1. YAZARLAR

  2. Zvi Bar’el

  3. Tahran dünyayı parmağında oynatıyor
Zvi Bar’el

Zvi Bar’el

Yazarın Tüm Yazıları >

Tahran dünyayı parmağında oynatıyor

22 Şubat 2010 Pazartesi 13:52A+A-

Netanyahu'nun İran yüzünden Türkiye'nin de nükleer silah isteyebileceği konusunda Papandreu'yu uyarması, İran'ın tek bir silah bile geliştirmeden sahip olduğu gücün son göstergesi. Yaptırım değil, ortaklık stratejisi gerek.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında bir sürü şey söyleyebiliriz, fakat cesaretini yadsıyamayız. Netanyahu Moskova ziyareti sırasında ‘tesadüfen’ Yunan meslektaşı Yorgo Papandreu’yla karşılaştı ve onu uyarmakta gecikmedi; İran’ın nükleer programının yarattığı tehlikelerden biri de, ‘Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin nükleer silah elde etmeye çalışacağı bir Ortadoğu nükleer silah yarışı’ydı. Netanyahu, Yunanistan’a yönelik tehlikenin, Müslüman Türkiye’nin nükleer silah sahibi olması ihtimalinden kaynaklandığını ima ediyordu.
İsrail başbakanı tabii ki Papandreu’ya zaten bildiği birşeyi söylemeyi unuttu. O da şuydu: Türkiye’de NATO cephaneliğinin parçası olarak yaklaşık 90 tane Amerikan yapımı taktik nükleer silah bulunuyor ve Türkiye bu amaçla kullanılacak havagücüne sahip olmadığı için kimse bu silahlarla ne yapacağını bilmiyor. Suudi Arabistan nükleer kapasite için gereken bilimsel altyapıdan yoksun ve Mısır da ilk nükleer reaktörünü nereye inşa edeceğini 25 yıldan uzun bir süredir tartışıyor. Nükleer bir Ortadoğu hâlâ uzak bir hayal.

İran yüzünden kavga etmeyen yok
Yunanistan İran’ın nükleer silahından çok kendi finans kriziyle ilgileniyor gibi görünüyor, fakat Puşkin Restoranı’nda yapılan İsrail-Yunan diyaloğunun güzelliği, ‘İran bombası’nın ne kadar ilerlediği meselesinde yatıyor. Henüz varolmayan bu bombanın yapmayı
başardığı şeylerin bir listesi şöyle: ABD Çin’in kolunu bükmek için Tayvan’a silah satarken iki ülke arasında tehlikeli bir gerilim yarattı; Avrupa’nın füze savunma programını, İran’a karşı yaptırımlara yönelik Rus desteğinin rehini haline getirdi; fazla ağır yaptırımlar istemeyen ABD Başkanı Barack Obama’yla kapsamlı yaptırımları tercih eden Kongre arasında bir çatışmayı tetikledi; ABD yönetimi içinde İran’ın Afganistan ve Irak’ta istikrara katkıda bulunabilecek bir aktör olarak ele alınmasını isteyenlerle, bu yaklaşıma karşı çıkanlar arasında tartışma başlattı; Arap devletlerini, İran’ın bölgedeki hegemonyasından endişe duyanlarla bu ülkeye karşı İsrail’in yanında yer almak istemeyenler olarak böldü.
Dolayısıyla, İran daha tek bir bomba bile imal etmeden uluslararası politikayı etkileyen bölgesel bir süpergüç haline geldi. Dünyanın etrafında döndüğü bir ülke olarak konumunu korumak adına İran’ın bomba elde etmesine gerek bile yok. Dünyanın sinirlerini tekrar tekrar altüst etmesi için, sözgelimi, uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirmekten, yüzde 40, yüzde 60 ve yüzde 80 oranında zenginleştirmeye doğru ilerleyeceğini açıklaması yeterli. Dolayısıyla İran, bomba imal etmeye karar verip vermediğini belirlemeyi başaramayan Batılı istihbarat servislerinin ikilemini sonsuza dek sürdürebilir. İstihbarat servisleri İran’ın nükleer bomba geliştirmekteki çıkarını hâlâ tanımlayamıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın açıklamaları da bu kafa karışıklığını yansıtıyor. Clinton İran’ın, Devrim Muhafızları’nın rehini konumundaki askeri bir diktatörlük haline gelmenin eşiğinde olduğu konusunda uyarıda bulundu. Bu açıklama Devrim Muhafızları’nın nükleer silah elde etme yönünde ilerleyeceği anlamına mı geliyor? Nihayetinde, tecrübeli Devrim Muhafızları üyeleri karşı çıkarken nükleer programı ilerleten kişi, liberal cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’ydi. Her halükârda, askeri bir diktatörlük radikal bir İslami diktatörlükten daha mı kötüdür?
Devrim Muhafızları’nın, bir nükleer programın ve Ayetullahların tehlikeli bileşimi, İran’ı akılsız bir ülke gibi gösteriyor. Fakat eğer İran mantıksızsa, yaptırımlar onu neden korkutsun ki? Yaptırımlar İran halkının rejimi devirmesine mi yol açacak, yoksa yaptırım dayatılması halinde rejim Batılı düşman karşısında istikrar mı bulacak? Bu soruya kimse yanıt veremiyor ve zaten bir yanıt bulmak da imkânsız.

Uluslararası ortak haline gelmeli
Yaptırım yarışı süpergüçler için kendi başına bir prestij mücadelesine dönüştü ve İran da yönetmen rolünü oynuyor. Yaptırım dayatılması gerektiğinden şüphe duymak saygısızlık olarak algılanıyor. Bununla birlikte, İran’ın gerçekten bölgedeki bazı ülkeler gibi -Pakistan, Hindistan ve iddia edildiği üzere İsrail- nükleer silah elde etmesi durumunda bir çözüm sunabilecek yeni bir strateji belirlemekten başka seçenek yok. Böyle bir durumda tehdit nasıl etkisiz hale getirilecek? İran’ı dünya sorunlarının çözümüne katkıda bulunan bir süpergüç adayı olarak tahayyül etmek zor.
Yaptırımları formüle etme çabaları belki de, Tahran’ı uluslararası karar alıcılar kulübünün kararlarında bir ortak haline getirerek, ülkenin silahları kullanma motivasyonunu ortadan kaldırmanın bir yolunu bulmaya yönlendirilmeli. Nihayetinde bu çok da devrimci bir gelişme olmayacaktır: İran zaten çoktandır böyle bir rol oynuyor. (İsrail gazetesi, 21 Şubat 2009)

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT