1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Taraf Olmak, Kör Bir Tarafgirlik mi Olmalı?
Taraf Olmak, Kör Bir Tarafgirlik mi Olmalı?

Taraf Olmak, Kör Bir Tarafgirlik mi Olmalı?

Bugün, toplumumuza ârız olan bu ölümcül hastalığı atlatabilmek için şifa, yine halkımızın inancındadır.. Ama, bu inancı, kemalist-türkçü-laik resmî ideoloji hâlâ boğmaya çalışmaktadır. Bu zehirli resmî ideoloji kaynağı kurutulmadıkça, bünyemizin sağlığa k

01 Ekim 2012 Pazartesi 19:17A+A-

Selahaddin E. ÇAKIRGİL

Taraf olmak, kör bir tarafgirlik mi olmalı?

Son zamanlarda güvenlik güçleriyle PKK’nın silahlı unsurları arasında meydana gelen kanlı çatışmalarda, can kaybına dair açıklanan rakamların artık çift rakamlarla ifade edilmesi karşısında toplumda gözlenen ilgi düşüklüğü dikkat çekici değil mi?

Bu bir vurdumduymazlık ve umursamazlık, ya da bir umutsuzluk mudur? Yoksa, hepsi mi?

Hangi cihetten bakılırsa bakılsın, sağlıklı bir gelişme değil, bu..

Adetâ, artık bu gibi can kayıpları, vak’ay-ı adiyyeden telakki edilmeye, günlük hayatın tabiî bir yansıması gibi görülmeye başlanmış gibi.. Bu sağlıksızlığın en çarpıcı tarafı, birbirini öldürenlerin aynı ülkenin insanları olması.. Böyle olunca da, can kayıplarının her iki tarafındakiler de, mâtem içindeler, ama, taraflar birbirini anlamıyor, her iki taraf da birbirlerine giderek daha bir yabancılaşıyor, birbirlerine olan duygularında daha derin kopmalar, uçurumlar meydana geliyor..

Daha büyük çatışma ihtimallerinin, karşımıza günlük bilançosunun hattâ üç rakamlı, dört rakamlı insan kayıpları halinde çıkabileceğini de unutmamak gerek.. (Ki, savaş cebhelerinden bazan, bir günde 3-4 bin asker cenazesinin geldiği görüldüğünde, toplumda yaşanan sessizliğin ne korkunç bir tepki olduğunu, o sahneleri yaşayanlar bilir..)

Böyle durumlarda, söz söylemek de zorlaşıyor.. Ama, sessizliğin konuşması, gerçekte daha az etkili değildir..

*

Bazı okuyucular, mesajlarında, ‘Son zamanlarda asker ve PKK elemanlarının kitleler halinde öldürülmeleri ve de Suriye Buhranı konusunda İran-Türkiye arasında yaşanan psikolojik  gerilim konusunda niye pek yazmıyorsun?..’ diyorlar ve bu durumu, kendilerine göre, ‘belli çevrelerden gelen eleştirilerden dolayı mı bu konulara değinmekten kaçındığım’ şeklindeki soru cümlesi izah etmeye çalışıyorlar..

Evet, tamamen öyle olmasa bile, bu gibi kanaatler belirtenler haksız sayılmazlar..

Çünkü.. Konuşmaktan, görüş açıklamaktan maksad, çelişkileri derinleştirmek değil de, anlaşmak ve kalbleri, beyinleri yakınlaştırmak ise, maalesef bu konularda bu noktada değiliz..

Çünkü, bu gibi konularda derinden derine bir şartlanmışlığın kıskacına düşülmüş bulunuyor..

Siz ne derseniz deyiniz, ya da başkaları ne derse desin; eğer, kimse kafasındaki şablonun dışındaki bir şeyi anlamak istemiyorsa, o zaman, konuşmadan umulan fayda ne olabilir?  Bu bakımdan, önşartlanmışlığın cenderesinden çıkmak istemiyenlerin katıldığı tartışmalar içinde söz söylemenin zorluğu ve hattâ gerekesizliği bile anlaşılabilir..

Bu karamsar ifadelere rağmen, yine de, bir kaç kelâm etmek, faydadan hâli olmayabilir.. Önce, ilk bölümden başlıyalım.. Sorunun ikinci bölümünü, Suriye- İran-Türkiye arası konuları da, bir sonraki yazıda ele alalım, inşaallah.

*

Evet, hele de son iki ay içinde, ülkenin Güneydoğu’sunda askerî noktalara yapılan baskınlarla veya yol kenarlarında kurulan tuzaklarla onlarca asker, grup grup katledildi.. Aynı şekilde, yüzlerce PKK elemanının da etkisiz hale getirildiği, mücadele alanından veya hayattan safdışı edildiği açıklandı. Bu durum karşısında, toplum bünyemize yeni bir hastalığın, bir vurdumduymazlığın ârız olduğu görüldü.. Çünkü, asker ölümleri arttıkça, toplumun ilgisi bu konulara, şu kadarı o taraftan, şu kadarı da bu taraftan gibi, sadece istatistik bir ilgi seviyesine düştü..

Öldürülenlerin sayısının o veya bu tarafa aid oluşuna göre çetelesinin tutulup, insan hayatının sadece tarafgirlik anlayışıyla değerlendirilmesi bile bir büyük facia... Filan tarafa aid diye, cenazelerin gömüleceği mezarlıkların bile ayrılması yönünde kitlelerin tahrik edilebilmesi de bir ayrı facia.. Bu sefil anlayış, insanların bedenlerinin öldürülmesinden daha da ağır bir ruhî öldürme şekli olsa gerek.. 

Daha da acı olan, adı tam olarak konulmaktan korkulan bu kanlı çatışmalarda hayatlarını kaybedenlerin geride bıraktıklarının, aynı ülkenin, aynı inancın insanları olmaları..

Ölülerinin ardından yürekleri yanan, gözyaşı döken insanlara bir göz ile bakamadıkça, bütün acıları dindirecek ortak merhem ve çare nasıl bulunur?

Bu tablolar giderek ağırlaşırken, bazı çevrelerin, aylardır, sadece Uludere Faciası’na ağırlık vermeleri ve onu hataen meydana gelen bir facia değil de, kasden işlenmiş bir cinayet olarak değerlendirmeleri ve ondan sonra meydana gelen bunca ölümlere ise, hemen hemen hiç ilgi göstermemeleri, daha bir tuhaf..

Yazının Devamı…

HABERE YORUM KAT