1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Suriye Baas rejimi çökerken, bütün bölgeyi de ateşe atmak istiyor..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye Baas rejimi çökerken, bütün bölgeyi de ateşe atmak istiyor..

28 Temmuz 2012 Cumartesi 02:38A+A-

[email protected]

Dünyaya bakışları açısından, aralarında üç aşağı- beş yukarı, temel bir fark görülmeyen müslüman kesimler arasında, Suriye Buhranı ortaya çıktığından beri, bu zamana kadar yaşanmamış derecede bir ayrılık meydana geldi..

Elbette dünyadaki gelişmeler ve oluşumlar karşısında, bazen kendi içimizde farklı görüşler oluşabilirdi ve dışımızdaki güç merkezleriyle de bazen benzer görüşleri paylaşır duruma gelebilirdik.. Ama, bu kez meydana gelen ayrılık, neredeyse, birbirlerine gizli bir husûmet, düşmanlık ve hattâ gizli veya açık propaganda savaşı ilan eden taraflar duruma düşürdü bizleri..

Halbuki, çok az bir istisnasıyla, hemen hepimiz, öteki ülkelerdeki 40 yıllık, 30 yıllık, çeyrek yüzyıllık rejimlerin devrilmesi ihtimali gündeme geldiğinde, onların iktidarda kalmalarını isteyenimiz hemen hemen yoktu.. Ve gelişmelere; o rejimlerin devrilmesi sonrasında sonra karşılaşılacak problemlerin, sıkıntıların o kadar basit olmayacağını da bilerek, yine de sempati ile bakıyor ve 'Sular durulmaz, bulanmadan..' diyorduk..

Ama, o tâgûtî  rejimlerin tahakkümlerine karşı patlarcasına ayaklanan halk kitlelerini emperyalizme karşı direnme merhalesine nihayet geldiler diye sevinçle alkışlayıp selamlarlarken,  sıra Suriye'ye gelince..

Evet, son 50 yıldır katı laik-Baas ideolojisine dayanan askerî bir rejimin  ve 43 yıldır da sırtını küçük bir inanç grubuna dayayan (Baba-Oğul Hâfız ve Beşşar) Esed Hanedanı'nın pençesinde bulunan Suriye'ye gelince..

Önce bir afallama oldu ve İran, Suriye'deki halk patlamasının, emperyalizmin propagandalarına aldanmış kitleler olduklarını açıklayınca.. Bazı kesimler, yapılan bu değerlendirmeyi aynen kabullenmeyi, bir inanç bağlılığının gereği bildiler.. Ve hâlâ da, öyle biliyorlar..

Delilleri de, mevcud Suriye rejimine karşı çıkanların Amerikan emperyalizmiyle aynı paralelde hareket ettikleri iddiası..

Halbuki, her uluslararası sıkıntı veya buhran konusunda, tavrını belirlemekte çeşitli devletler farklı noktalara düşebilirlerdi..

Nitekim, Rusya da, Sovyet Komünist İmparatorluğu günlerindeki eski gücüne kavuştuğunun zannıyla, yanına Çin'i de alarak, eski haşmetli günlerinden Doğu Akdeniz'de elinde kalan son ülke olarak Suriye'yi vargücüyle destekliyor; tıpkı İran gibi.. Ve Türkiye de, 60 yıldır NATO üyesi ve 200 yıldır da Batı'cı bir siyasetin çerçeve genel çerçevesi içinde olduğu için, Amerika ve diğer kapitalist Batı ülkeleriyle aynı safta gözüküyor..

Ama, görülüyor ki, Türkiye, bununla da yetinmiyor.. Çünkü, Türkiye, NATO ve Amerika'nın, kendisini bu konuda yarı yolda bırakacağını, emperyalist güç odaklarının, kendisinin ensesi üzerinde hele de güçlendikçe, devamlı bir kılıç sallıyacağını, Kuzey Irak'daki Kandil Dağı'nı PKK karargâhı hali getirip gözetenin Amerikan emperyalizmi olduğu gibi  başka örneklerden de hissederek, NATO çerçevesi dışında bir tavır geliştirmeye çalışıyor..

Nitekim, şimdi de, aynı Amerikan emperyalizmi, Suriye Buhranı konusunda, başlangıçta takındığı tavrı yumuşatıp, yarım asırlık Suriye Baas rejimine ve 43 yıllık Esed Hanedanı karsışında ikircikli oynamaya ve sonunda da,  Esed muhaliflerine muhalefetini de ortaya koymaya başladı.. Ki, 26 Temmuz günü, bu durum, İran medyasında bile, 'Amerika, Esed'in muhaliflerine de muhalefet ediyor..'  şeklinde yer almaya başladı..

Çünkü, USA ve bütünüyle kapitalist Batı emperyalizmi, radikal olarak nitelenen İslamî unsurların devreye daha güçlü olarak girmeye başladıklarının ipuçlarını hissettikçe, Tunus ve Mısır'daki acı tecrübeyi Suriye'de de tekrar  yaşamak ve siyonist İsrail rejiminin yanıbaşında, İslamî eğilimleriyle tanınan odakların, bir diğer İkhwan rejiminin devreye girmesini istemiyor.  Nitekim, 27 Temmuz günü, İran medyasında yer alan ilginç görüşlerden birisi de, Birleşik Arab Emirlikleri'nin Emniyet Genel Müdürü'ne aid olanı idi. 'Bizim zenginliklerimiz, paralarımız Batı bankalarında büyüdükçe, bizlerin aleyhindeki entrikalar da daha bir büyüyor..' diyen o kişi, 'Tunus, Mısır ve Suriye gibi ülkelerde varolan İkhwan eğilimli kadroların İran Körfezi bölgesine girmesine izin verilemiyeceğini, İran Körfezi'nin kırmızı çizgi olarak bilinmesi gerektiğini' iddia ediyor ve İran medyası bunu yeni bir müttefik bulmanın heyecanı içinde benimseyerek veriyordu..

Esasen, Suriye Buhranı'nı sürünceme bırakan Kofi Annan Planı'nın da ayanı emperyalist odaklarca, Esed'in elini nasıl daha bir güçlü hale getirdiği, cinayetlerini nasıl daha bir pervasızca ve BM.  Güvenlik Konseyi tavsiyelerine uygun olarak işlediği ortada.. Ki, sadece o planın uygulamaya konulduğu son 4 ay içinde bile, öldürülenlerin sayısı 6-7 bini geçmiş olup, halihazırdaki toplam rakamlar 20 binin üzerinde telaffuz edilmektedir.. Ve BM ve bütün emperyalist çevreler ise, hâlâ, Kofi Annan Planı deyip duruyorlar..Halbuki, bu planın Suriye Buhranı'na bir çözüm getirmeyeceğini ve rahatsızlığını Erdoğan, daha o  günlerde açıkça dile getirmişti.. Muhtemelen, o, Suriye'nin kuzeyindeki bir takım gelişmeleri tahmin etmiş ve bu günleri görmüştü..

*

'Arab, türk, vs.' adına devletler oldukça, kürdler adına da devlet kurmak isteyenler de olacaktır!

Türkiye ise, Suriye Buhranı'na, geçmişte bu ülkeden kendisine yönelik PKK tezgahlı  tehlikenin daha büyük tehlikeler oluşturacağının hesabı içinde bulunuyordu.. Üstelik, 400 yıl birlikte yaşanmış  bir geçmiş ve sınırın her iki tarafında onbinlerce ailelerin akrabalık bağları ve de 910 km.lik bir müşterek sınır vardı..

Şimdi ortaya çıkan tablo, Erdoğan'ın belki açıkça ifade etmediği bazı endişelerinin devreye girmekte olduğunu gösteriyor ve anlaşılıyor ki, her devlet, kendisinin kısa ve uzun vâdedeki maslahat ve menfatlerini hesab ettiği gibi, Erdoğan da, Suriye Buhranı'nın, bu yangının, bitişik hane durumundaki Türkiye'ye de sıçrayabileceğini öngörmüş olmalıdır.. Bu gibi kaygular, Amerika ve Rusya veya başkalarının umurunda bile olmaz, tabiatiyle...

Bu gelişmeler olurken, Kuzey Irak'dan sonra Kuzey Suriye de, Türkiye için nasıl bir yangın yeri haline gelmeye aday olduğunu gösteriyor..

Burada, T.C. medyasında, kocaman başlıklar atılıyor, 'Büyük Kürdistan kuruluyor?' diye..

Ortalıkta bir velvele..

Siz, son bir asırdır, devamlı 'Büyük Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye..' derseniz, birilerinin de,   sizin uzun zaman yasakladığınız Kürdistan  isminden sonra, bir de 'Büyük Kürdistan..' diyeceğini tahmin etmelisiniz..

Yığınla arab devletlerinin, yığınla, türk devletlerinin varlığından gururla sözederseniz.. Ve o rejimlerin ve devletlerin gerçekte, türk veya arab halklarının gönlündeki temel doğrulara göre değil, emperyalist güçlerin parçalayıp bölme emellerine göre şekillendiğini gözönünde bulundurmazsanız; birilerinin de kürd halkı adına bir Kürdistan devleti kurmak istemesini kabul etmek zorunda kalırsınız.. Müslüman halkların başında, onlara hükmeden devletlerin şu veya bu kavim adına oluşturulmuş devletler varolduğu sürece, başkaları da kendi kavimleri adına devletlerini kurmak isteyeceklerdir. Buna bugün için hayalî haritalar diye karşı çıkabilir ve güç gösterileriyle bunları önleyebileceğinizi sanabilirsiniz, ama,  100 yıl önce de, arab kavmi adına, arnavut kavmi adına devlet kurmak istemenin ne saçmalık olduğunu bizzat Mehmed Âkif dile getiriyordu.. Bugün ise,  her ikisi de var.. Hele arab halkları adına kurulmuş olanlar , onlarca..

Erdoğan'ın ve sadece Erdoğan'ın değil, onun durumundaki hemen her müslüman siyasetçinin açmazı da burada.. Kendi kalbindeki değerleri hayata geçirmekte henüz güç bulamadığını düşünerek, Başbakanlığını 10 yıldır üstlendiği ve temelde laik ve türkçü / kavmiyetçi bir temel üzerinde bir asra yakın zamandır tahakkümünü sürdürmekte olan kemalist sistemin genel çerçevesi içinde hareket etmeye ve o çerçevenin zarara uğramaması için,  mevcud durumu korumaya ve kurtarmaya çalışıyor.. Ve bu sistem ve benzerleri temellerinden değiştirilmediği müddetçe, bu çelişkiler,  açmazlar sürüp gidecektir.. Ve hemen bütün müslüman coğrafyalarında da, çok daha sağlıklı bir yönetim biçimi gerçekleştirilebilmiş değildir, müslümanlar..

*

Ama, daha da ilginç olan, cihanşumûl bir anlayışla, inançlarını her şeyin üstünde tuttukları kabul edilen ve bu bakımdan diğerlerinden daha bir farklı kabul edilen  ve bunun için de 'İslâmcı' diye nitelenen nicelerinin bile, sırtlarında Erdoğan'ın olduğu  gibi bir yumurta küfesi de taşımadıkları halde,  Suriye Buhranı'nın gelişme merhaleleri karşısında, coğrafî sınırların cenderesine düşmeleri..

Nitekim, birkaç noktadaki silahlı gruplar değil, hemen bütün Suriye şehirlerinde, durum kontrolden çıkmışken, ve Beşşar Esed, hemen bütün şehirleri harabeye çevirdiği gibi, tıpkı Saddam'ın son günlerinde kullandığı 'Savaşların Anası' deyimini tekrarlıyarak, Haleb üzerine de vargücüyle bomba yağdırırken; hâlâ da, bu zulüm düzeninin İsrail rejimine karşı direniş çebhesi olduğu söylemini tekrarlamakta ve acı gerçeğe ve katliâma ve onbinlerin, yüzbinlerin feryadına ise, kulaklarını tıkamaktalar.. Suriye Baas rejimi ve Esed Hanedanı,  kendilerine savaş açıp, topraklarını işgal eden siyonist İsrail rejimine karşı, kendi halkına işlediği bu korkunç düşmanlıkların yüzde birini bile göstermiş midir?

Bu arada, Beşşar Esed'in,  bu zamana kadar, teröristleri ezmekten dem vururken, şimdi, terörist suçlamasından daha ileri geçip, bir iç-savaş'tan sözetmesi ve Haleb'e karşı girişecekleri nihaî saldırı için 'savaşların anası' deyimini kullanması, gerçekte, hükûmet edemediğinin ve kontrolü yitirdiğinin ve onu tekrar ele geçirmek için son bir kez çırpınacağının bir delili olarak kabul edilmelidir..

Bu gelişmeler olurken, daha da acı olan, bunca cinayetler karşısında ve Haleb bile bombardıman edilirken, büyük ve İslamî temeller üzerinde kurulması için muazzam bir inqılab ateşinin içinden geçmiş olan İran medyasından hiç bir itiraz sesinin yükselmemesi!.. Ama, Esed rejiminin zafer açıklamaları, manşetlerden, '500 terörist öldürüldü, 2000 terörist öldürüldü..' şeklinde sevinçle veriliyor..

*

Daha da ilginç olan ise, bir stratejik değerlendirmenin bugünlerde önemli bir sitede yayınlanabilmiş olması..

'Arabların yeni Osmanlı İmparatorluğu'ndan nefretleri' !?

İran'ın stratejik yorumlar yapmasıyla ve sahibinin geçmişteki çok önemli vazifeleri ve halihazırdaki resmî sıfatları açısından daha bir önemli olan 'tabnak' isimli sitede, 26 Temmuz günü, 257290 numaralı, 'Arabların, yeni bir Osmanlı İmparatorluğu'ndan nefretleri'  başlığı altında yayınlanan yorum, ilginçti..

Burada, Osmanlıcılık yapmak veya yapmamak gibi bir konudan ziyade, arablar adına, daha başkalarının devreye böyle girmesi ve ilginç yorumlarda bulunurken, bunun gerçekte, kim ve ne adına yapıldığı, üzerinde durulması gereken bir hassas konu olmalı... Yalnız, bu istikametteki bir görüşün henüz birkaç gün önce, 24 Temmuz tarihli gazetelerde yer alan şekliyle, İsrail rejiminin dışbakanı Avigdor Lieberman tarafından Türkiye'li medya elemanlarına hitaben, 'Erdoğan İslam dünyasının lideri olmak istiyor.  Bu nedenle İsraille ilişkilerin düzelmesini istemiyor.. İsrail bunun için en iyi yol..' şeklinde sarih olarak dile getirildiğini de hatırlayalım..

Sözkonusu yorumda şunlar dile getiriliyordu:

('Adalet ve Kalkınma Partisi'ne bağlı Hükûmet'in işbaşına gelmesinden bu yana, bu ülke tarafından başlatılan hareketlenmeler, gelişmeler, bir imparatorluğa veya Osmanlı İmparatorluğu'nun  ihyası yönündedir.

Tabnak'ın bildirdiğine göre, Türkiye'nin bu hareketi, arab halklarının Türkiye'ye karşı duydukları nefret hissinin perde gerisinde, alttan alta daha bir şekillendiği bir sırada gerçekleşmektedir. Çünkü, arablar, Türkiye devletinin niyetinin Osmanlı İmparatorluğu'nu ihya etmek ve İslam dünyasının ve arab âleminin liderliğini ele geçirmek olduğundan haberdarlar.. Bu yüzden de, kendi içlerinde, bu ülkeye daima menfi, olumsuz bir tutumları bulunmaktadır.

Diğer taraftan, araştırmalar Türkiye halkının ve toplumunun arablardan nefret ettiğini göstermektedir. Zira, 'türkler', 'arablar'ı Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının aslî etkeni olarak görmektedirler..

'Türkler' ve 'arablar' arasındaki bu iki taraflı nefret, bu zamana kadar örtüler altında idi.. Ama, son birkaç aydır, yavaş yavaş, açığa çıkmakta ve arab dünyasının muhtelif haber kanallarındaki makaleler ve yorumlar şeklinde yayınlandığı görülmektedir.

Bu cümleden olmak üzere, facebook gibi sosyal medyada Türkiye ve Osmanlı imparatorluğu'nun ihyası'  planı aleyhinde yazılanlar bu nefretin  göstergesidir. Bir örnek olarak, bu sosyal medya sahifelerinden birisinin adı,  «لا للامبراطورية العثمانية»      '-arabcasının tam karşılığıyla- Osmanlı İmparatorluğu'na, hayır!' şeklindedir.

Zâhiren yeni açılan bu sahifede yer alan 'Türkiye Devleti'nin Gerçeği' başlıklı ilk konuda, beş temel cümleye verilmiş ki, bunlar, Türkiye Dışişleri Bakanı ve Türkiye'nin iktidar partisinin teorisyeni Davudoğlu'nun konuşmalarından alınmış olup, bu cümlelerde 'türkler'in, 'arablar' aleyhindeki kötü niyeti görülmektedir:

Bu cümleler aşağıda verildiği şekildedir: (Cümlelerin arabçaya  tercümeleri de verilmiş)

1-Davudoğlu: 'Osmanlı İmparatorluğunu ihya etmek için, Arab Âlemi'ni ele geçirmeliyiz.'

2-Davudoğlu: 'Arab âlemi'ni ele geçirmek için, Beşşar Esed hükümetini devirmemiz gerekir.'

3-Davudoğlu: 'Kur'an Mekke'de nâzil oldu, Mısır'da okundu, amma, Osmanlılar eliyle yazılıp yaygınlık kazandı..'

4-Davuoğlu: 'Azametli geçmişimizi ihya etmemiz gerekir.. Ki, Osmanlı Devleti, bunun için emsalsiz bir örnektir..'

5-Davudoğlu: 'Osmanlı İmparatorluğu'nu, Arab ülkelerini tahrik etmeden ihya etmemiz gerekir..')

*

Evet, 'tabnak'çılar, bu ilginç siteleri niçin böylesine hassasiyetle arayıp taramışlar, dersiniz!!..

8 yıllık İran-Irak Savaşı yıllarında, Saddam Irakı'nın İran halkını da devamlı ağır şekilde suçlaması ve aşağılamasına rağmen; İslam Cumhûriyeti makamları, Saddam ve Baasçı kadroları dışında, Irak halkını asla  husûmet ve nefretle anmamaya dikkat gösterilmişken, şimdi, 100 yıl öncelerden ortaya çıkan ve bugün de gündemde tutulmaya çalışılan bir düşmanlık ve nefretin, 'İslamî' bir cenahta durulup, sonra da bir devlet siyaseti için canlı tutulmak istenmesini nasıl yorumlamalı?

Evet, farklı görüşlere sahib olabiliriz, ama, müslüman olarak, kendi görüşümüzün doğruluğunu isbat etmek veya kendi menfaatlerimizi garanti altına almak adına, her yol ve aracı mubah bilmek gibi bir usûlümüz de var mıdır? Ve, var deniliyorsa, bunun inancımızla bağdaşmasını nasıl izah edeceğiz? Görüş farklılığı, Haqq anlayışı üzerindeki bir yorum farkından gelse,  tahammül edilebilir.. Ama, şu veya bu devletin stratejik maslahat veya menfaatleri uğruna, kan içici, bir zulüm düzeninin mevcud cinayetlerine, gelecekteki muhtemel fayda veya zararlar adına gözyummak, işte burası daha bir acı..

(Bu satırlar üzerine, niceleri, bu satırların sahibinin gerçekleri göremediğini iddia eden yorumlara yine sarılacaklardır.. Başkalarını eleştirdikleri kadar, biraz da kendilerini gözden geçirip eleştirirlerse, o da bir faydadır..)

*

Ve, onbinleri öldürdükten sonra, sahneye kurtarıcı olarak çıkmak mı?

Bu arada, birkaç kelimeyle de, Menaf Tlas konusuna değinelim....

Bu kişi, Beşşar Esed'in çocukluk arkadaşı..Çünkü, babası General Mustafa Tlas da, Beşşar'ın babası Hâfız Esed'in 30 yıllık iktidarı boyunca, onun en yakın cinayet ortaklarından..  Hama Faciası'nda da..

Çünkü, o da, Savunma Bakanı idi..  İktidar paylaşımında, -guyâ-, sünnî kesimden birisi olarak yerini almıştı..

General Mustafa Tlas, Beşşar Esed'i işbaşına getirenlerden birisi idi..

Menaf Tlas, Beşşar'la  o kadar arkadaş dı ki, o da, Temmuz başına kadar, orduda en etkili yerlerdeydi.. Yani, onbinlerce insanın kanı onun elinde de var..

Menaf, Temmuz başında ülkeden çıktığı anlaşıldı.. Önce Fransa'ya gitti.. Sonra İstanbul'a geldi..

Ahmed Davudoğlu , 26 Temmuz akşamı, ona bir iftar vermiş, uzun uzun görüşmüşler..

Tamam, siyasettir, diplomasidir, vs..

Ama, onun kanlı elini sıkarken, Davudoğlu, nasıl bir duygu yaşamıştır..

Zor bir meslek, diplomasi... En zor durumda bile, iç dünyanızı yansıtmayacak ve gülümsemeyi yüzünüzden eksik etmiyeceksiniz.. (İran'da 16 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan Ali Ekber Velayeti de  1991- Irak/ Amerika zıdlaşması günlerinde Bağdad'a gitmiş ve bir milyona yakın insanın öldürülmesinden sorumlu olan Saddam'la el sıkısırken, yüzünden tebessümü eksik etmemek zorunda kalmıştı..)

Anlaşılıyor ki, Menaf Tlas, şimdi, gelecekteki muhtemel iktidar şekillenmesinde, Suriye'nin üzerinde yine ve belki de daha etkili bir yerde olmak istiyor.. Ama, 20 binden fazla insanın  öldürülmesinin sorumlularından birisi Beşşar'ın hemen yanı başında, kendisi de değil midir?

Haydi, Menaf Tlas'ın bir hesabı var; ya o, sayıları sadece Türkiye'ye geçen 50 bine yakın sığınmacı arasında, bulunan ve sayılarının, 20'yi geçtiği bildirilen generallere ne demeli? Diğer alt rütbeli askerleri geçelim, ama, bu generaller, ülkelerini ve askerlerini, birliklerini terkedecek yerde, o zâlim yönetimin etkili yerlerinde, çok etkili olabilecek insanî vazifeleri yerine getiremezler miydi?

*

Yaz aylarında boğulmalar arttıkça, hatırlanabilecek bir örnekle yazıya son verelim..

Boğulmakta olanların kurtarılması yöntemi bilinmezse, yardım için yaklaşanlar da boğulurlar.. Çünkü, boğulmakta olan kişinin şuûru bulanmıştır, sizi görür görmez, hemen boğazınıza yapışır ve kurtulmak ümidiyle sizi de kendisiyle birlikte suyun dibine doğru çeker.. Halbuki, kurtarmak isteyen ve de iyi yüzme bilen kimse, boğulmakta olana, kendisini göstermeden ve boynunun arkasından yaklaşıp, boynundan çekmesi gerekir.. aksi halde, kendisini de kurtaramıyabilir..

Suriye Baas rejimi ve Beşşar da, bugün, 'Ben hâkim olmayacaksam, bütün Roma yansın!' diyerek, Roma'yı ateşe verip, sonra da 'şehri İsevîler yaktı..' diye, suçu başkalarının üzerine atan Neron gibi, 'Mâdem ki, ben batıyorsam, herkes de batmalı..'diyor.. Kendi ideolojisi ve dünya görüşü açısından, kendilerine göre izahını yapmıştır..

Bizdeki kemalist-laikler de aynı şeyi söylemiyorlar mı..

'Ülkeyi bırakırsak küllük halinde bırakırız.' diye..

Evet, ideolojik iktidar mücadelesi böylesine keskindir..

Bir ülkeyi elinde tutmak isteyenler, kendi halkından da olsa, iktidarı başka bir taifenin  ele geçirmek istemesi durumunda, orayı küllük halinde bırakmazlarsa, uzlaşmayı esas almışlar demektir; savaşı sonuna kadar götüremezler..

Irak'daki Saddam ve Baasçıları gibi, Beşşar ve Suriye Baasçıları da bu konuda, ideolojisine ve idealine bağlılık örneği açısından, tersinden ilginç bir örnek sergilediler, sergiliyorlar..

YAZIYA YORUM KAT

8 Yorum