1. YAZARLAR

  2. Samir Salha

  3. Sudan'ı ikiye bölecek referandum
Samir Salha

Samir Salha

Yazarın Tüm Yazıları >

Sudan'ı ikiye bölecek referandum

20 Ekim 2010 Çarşamba 00:36A+A-

600 kabileden oluşan ve 35 milyona varan nüfusu ile Afrika kıtasının en geniş toprağı olan Sudan, çok çetrefilli mücadeleler ve yoğun baskılar sonrasında 1956'da Mısır ve İngiltere'nin ortak kondominyumunun (idaresinin) sona ermesiyle bağımsızlığını kazanmıştır.

Ancak dokuz Afrika ülkesine komşu olması ile bölgede özel bir konuma sahip olan Sudan, geride kalan yarım asırlık sürede istikrara kavuşmak bir yana iki farklı devletin ilanına kadar gidecek bir parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Güney ile Kuzey arasında 47 yıl öncesine dayanan sorunun kökeni aslında bağımsızlığın da öncesine, 1930'lara kadar uzanmaktadır. Daha da uzak bir geçmişe gitmek gerekirse Hıristiyan dünyasının 19. yüzyıl sonlarından itibaren Güney Sudan'a yönelik olarak artırdığı misyonerlik faaliyetleri ile birlikte bölünmenin tohumları atılmıştır. İki toplum arasındaki çatışmalar özellikle 1955'te yoğunlaşmıştır. 1972 Addis Ababa Anlaşması'yla kısmen de olsa huzura kavuşan ülke 1983 yılına kadar sakin bir dönem geçirmiştir. Ancak 1983'te bu kez uluslararası güçlerin müdahalesi ile ülke bir buçuk milyon Sudanlının hayatını kaybettiği çok daha büyük bir iç savaşa sürüklenmiştir.

Temmuz 2002'de yapılan Masakuş Anlaşması ile temeli atılan, bir yıl sonra güvenlik ve zenginliğin paylaşımı konularını kapsayacak şekilde somutlaştırılan, 2004'te güney ve kuzey arasındaki otorite paylaşımının gündeme getirilmesi ile Sudan'ın dağılma süreci ivme kazanmıştır. 2005'teki Nifaşa Anlaşması'nın ruhuna uygun olarak farklı etnik ve dinsel kimliklerin kabulü, Sudan'ın gücünü oluşturan her iki toplumun ayrılma yönünde psikolojik olarak hazırlandığını göstermektedir.

Aslında Güney'in, ana yurttan ayrılmasının boyutları sadece Sudan ile sınırlı olmayıp; tüm bölgeyi ve uluslararası camiayı etkisi altına alabilecek bir gelişmedir. Yaklaşık altmış gün sonra yapılması planlanan referandumun sonucu, büyük bir kuşku ve istikrarsızlığa yol açacağı gibi aynı kaderi paylaşan ve ülkesinin bütünlüğünü korumak isteyen topluluklar için de son derece olumsuz bir örnek teşkil edecektir. Sudan'ı özel kılan, içeriden yerel güçlerin kararı; dışarıdan ise başta ABD, Avrupa ve İsrail olmak üzere uluslararası toplumun himayesi altında bölünen ilk Arap ülkesi olmak yolunda ilerlemesidir.

Sudan'da 1978'den itibaren çıkarılmaya başlanan petrolün % 85'lik kısmını günlük 490 bin varillik üretimiyle Güney Sudan bölgesi kontrol etmektedir. Başta güneyin bu zenginlikten kuzeye pay verip vermeyeceği olmak üzere, Güney ile Kuzey'i ayıracak sınırın belirlenmesi, göçebe kabilelerin hareketliliklerinin ne şekilde çözümleneceği, henüz netleşmeyen sınır bölgelerinde yaşayan 14 milyon Sudanlının kaderi ve bölünme sonrasında Darfur'un geleceğinin ne olacağı meseleleri referanduma giden yoldaki başlıca engeller olarak sayılabilir. Kaldı ki ayaklanmanın eşiğinde olan ve hızla silahlanan "El Mesiriye" kabilesinin kontrolündeki Abiye Sınır Bölgesi'nin geleceğinin belirsizliği de en az bu sorunlar kadar önemli bir gerçektir.

Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir'in "yönetiminin başta ABD kaynaklı olmak üzere dış müdahalelere maruz kaldığı, referanduma odaklanan güneylilerin Batı ve İsrail'den destek alarak bu müdahalelere çanak tuttuğunu, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Darfur suçlaması aracılığıyla kendisinin devre dışı bırakılmak istendiği ve Sudan'ın teröre destek veren ülkeler listesine alınarak ekonomik ve askerî ambargolara maruz bırakıldığı" tezlerini öne sürmesinin onu önümüzdeki günlerde yaşanması muhtemel bir bölünmenin vebalinden kurtarmayacağı kesindir.

Bu açıklamalara tepki gösteren Güney Sudan Halk Kurtuluş Hareketi lideri Salva Kiir ise El Beşir yönetiminin bir ayrıcalık olan Sudan mozaiğini koruyamadığını, bölgenin kalkınması için gerekli olan sosyal, siyasal, ekonomik projeleri hayata geçiremediğini belirterek Güney'in artık birleşme gibi bir talebinin olmadığını dile getirmiştir. Kiir'in açıklamalarında doğruluk payı olsa da Güney yönetiminin ayrı bir bayrak ve marş oluşturması, askerî birliklerinin merkezî orduya dahil olması çağrılarını geri çevirmesi, pek çok yabancı devletin temsilcilikler açmasına izin vermesi gibi eylemlerinin sorunun çözümünden çok derinleşmesine hizmet ettiğinin görülmesi gerekmektedir.

Sudan'ı uzun yıllardan beri arka bahçesi olarak gören Mısır, son gelişmeler karşısında pozisyonunu ayrılmanın kesinleştiği fikrine göre değiştirmiş ve ayrılmadan en az hasarla nasıl çıkılacağı hususunda stratejiler geliştirmeye başlamıştır. Aslında Kahire'yi düşündüren en önemli husus, kaynağını güneydeki Afrika ülkelerinden alan Nil Nehri'nin denetimi meselesidir. Mısır, Nil üzerindeki kontrolünü kaybetmemek için Güney Sudan'da şekillenebilecek yeni durumu göz önünde bulundurarak Beşir yönetimini de Güney yönetimini de idare etmekten çekinmemektedir.

Sudan'daki gelişmeleri en az Mısır kadar yakından takip eden ve bu ülke ile ilgili olarak uzun vadeli strateji geliştiren diğer bir ülke de İsrail'dir. Anlaşılan odur ki İsrail hükümetleri Sudan'da İngiliz genel valisi olarak görev yapan Lord Horatio Herbert Kitchener'in 'Nil'in kaynağını kim kontrol ederse tüm bölgeyi de denetimi altına almış olur' yönündeki söylemini kendisine rehber edinmiştir. Nitekim Afrika devletleri ile yakın ilişkiler geliştirmeye önem veren İbrani Devleti bu politikasının odak noktası olarak Nil Nehri'nin kaynak ülkeleri olan Uganda ile Etiyopya'yı görmüştür. İsrail'in bu stratejisinin arkasında, Nil'in paylaşımı hususundaki sözleşmelerin değiştirilmesi meselesini Mısır'a karşı bir koz olarak kullanmak istemesi yatmaktadır. Güney'in devletini tanıyacak ve hâlihazırda sürdürülen işbirliğine aleniyet kazandırarak daha geniş kapsamlı bir düzeye çıkaracak ilk devletlerin ABD ve İsrail olması kimseyi şaşırtmamalıdır.

Güneyli ve Kuzeyli liderler arasında Etiyopya'da yapılan pazarlık ve görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanarak askıya alınması ülkeyi büyük bir krizin eşiğine getirmiştir. Fakat, en karamsar senaryo Güneylilerin Kuzey'le işbirliği yapmadan, tek taraflı bir biçimde BM'nin şemsiyesinde referanduma gitmeleri ve bağımsızlığı tercih etmeleri olacaktır. Böyle bir sonuç, tedaviden çok kangren olan kolun kesilmesi anlamını taşıyacak bir ara formülden öteye gitmeyecektir.

Her ne kadar birçok Batılı ülke Sudan'da yaşanan gelişmeleri özgürlük mücadelesi ve bir halka kendi kaderini tayin etme hakkının tanınması olarak yorumlamışsa da Sudanlılar bağımsız devletlerinin bütünlüğünü korumak hususunda iyi bir sınav verememişlerdir. Bugün için Sudan'ı bölünme yolundan ancak ülkedeki tüm etnik ve dinsel yapıların desteğini alacak, birliği ve bütünlüğü koruma esasına dayanan yeni bir anayasanın yapılması ve Sudanlıların, Batı'nın "Demokles'in kılıcı" olarak kullandığı Ömer el Beşir'in UCM'de yargılanması kartını etkisiz kılmaları çevirebilecektir. Bunun ilk adımını atmak için 21 Ekim'de yapılması planlanan Ulusal Birlik Toplantısı son şans olarak durmaktadır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT