1. YAZARLAR

  2. Ümit Kardaş

  3. Söyleyecek başka sözünüz yok mu?
Ümit Kardaş

Ümit Kardaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Söyleyecek başka sözünüz yok mu?

31 Mart 2011 Perşembe 03:58A+A-

Tunus ve Mısır'da, otoriter diktatörlük rejimlerine karşı şiddet barındırmayan, belli bir ölçüde sivil itaatsizlik niteliği taşıyan eylemler, ne yönde gelişeceği henüz kestirilmese de, demokrasi yönünde kısmi açılımlara yol açtı.

Diktatörler, yönetimi bırakmak zorunda kaldılar. Oysa Libya'da çatışmacı aşiret yapıları, diktatörün büyüklük duygusu ve hırsları bu değişime imkân vermedi. Kaddafi, muhalifleri silah gücüyle ezmeye kalktı, binlerce insanın ölümüne neden oldu. Bunun sonucu olarak başını Fransa, ABD ve Birleşik Krallık'ın (İngiltere) çektiği koalisyon güçleri NATO üzerinden Libya'ya müdahale etti. Bu noktada kamuoyu ikiye ayrıldı: Bir kısım görüş sahipleri, Libya'nın bağımsız bir ülke olması nedeniyle dış müdahalenin, özellikle Batı'nın çıkarları göz önüne alındığında hukukî ve ahlakî olmadığını savundular. Bazıları ise kendi yurttaşlarına karşı şiddet kullanarak katliama kalkan yönetimlerin meşruiyetlerini kaybetmiş olmaları nedeniyle dünyanın buna seyirci kalamayacağını ve müdahale edilmesi gerektiğini söylediler. Tüm bu görüş sahiplerinin göz önüne almadıkları en önemli husus küresel organizasyonların yapıları, hangi amaca hizmet ettikleri ve hakikat, adalet, özgürlük, eşitlik, insaniyet gibi yüksek insanî değerlere göre davranıp davranmadıklarıydı. Kuşkusuz bir ülkenin bağımsızlığı ve kendi kendini yönetmesi önemlidir. Ancak despotik bir yönetimin kendi toplumunun bir kısmına şiddet uygulaması, insanlık suçları işleyerek onları imhaya kalkışması adil bir dünyada seyredilemez. İşte buna seyirci kalamayacak bir dünyada bu müdahalenin amaçlarının, ölçüsünün ve sınırlarının yüksek insanî değerler ölçü alınarak hukukî meşruiyet doğrultusunda hangi organının iradesiyle belirleneceği ve müdahalenin hangi güçle nasıl uygulanacağı çok önemlidir. Ne yazık ki tartışılmayan budur. Mesele çok yanlış olarak mevcut verili sistem üzerinden alışılmış klişelerle tartışılmaktadır. O halde mevcut sisteme bir bakalım.

'Birleşmiş Milletler' (BM) ifadesi ilk kez Roosevelt tarafından önerilmiş ve yine ilk kez 1 Ocak 1942 tarihli Birleşmiş Milletler Bildirisi'nde kullanılmıştır. Roosevelt, Churchill ve Stalin'in Yalta Konferansı'nda özellikle Güvenlik Konseyi'nin oylama usullerine ilişkin uzlaşmaya varmaları üzerine 25 Nisan 1945'te San Francisco'da bir konferans toplanarak yeni örgütün anayasasının hazırlanması çalışmalarına başlanmıştı. Bu çalışmalar, katılanların oybirliğiyle bugünkü BM Antlaşması'nın (Şartı) ve Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'nün kabul edilmesiyle sonuçlanmış, söz konusu antlaşma 26 Haziran 1945'te imzalanıp 24 Ekim 1945'te yürürlüğe girmişti. BM 51 asli üyeyle kurulmuş, daha sonra kabul edilen üyeler ile üye sayısı 192'ye ulaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası galip devletlerini güçlü ve tek söz sahibi kılan bu örgütlenmenin amacı uluslararası barış ve güvenliği sağlamak, uluslar arasındaki dostane ilişkileri geliştirmek, ekonomik, sosyal, kültürel veya insanî nitelikteki sorunların çözümü, insan hak ve özgürlüklerine saygının geliştirilip özendirilmesi için uluslararası işbirliğini gerçekleştirmektir. Ancak BM'nin yapılanmasında her üyenin temsil edildiği Genel Kurul, 5 sürekli, 10 geçici üyeden oluşan Güvenlik Konseyi'ne göre daha yetkisiz ve işlevsiz kılınarak Güvenlik Konseyi'ne geniş yetkiler tanınmıştır.

Savaşın galipleri ABD, Birleşik Krallık, Rusya ve Fransa, Çin'i de yanlarına alarak BM Güvenlik Konseyi'nde 5 sürekli üye olarak yer edinmişlerdir. BM Güvenlik Konseyi kararları, üye ülkeler tarafından verilen bir önergenin, 15 üye ülkeden dokuzu tarafından kabul edilmesi ve BM Güvenlik Konseyi sürekli üyesi ülkelerden birinden ret oyu almamış olması şartıyla alınır. 15 üyenin birleştiği bir kararda bir sürekli üyenin muhalefeti, söz konusu kararın alınmasını engelleyebilmektedir. Hatta bir sorunun usul mü, yoksa esas sorunu mu olduğu meselesi tartışma konusu olabilmekte, sürekli üyelerden birinin muhalefeti durumunda söz konusu sorun gündeme dahi gelmeyebilmektedir. Bu Konsey'de karar alınabilmesi, 5 sürekli üyenin çatışan çıkarlarının dengelenmesiyle veya güçlü olan üyenin diğer üyeleri tehditle veya ödülle kendi çizgisine çekmesiyle olanaklı olabilmektedir. Söz konusu Konsey'de 5 ülkeye sürekli üyelik statüsü verilmesi antidemokratiktir. Üstelik söz konusu BM Antlaşması'yla Güvenlik Konseyi'ne verilen yetkiler düşünüldüğünde durum daha vahimleşmektedir. BM Antlaşması'nın 12. maddesine göre Güvenlik Konseyi, bir uyuşmazlık veya herhangi bir durum karşısında Antlaşma'nın kendisine yüklediği görevleri yaptığı sürece Genel Kurul bu uyuşmazlık veya durum hakkında Konsey istemedikçe hiçbir tavsiyede bulunamamaktadır. Yine Antlaşma'nın 24. maddesine göre üyeler, uluslararası barış ve güvenliğin korunması sorumluluğunu Güvenlik Konseyi'ne verdiklerini ve Konsey'in, bu sorumluluğun kendisine yüklediği görevleri yerine getirirken kendi adlarına hareket ettiğini kabul etmektedirler. Bu görevlerin yapılmasında Güvenlik Konseyi, BM amaç ve prensiplerine uygun olarak hareket edecek, meydana gelen uyuşmazlıkların barış yoluyla çözülmesinin yanında kuvvet kullanılması hususundaki yetkilerini de kullanacaktır. Güvenlik Konseyi'nin oluşumu, oylama usulleri ve yetkileri göz önüne alındığında BM'nin 5 sürekli üye tarafından yönetildiği açıktır. Bu yapılanmanın evrensel hukuka aykırı ve antidemokratik olduğu görülmektedir. Bunun dışında bu Konsey'in aldığı kararlar (mesela İsrail'in Gazze ablukasını kaldırması yönündeki karar)muhatap devlet tarafından uygulanmayabilmekte ve buna karşı bir yaptırım uygulanamamaktadır. Veto yetkisine sahip beş sürekli ülke olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık aynı zamanda dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir. Dünya silah ticaretinin baş aktörlerinden oluşan Güvenlik Konseyi sürekli üyesi ülkelerin dünya barışına kalıcı katkıda bulunacak kararlar almaları mümkün gözükmemektedir. Uluslararası barış ve güvenliği, dostane ilişkileri geliştirmek, ekonomik, sosyal, kültürel veya insanî nitelikteki sorunların çözümü ve insan hak ve özgürlüklerine saygının geliştirilip özendirilmesi konusunda uluslararası işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuş bulunan BM Sistemi dünyanın istediği barış, gelişme ve güvenlik gereksinmelerini doyurabilecek durumda değildir. Uluslararası bir örgüt olan BM tüm dünyayı kapsasa da büyük ölçüde Güvenlik Konseyi sürekli üyesi ülkelerin isteklerinin gerçekleştirilmesine araç olmaktadır.

DEMOKRATİK BİR BM MÜMKÜN

Yukarıda belirtilen nedenlerle BM Genel Kurulu'nun tavsiye organı olmaktan çıkartılarak bir parlamento ve bağlayıcı kararlar alan bir organ durumuna getirilmesi, özellikle askerî güç kullanımını gerektiren kararların Genel Kurul'ca alınması, Güvenlik Konseyi'nin yürütme organı durumuna getirilmesi, sürekli üyeliklerin kaldırılarak Konsey üyesi olacak ülkelerin belli bir süre için Genel Kurul'ca seçilmesi demokratik bir yapılanma için ön koşuldur. Küreselleşmenin ancak dünyada demokratik bir üst yapılanma sonucu alınacak siyasi kararlarla adil sonuçlar doğurabileceği ve ulus-devletlerde de demokratik standartların ancak böyle sağlanabileceği açıktır. BM rejiminin demokratikleşmesiyle birlikte uluslararası ekonomik örgütlerin de(IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi) demokratik BM rejimi içine alınması gerekmektedir.

Silahsızlanma BM rejiminin en önemli meselesidir. Kuşkusuz BM Güvenlik Konseyi sürekli üyelerinin silahsızlanması, gelişmekte olan ülkelerin silahsızlandırılmasından daha önemlidir. Gelişmekte olan ülkelere biyolojik, kimyasal, nükleer silah teknolojilerini satan, bu ülkelerdir. O halde güçlü ülkelerin silahsızlanması, dünya kaynaklarının insana ve doğaya yönlendirilmesi ancak dünyada yeni bir demokratik yapılanmanın kurulmasıyla olanaklıdır. BM rejiminin demokratikleşmesi bunun için önemlidir. Ancak bu takdirde, insanlık için tehlike oluşturacak bir duruma askerî müdahalede bulunmak gerektiğinde bu kararı BM Parlamentosu alacak ve emrindeki BM Barış Gücü'nü kullanabilecektir. Bu nedenle BM Barış Gücü güçlendirilmeli, NATO gibi örgütler kaldırılmalıdır. İnsanların bugün savaşa karşı çıkmanın ötesinde dünya sistemini de sorgulamaları gerekmektedir. Çelişkilerin egemen olduğu, ele avuca sığmayan, değişen ama değişirken çelişkileri artan ve çözülerek parçalanan bir dünyada yaşıyoruz. İnsanı ve doğayı temel alan küresel bir demokrasi için, ülke içi dinamiklerin demokratik bir süreçte harekete geçirilip bu amaca hizmet edecek küresel yeni yapılanmalara eklemlenmesi gerekmektedir. Bugünkü sistemin devam etmesi, karşımıza küreselleşmiş kaotik bir üçüncü dünya çıkarabilir.

Dünyanın neresinde olursa olsun insanlığa karşı suç işleyen, sivillere karşı şiddete dayalı bastırma operasyonları uygulayan despotik yönetimlere adil bir dünya seyirci kalamaz. Ancak yapılacak müdahalenin hukukî ve ahlakî amaç, hedef ve sınırlarını demokratik bir mekanizmanın belirlemesi gerekir. Diğer bir deyişle silah üretiminde ve satışında başı çeken güçlü ülkelere de müeyyide uygulayabilecek bir yeni yapılanma. Buna hayal dersek söyleyecek bir sözümüz kalmamış demektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT