1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Suriye trajedisi kaç “soykırım” yapar?
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye trajedisi kaç “soykırım” yapar?

04 Mayıs 2015 Pazartesi 08:50A+A-

Suriye'de insan hayatına, onuruna, haysiyetine kast eden şiddet bir süre sonra istatistiklere konu olacak şekilde artmış, tek tek her insanın maruz kaldığı ve her biri yeterince insanlık suçu barındıran şiddet giderek sayıların büyüklüğü içinde görünmez hale gelmiş durumda. O kadar ki, artık sayıların da bir önemi kalmamış gibi. 

Suriye'de rejime karşı protesto hareketlerinin kanla bastırılmaya başlandığı 2011 Mart ayından beri kaç kişi öldü, kaç kişi yerinden yurdundan oldu? Kaç zaman önceydi, bu sayı 400 bini geçmişti. Şimdi sayı kaça ulaştı, bunu önemseyen var mı dünyada?

Muhalifler son zamanlarda aralarında sağladıkları birlik sonucunda çok etkili çıkışlar yapmaya başladı. Bunun neticesinde yakın zamanda İdlib'i ve rejimin kontrolündeki bir çok yeri ele geçirdiler. Şimdi Haleb'i zorluyorlar. Lakin bu arada hakimiyet sağladıkları yerlere hemen rejimin hava saldırıları başlıyor ve bu saldırılarda uluslararası savaş hukukunca savaş suçu sayılan bombalar atılıyor. Varil bombaları çoluk çocuk, sivil ayırt etmeden düştüğü yerlerde korkunç ölümlere ve tahribatlara yol açıyor. 

Daha dün Halep ve İdlib'de savaşlarda bile kullanılması yasak olan varil ve klor bombaları atılması sonucunda onlarca çocuk hayatını kaybetti. Bu türden bombalamalar neticesinde her gün onlarca, yüzlerce sivil insan hayatını kaybediyor. Suriye'deki savaşın bilançosu artık bir milyon ölüm ve on milyonun üstünde insanın yerinden yurdundan kopuşuyla ifade edilebilir, sayısal olarak. Bu, Ermenilere yapıldığı söylenen cinsten kaç tane Soykırım eder? 

Suriye meselesinde kimyasal silahı kırmızı çizgi olarak kabul eden ABD, gözönünde gerçekleşen bir milyona yaklaşan ölümün karşısında bile daha aşılmış bir çizgi görememiş. 

ABD'nin göremediğini dünya da göremiyor tabi. Halkına karşı savaş açmış rejimin acımasız operasyonları sonucunda bir milyona yakın ölüm ve 10 milyona ulaşan bir tehcir sözkonusu, ama ortada soykırım denilecek bir şey, bundan sorumlu tutulacak kimse yok. Halbuki bugün gözlerinin önünde cereyan eden soykırımları görüp teşhis edemeyenler, yüz yıl önce gerçekleştiği söylenen ve hakkında bugünküne nazaran çok çok daha zor bilgi sahibi olabilecekleri bir olay hakkında kolaylıkla soykırım diye hüküm verebiliyorlar. 

Bosna'da neticede 250 milyon Müslüman'ın katledilmesine ve açıkça bir etnik temizlik hedefleyen operasyonda da uzun yargılamalar sonucu Uluslararası Mahkeme soykırım görmüş ama bu suçu irtikap eden kimseyi bulamadığını söylemişti. Yani ortada açıkça bir suç var ama suçlanacak kimse yok diyebilmişti. Oysa suçlu bal gibi ortadaydı.

Gözlerinin önünde cereyan edene karşı bu kadar kör, tarihte olana karşı bu kadar gözü açık kılan bir başka duyarlılık olduğu kesin. Biz o duyarlılığa kısaca islamofobi veya haçlı duyarlılığı demiştik de her gün bu duyarlılığı daha da görünür kılan örnekler yaşıyoruz. 

Kobani'de IŞİD'i dünyanın en cani örgütü olarak keşfeden ABD ve Avrupa ona karşı alelacele koalisyon kurarak bir insanlık trajedisini önleme şovuna imza attılar, ama her gün Suriye ve Irak'ta Kobani'den çok daha beter insanlık suçlarının gerçekleşmesine karşı kör ve sağır kalmaya devam ediyorlar. IŞİD vahşetinin dünyaya pornografik bir iştahla lanse edilmesine karşılık özelikle Irak'taki Şii Milislerin IŞİD'inkine rahmet okutacak katliamlarına ve Sünnilere karşı etnik temizliğine karşı tek bir kelime duymuyoruz. Bu eylemlerin neticesinde bölgede korkunç bir demografik ameliyat yapılmakta diyelim de bunun daha açık ifadesi tam bir etnik temizlik uygulanıyor. Bu insanlık suçlarının hiç birisi batı basınında dikkat çekecek biçimde en ufak bir yer bulmuyor. Ama Kobani için aynı dünya hop oturup hop kalktı da, Kobani'deki Kürtlere de neticede fiili yardımı yine sadece Türkiye yaptı. 

Oysa tutarlı davranıldığında hepsi aynı kategoride değerlendirilmesi gerekirken, soykırımlar veya insanlık suçları konusunda bu ikiyüzlü seçicilik nedendir?

Bu kadar örnekten hareketle bugün rahatlıkla diyebiliyoruz ki, soykırımın batılılar nezdindeki tanımı, ya kendilerine karşı yapılan suçlara karşı veya kendi destekledikleri unsurlara karşı uygulanmasıyla sınırlıdır. 

Kendi değerlerini veya çıkarlarını taşıyan, kendi gündemlerine uygun hareket eden unsurlara karşı yönelen bir direnişi rahatlıkla insan hakları baskısı altına alabilir, bu haklı direnişlerden bile, gereğinde dış yardım ulaştırabilmek için rahatlıkla her türlü insanlık suçu tanımı üretebiliyorlar. Ama kendi değerlerine uzak gördükleri insanlara ne yapılırsa yapılsın, umurlarında olmadığı anlaşılıyor. 

Dağlarda hiç bir geleneksel, ahlaki değer bırakmaksızın erkeklerle bir arada yaşayan PYD'li veya PKK'lı kadın militanların, erkekleriyle birlikte her türlü terör faaliyeti, cinayetleri, insanlık suçları bir özgürlük mücadelesi gibi lanse edilir. Onlara karşı harekete geçen başka bir şiddet ise bir anda gerici bir direniş gibi kurgulanabilir. Çünkü bu haliyle o kadınlar artık Müslüman dünyaya ait hiç bir şeyi temsil etmiyor, bütün varlıklarıyla batılı değer dünyasına ait sayılıyorlar.

Aynı şey Suriye'deki Nusayriler için de sözkonusu. 4 yıldır bir milyona yakın insanı öldüren Esad'a hiç kimse “sünni öldürüyorsun” demedi de, bir milyon insanını kaybetmiş halk biraz ayağa kalkıp ilerleme kaydeder etmez bir anda Alevilere karşı katliam tehlikesi ve ihtimalinden bahsedilmeye başlandı. 

Türkiye baştan beri Suriye'de veya başka yerde kimin öldürüldüğüne veya kimin öldürdüğüne bakmaksızın sadece katliamları ve insanlık suçlarını hedef alıyor. Kimden gelirse ve kime karşı olursa olsun. Buna karşılık katliamlar karşısında sergilenen bu ikiyüzlü seçicilik de batılıların soykırım duyarlılığında ne kadar ırkçı veya islamofobik bir motivasyon içkin olduğunu gösteriyor.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT