi hayatında öz kızını cahili geleneklere göre diri diri toprağa gömen hz. Ömer islam ile müşerref olduktan sonra ‘’Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurt kapsa Adli-ilahi hesabını Ömer’den sorar’’ diyecek kadar adil bir yönetici olmuştur.

İsra suresi 70. Ayette ‘’Andolsun biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık’’ buyurularak insanın şerefli bir yaratık olarak yaratıldığı ve şerefini muhafaza içinse ilahi emirlere uygun yaşaması gerektiği beyan edilmiştir.

Zariyat suresi 56. Ayette Allahu teala, ‘’ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım’’ buyurarak yaratılış amacını tanımlamaktadır.

İslam düşüncesinde insan, ruh ve ten bütünselliğine isim olarak ‘’Nefs’’ kavramı üzerinden ele alınmıştır çoğunlukla.

Mesela Farabi, insan için ‘’iradi fiilleri icra edebilen varlıktır’’ demiştir.  İbni Rüşd, akli, hayali ve duyusal suretler üzerinden nefsi tanımlamıştır. Fahreddini Razi, nefs için ‘’ben diye tarif edilen zatı mahsusa işaret eder’’ demektedir.

Bütün bunlardan insanın akleden, irade eden, yapıp eyleyen, kainatın emrine musahhar kılındığı ve kendisinin ise kullukla mükellef kılındığı mükerrem bir varlık olduğu sonucu çıkmaktadır.

Batı felsefesinde de tanrı, evren ve insan üzerinden bir hayli söz söylenmiştir. ‘Ben’in ve kainatın varlığı bilinince var kılanı da bilmek gerekecektir. Bu anlamlandırma iç içe geçmiş olanların tamamına anlam kazandırmaktadır.

Alim, kadir ve hakim olan bir yaratıcının varlığınının ve birliğinin kabulü; insan, hayat ve kainata dair müşküllerin de çözümünü neticelendirecektir.

Bu bağlamda Rabbi tanımak marifet, uluhiyet, rububiyet isim ve sıfatta birleştirmek  ve kulluğu yalnızca Allah’a has kılmak öne çıkan hususiyetlerdir.

Beyyine suresi 5. Ayette Allahu teala şöyle buyurmaktadır; ‘’ halbuki onlara ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekatı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.’’

Yaratıcının varlığı insanın yaratılışına anlam katacağı gibi kainatın da boş yere yaratılmadığını öğretecektir.  Bu durum da bir mekan bilincini inşa edecektir.

Hud suresi 7. Ayette Allahu teala şöyle buyurmaktadır; ‘’ O hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan için, henüz arşı su üstünde iken gökleri ve yeri altı günde yaratandır…’’ Yani Allah teala insanoğlunu kainatı tanıma hususunda teşvik etmiştir.

Tefekkür olarak nitelendirdiğimiz bu çaba bizi hem enfüste hem de afakta yaratıcının varlığının delillerine ulaştıracaktır. İnsanoğlu bu tefekkür çabası ile haddini ve hakkını bilecektir.

Allah’ın birliğine ulaştıran tevhidi anlayış hakiki bir anlam arayışına işaret ederken kapitalist,maddeci vs. fikirler yanlış anlamlandırma çabalarına işaret etmektedir.

Bu dünyada hayata dair ihtirası sembolleştiren protestanlık ve yahudilik gibi ruhbancı bir hristiyan  yaklaşım da hayat ve kainat hususunda çarpık bir anlamlandırmayı ifade etmektedir.

Hayat ve kainat hususunda çarpık anlamlandırma örneklerini ifade ederken hayata ve mekana dair tevhidi yaklaşımın itidali ise sahih bir anlamlandırmadır.

Keza mekan bilinci kadar zaman bilincinin de anlam haritasının tamamlayıcı ögesi olduğu açıktır. Zira Ali imran suresi 185. Ayette ‘’her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başkası değildir.’’ Buyurulmuştur.

Vahyin işaret ettiği insanın ciddi zaaflarından biri de hz Adem kıssasında hatırlanacağı üzere ebedilik arzusudur. İnsanoğlunun bir başka zaaf noktası ise Kur’an’ın tabiriyle Tekasür yani çoğaltma yarışı ve arzusudur.

Felahın formülüne dair hikmetli ikazlar dün bilinci üzere kıssalar bağlamında vurgulanmaktadır.

Zaman ve mekan bilincine dair hz peygamberin şu ifadesi oldukça öğreticidir; ‘’benim dünyayla hikayem bir yolcunun bir ağaç gölgesinde dinlendikten sonra kalkıp gitmesi gibidir.’’

Seminer soru cevap faslının ardından sona erdi.

2-101.jpg3-014.png

 

HABERE YORUM KAT