1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. ‘Sosyal ve Siyasal Olayları Değerlendirmede Vahyi Ölçü’
‘Sosyal ve Siyasal Olayları Değerlendirmede Vahyi Ölçü’

‘Sosyal ve Siyasal Olayları Değerlendirmede Vahyi Ölçü’

Marmara Üniversitesi Düşünce ve Hikmet Kulübü bu dönem başlattığı “Periyodik Çalışmalar” başlıklı iç çalışmalarının ilkini Bahadır Kurbanoğlu ile yaptı.

01 Mart 2015 Pazar 02:42A+A-

Marmara Üniversitesi Düşünce ve Hikmet Kulübü bu dönem başlattığı “Periyodik Çalışmalar” başlıklı iç çalışmalarının ilkini Bahadır Kurbanoğlu ile yaptı. ‘Sosyal ve Siyasal Olayları Değerlendirmede Vahyi Ölçü’ adlı program Teknoloji Fakültesi Konferans salonunda gerçekleştirildi.

Vahyin bize her alanda rehberlik ettiğini hatırlatarak sözlerine başlayan Kurbanoğlu, bireysel alandan aile, çevre, sosyal ilişkilere, dolayısıyla ve tabiidir ki siyasi ilişkiler, siyaset, sosyal ve siyasal olaylara bakış konularında bu rehberliği gördüğümüzü söyledi.

Vahyin 23 yıl içinde inişinin gözlemlendiğinde o dönemde yaşanan sosyal, siyasal, ekonomik olayların bir bütününün görüleceğini söyleyen Kurbanoğlu, İslam’ın sosyal-siyasal olaylara müdahalesi olup olmadığının tartışılıp, müdahalesini savunanların marjinal ilan edildiği tartışmaları anlattı.

Kurbanoğlu özetle şu değerlendirmelerde bulundu:

“Doğru bir hareket hattı oluşturabilmek için 4 ana unsur olan usuli netlik, tarih değerlendirmesi, toplum ve sistem tanımı yapılmalıdır. Bunlardan bir tanesi usuli netlik. Yani bizim Kur’an ve sahih sünnet dediğimiz usuli netlik konusu. Bunun hallolması lazım. Bunun hallolmadığı durumlarda siyasal sosyal alanlarda birçok marazın ortaya çıktığını biz görüyoruz. Tabii dikkat ederseniz usul haricinde diğerleri yorumsal alanlar. Yani zamandan zamana değişkenlik gösterebilecek alanlar.

Diyelim ki 60’larda çift kutuplu dünyada yaşıyorsunuz. Bu dünyayı tanımlayabilmek için bir tarih perspektifine ihtiyacınız vardır ama mesela diyelim ki eğer 2000’leri yaşıyorsanız ve hala çift kutuplu dünyanın ezberleriyle meselelere yaklaşıyorsanız buralarda marazlar çıkacaktır. Dolayısıyla doğru bir tarih perspektifi, doğru bir sistem tanımlaması, doğru bir toplum tanımlaması bu açıdan çok önemlidir.

Toplumu tanımlarken de değişkenliklerin olabileceğini hesap ederek tanımlamak lazım. Bazıları şöyle der “siz 50-60’lı yıllarda bu toplum için böyle konuşmazdınız”. Konuşmazdık çünkü o toplum farklı bir toplumdu, daha kırsaldı, başka şeyleri önemsiyordu, siyasetin içinde yoktu. Bununla Erbakan Hoca’nın 68-69’larda yavaş yavaş siyasetin içine girdiği, MNP’yi kurduğu daha sonra anti-siyonist söylemin Türkiye’de geliştiği, mütedeyyin insanların siyasetin içine girdiği, o dönem böyle bir dönemdi. Siyasal parti nezdinde bir taraf olma, bir tavır ortaya koyma, siyasette söz söyleme, beğenirsiniz beğenmezsiniz. Siz bir toplumu orada politize ediyorsunuz. Politize olmamış olanla olmuş olanı ayırt etmek gerekiyor.

Hakeza sistem tanımlaması, biraz somutlaştıralım. 90’lardaki Türkiye Devleti’ni düşünelim. Örtülü darbelerin olduğu, Muammer Aksoy’ların, Uğur Mumcu’ların, Bahriye Üçoklar’ın, Ahmet Taner Kışla’nın öldürüldüğü. Eşref Bitlis’in uçağının düşürüldüğü, Özal’ın şüpheli ölümünün gerçekleştiği, 28 Şubat’a giden taşların dizildiği, Müslümanlar’ın orada faili meçhul cinayetlere kurban olarak seçildiği bütün İslami yapıları, cemaatleri, kişileri. O süreçte devletin bir doğu politikası, Kürt politikası vardı. Generallerle yapılan röportajlar vardı. “Kürt yoktur, Dağlı Türkler dağdan inerken Kart-Kurt sesleri çıkarmışlardı bilahare bu Kürt olmuştur” diyorlardı. 5 bin köyün yakılması vaka-i adiyeden sayılıyordu. Şimdi benim o gün yapacağım sistem tanımıyla bugün yapacağım sistem tanımı aynı olabilir mi? Mesela geçmişte sistem tanımları ulus devlet sınırları dahilinde yapılırdı. Yani bugün çizilmiş olan ulus-devlet sınırları, ulusalcılık algısı neyse sistem tanımları da ona göre yapılırdı. Ancak özellikle son 15 yıllık süreç ve 2011 intifadalarından bu yana yaşadıklarımız ufkumuzu farklılaştırdı. Bu açıdan sistem tanımlarımızın genişlemesi ve bazı ilkelere göre yaniden tanımlanması elzem hale geldi.

Sosyal ve siyasal değerlendirmelerde Kur’an genellemeci tavra karşı çıkıyor.

Toplum değerlendirmesinde geçmiş sahife fıkhına dikkat çeken Kurbanoğlu, geçmişte darul harp darul İslam ayrımına yönelik ya da “bütün toplumu müslüman”, “bütün toplumu kafir” olarak değerlendiren yaklaşım biçimlerine eleştirilerde bulunduktan sonra, toplumla ilgili muhafazakar, liberal, sosyalist gibi klişe değerlendirmelerin de indirgemeci riskler barındırdığını sözlerine ekledi. Toplumların itikadi ve kimliksel tanımlarına giderken, onların problemleriyle, sorunlarıyla bağ kuran yaklaşım biçimlerinin meczdilmesinin gerekliliğinin altını çizen Kurbanoğlu, genellemeci yaklaşımların zaaflarına da değindi. Ehli kitaptan Alevilere ve Kürtlere kadar çeşitli genellemecilik türlerinin sosyal ve siyasal alanda retoriksel zaaflarına değinen Kurbanoğlu, bunların kitlelerin birbirlerini tanımaları ve anlamalarıyla alakalı sorunlarına da değindi. Bir topluluğa olan kinimizin bizi adaletsizliğe sevketmemesi gerektiğine ilişkin de örnekler veren konuşmacı, Yahudileşme temayülüne de son dönemde yaşanan siyasal hadiseler üzerinden örnekler verdi.

Kurbanoğlu konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:

“Sosyal siyasal olaylara vahyi bakış bir çabadır. İşin doğrusu bizim bir sosyal ve siyasal fıkhımız yok. Yani böyle hazır reçete, şu kitabı okusak da aydınlansak diyebileceğimiz bir şeyimiz yok Kur’an’ın dışında. Yaptığımız bütün yorumlar hayat tecrübesine dayalı, ilkelerde sabit kalmayı hedefleyen sözler ve şüphesiz yorum bunlar. Ama bu yorumdur diye şöyle de bakmamak lazım, herkes yorum yapıyor sonuçta. Ama yorumu nass gibi dayatmamak lazım. Şimdi mesela 2011 olayları başlamış. Hemen birileri yazı yazmaya başladılar: Bu işin arkasında Amerika var İsrail var. Oysa öncelikle bu işin içindeki emekleri görmeleri gerekiyordu.”

Komploculuk Hastalığı ve Vahyi Perspektifin Zedelenmesi

Kurbanoğlu bu konuda da şu değerlendirmelerde bulundu:

“Mesela Suriye meselesi. Kafaları müthiş karıştırdılar. İşte orada vekalet savaşları var istihbaratlar birbirine girmiş öbürleri tetikçi bilmem ne. Yapmayın arkadaşlar. Bunu söyleyen insanlar bir güne bir gün gidip Suriyeli mülteci kamplarını ziyaret etmediler. Bir gün o Suriye sınırından geçip de ya bu insanlar ne çekiyor ne yapıyor ne ediyor şey yapmadılar. Bir güne bir gün bu insanlar için yardım yapılan faaliyetlere katılmadılar. Halbuki bu insanların hepsi faaldi. Bakın Bosna sürecinde 92-93’lerde bu insanlar inanılmaz faaldiler. Hiç kimse Bosna’ya giden silahların nereden gittiğini sormuyordu. Onlarca ülkeden, Müslüman ülkeden silah gidiyordu. Suud da gönderiyordu İran da gönderiyordu Türkiye de gönderiyordu. Hiç kimse Bosnalılara nereden silah geliyor diye sormuyordu. Gıda yardımları, yiyecek yardımları şu bu, herkes yardıma koşuyordu. Bosnaya gidip gelenler döndüklerinde övünüyorlardı. İşte Bosna mücahidi olarak anılıyorlardı, Bosna’yı şiir olarak yazıyorlardı, Bosna öyküleri yazıyorlardı. İyi de yaptılar. Olması gereken oldu.

Sahada emek harcamadan sadece Kur’an okumak sağlıklı bir siyasi perspektif kazandırmaz
“Doğru bakışımızı besleyecek şey kardeşler alana, sahaya gözümüzü dikmek ve emek harcamak. Emek yoksa istediğiniz kadar Kur’an okuyun, Kur’an ayeti ezberleyin emek yoksa ortada o emeğin karşılığı olmayacaktır çünkü Kur’an herkes için emeğinin karşılığı vardır diyor.

Mesela dar da olsa bir Marksist kesim pek çok maalesef İslami çevreden çok daha basiretli çok daha hikmetli, sahici tespitler yaptılar. Neden? Çünkü Suriye’deki yerel direniş komitelerinden bilgi alıyorlardı. Ve yerel direniş komiteleri onlara şöyle mesajlar geçiyorlardı, yazılarında paylaşıyorlardı: normalde aslında biz silahlı boyuta geçmek istemiyoruz ama burada birçok grup var çevre var silahlı şeye geçmek istemiyor ama şartlar oldukça zorluyor ve biz bu noktada belli bir koalisyonun içerisine de katılabiliriz çünkü her eylemde şu kadar çocuk şu kadar genç öldürülüyor, insanlar evlerinden alınıp götürülüyorlar, işkence görüyorlar. Şimdi kimden bahsediyor bu Marksist arkadaşlar? Orada mağdur olan Müslümanlardan bahsediyor. İşte burada işlemeyen fıtri vahiy diyelim vicdana, birilerince bir türlü işletilmeyen vicdan bakın bu arkadaşlar tarafından işletildi. Çünkü sahici resme odaklandılar, gerçekler neyse onu anlamaya çalıştılar. 

Meseleleri değerlendirirken ayetler bize ışık bir fener olur bir anahtar olur ama kapıları açıp içeri girecek olanlar bizleriz. Bizim emeğimiz, tabii ki burada bireysel emeklerden bahsetmiyorum sadece. Toplu emeklerden bahsediyorum, birliktelik halesi oluşturmadan, yardımlaşmadan bahsediyorum.”

Bir olayı değerlendirirken orada verilen emeği görmek durumundayız

Olayları değerlendirirken bir emeğe saygı göstereceğiz arkadaşlar. Tahrir’den, eylemlerden buraya geldik. 2 milyon insanı 18 gün boyunca orada tutuyorlar. Bunların yemek, su, tuvalet ihtiyacı var, dağılmamaları gerekiyor. Buraya saldırılar olabilir, bu insanların korunması gerekiyor. Şimdi bu kolay bir şey mi? Bunu bir organizasyon olmadan nasıl yapacaksınız? Bu emeğe saygı duyun bari, yok arkasında ABD var İsrail var. Ne oldu Temerrüt hareketleri başladı ama aynı tezleri tekrarlamaya devam ediyorlar bunun görülmesine rağmen. Ha demek ki olayların arkasında ABD, İsrail falan yokmuş. Hani Mursi’yi onlar istiyorlardı? Hani Gannuşi’yi onlar getirmişlerdi? Libya’da nereden çıktı Hafter? Hafter’e ihtiyaç var mıydı? Zaten Libya’da Kaddafi’yi devirenler zaten ABD İsrail’in adamları değil miydi? Nereden çıktı silahlarla, uçaklarla desteklenen darbeci Hafter? Şimdi demek ki yok şu sivil toplum kuruluşunun hazırladığı raporlar falan, tabii ki dikkate alırız ama dikkate aldığımız bir şeyi resmin bütünü gibi algılama ve algılatma cihetine giderseniz burada işte biraz evvel o yüzden Kur’an’daki o genelleme yapmamadan bahsettim. Ne hakla? bundan kulak, gözler bütün uzuvlarımız şahitlik etmeyecek mi? 

Zan, hakikat namına bir şey ifade etmez

Zanda bulunduğunuz bir şeyi nasıl insanlara nass gibi dayatabilirsiniz? Bakın benim şu anda söylediklerime de birisi itiraz edebilir. Buyursun gelsin itiraz etsin ama delillerini ortaya koysun, benim gibi delilli konuşsun. O zaman saygımız var, deriz ki oradaki fikrimizde bir şey olabilir bir bakalım, bir tartalım. Delil ortaya koyacaksınız, öyle atıp tutmayacaksınız.”

“Algı operasyonlarına karşı uyanık olmak zorundayız” diyen Kurbanoğlu, aynı zamanda “Halkın maslahatına çalışanların hatalar yapsalar da meşru bir zemin üzerinde hareket ettikleri”ne dair örnekler sundu.

Kur’an bizi hayatın içerisine itiyor, tağuti düzen deyip sıyrılma hakkımız yok
“Şimdi biraz evvel komploculuğa değindik. Ötesinde bizim şöyle bir sıkıntımız var. Uzun yıllardır İslami kesimlerin özellikle, siyasal ve sosyal olaylara katılım noktasında sistemi tağuti sistem olarak gördüklerinden hiçbir şekilde işte, talepte bulunurum veya işte bir sorunu dile getiririm ama çözüm önermem şeklinde bir yaklaşım içinde olduğunu gözlemledik yıllarca. Yani bu şu demektir, Kürt sorununa ilişkin söz söylerim ama çözüm üretmem. Diyelim ki referanduma katılmam beni ilgilendirmiyor. Hatta beni ilgilendirmiyordan öte şirktir vesaire. Bu uzun bir tartışma ama bunların marazlı olduğunu söylemekle yetineyim, çünkü Kur’an bizi hayatın içerisine itiyor. Eğer burada bir tevhid-şirk çatışmasından bahsediyorsak biraz evvel ifade ettim. Tevhid-şirk ikilemi kimlik boyutunda savunulması gereken bir ikilem. Bunu siz siyasal alana ölçüsüzce ve klişeler ışığında taşırsanız bir sürü marazlar ortaya çıkar, sıkıntılar ortaya çıkar.

Ed-Din, Celb-i Mesalih ve Def-i Mefsedef için gelmiştir

Maslahattan bahsettim biraz evvel. Gannuşi en son çıkan İslam devletinde kamusal özgürlükler kitabında da vurguladığı bir şey var. Müslümanların sahip olması gereken siyasal ve sosyal fıkha ilişkin. Diyor ki biz Şatibi’nin yolundan gidiyoruz. Nedir o? Ed-Din şunun için gelmiştir: Celb-i mesalih ve def-i mefsedet. Eğer buradaki insanların, sadece Müslümanları kast etmiyorum, faydasına olan şeylerin bir araya getirilmesine, zararına olan şeylerin def-ine çalışıyorsanız iyi bir şey yapıyorsunuz. İşte din bunun için gelmiştir diyor. Dolayısıyla hani bizim cihad dediğimiz şey aslında bütün hayatı kapsayan bir şeydir. Bütün o siyasi sosyal meseleler de bunun içerisine giriyor. Siz burada aslında bir cihadın, bir mücahadenin bir mücadelenin içerisine girmiş oluyorsunuz. Yoksa cihad dediğinde elinle silahla, bir sahada bulunmak, bir ovada bulunmak bir dağda bulunmak karşıdaki düşmana kurşun sıkmak, bu kıtal boyutudur ve bu zorunda olunduğu için yapılan bir şeydir. İstenen bir şey değildir İslam’a göre. Dolayısıyla hayatın bütünü zaten cihadın kendisidir. Ama bu istenen bir şeydir. Kur’an insanların o mücadele ve mücahadeyi bütün hayatları boyunca yapmasını istiyor.

 “İsmet Ademiyetledir” perspektifine sahip olmalıyız

Ebu Hanife diyor ki “İsmet Ademiyetledir”. Yani insanların o dokunulmazlıkları, can, mal, akıl, nesil, din dediğimiz dokunulmazlıklar bizatihi Allah’ın bütün insanlara bahşettiği bir şeydir. Ve ismet olarak, dokunulmazlık olarak adlandırılır. Kutsal dokunulmazlıklardır bunlar, Allah her insana doğuştan vermiştir. Mesela John Lock bunu bir kitabında bahseder üç tanesini sayar, der ki şüphesiz ki biz Müslümanlar’dan bu konuda çok şey öğrendik der. Bu önemli bir itiraftır. İsmet ademiyettir demek şu demek, insanların dokunulmazlıklarının korunması kimlikleri üzerinden olmaz. Yani bu sadece Müslümanlar için geçerlidir, Hıristiyan, Yahudiler vesaire için geçerli değildir diye bir şey olmaz. Diyelim ki bu bir devletin vatandaşları için geçerlidir diğerleri için değildir. Mesela bu tartışmayı yapmışlar Şafiilerle Hanefiler aralarında bir dönem. Şafiiler diyor ki bazıları “bu saydığınız şeyler zaten bir devletin doğal kontratıdır, devlet zaten buna uymak zorundadır, söylenmesine dahi gerek yok”. Hanefiler diyorlar ki “hayır, bir devlet zaten buna mecburdur, bu tartışılmaz ki. Ama eğer güçlüysek, gücümüz varsa dünyanın öbür ucunda bir adamın ayağına diken batsa gidip çıkarmakla yükümlüyüz.” Buradan doğan bir siyasal, sosyal perspektifi bir düşünsenize. Ve bütün üretimler, işte demin Şatibi’nin bahsettiğim şey de bununla alakalı. Biz öncelikle böyle bir perspektife sahip olmalıyız.

Teheccüd’ü siyasal sosyal olayları değerlendirmeye çevirebiliriz

Adil bakış açısını yakalayabilmek için bir usuli netlik gerekir, iki emek gerekir. Araştırma yapmak gerekir, kafa patlatmak gerekir, alın teri dökmek gerekir, geceleri uykusuz kalmak gerekir, teheccüdü buna çevirmek gerekir. Teheccüd’ün anlamı neydi? Hazırlanmak.. Ne zamana hazırlanmak? Ertesi güne hazırlanmak. Önümüzdeki süreçlere hazırlanmak. Çünkü sizi çok şey bekliyor diyor Cenab-ı Allah orada değil mi. Gündüz senin yapacağın çok işler vardır diyor. Hangi işler vardır? Dolayısıyla bir anı yakalamamız lazım, an içerisinde ne olup bitiyor takip etmemiz lazım. Siyasal ve sosyal olaylardan beri kalamayız. Bunlar bizi ilgilendirmiyor, biz zaten evde Kur’an çalışmaları yapıyoruz, Siyer çalışmaları yapıyoruz. Yapacaksın tabi ki. O senin usuli netliğini sağlamak için. Ama gündemi takip etmek aynı zamanda bir Kur’an çalışmasıdır. Karikatürize bir şey söyledim ama gündem takibi bir Kur’an tefsiridir. Kur’an’ı tefsir etme çabasıdır. Tefsir nedir ki? Niye yapılır ki? Yapan adamlar niye yapmışlar ki? İnsanların hayatını kolaylaştırmak, doğru bakış açıları sağlamak için. Eğer bugün günümüzde bu anlamıyla tefsir çalışmaları ilahiyatlardan şuradan buradan çıkmıyorsa bizim an be an gün be gün bunu yapmamız lazım. 

Kimliğimizi korumak için sahaya inmemiz lazım

Hataya düşmekten korkmamamız lazım bakın ormana karşıdan bakmak olmaz. Ormanın içine gireceksin koşturacaksın ayağına yaban otları dolanabilir, olabilir. Ama karşıdan bakmanın hiçbir özrü yoktur. Bu bize neyi getirir? Bu olaylardan uzak kalmak pasifizmi getirir, atıllaşmayı getirir. Çarpık bakış açılarını getirir bakın kimlik korumak için bunu yapıyorsunuz. Ben temiz kalmalıyım, tevhidi bir anlayışa sahibim, tertemiz kalmalıyım. Bembeyaz bir sayfam var o kirlenmesin. Bütün bu kötülükleri var ya bütün bunları sistem yapıyor, beni ilgilendirmiyor, onlar kendi aralarında dövüşüyorlar, o beni hiç ilgilendirmiyor. Ya da bakıyorum işte günahlarını izliyorum, onların günahlarını izliyorum. Çok bildik dergilerden birinin önde gelen şahıslarından biriydi, 2005’te bu konuşmayı yaptı. Ya Kürt sorunu mu var dedi. Ne açıdan? Onlar tevhidi bilince sahip değiller ki. Aynı cümleyi ben 93’te de duymuştum birinden. Hadi o zaman belki tolere edilebilir bir yanı olabilir çünkü Müslümanlar yeni yeni bir takım meselelerin içine giriyorlar falan. 2004-2005 olmuş Kürt sorunu mu var e tevhidi bilince sahip değiller. Ben de dedim ki Hz. Musa dedim kavmini Firavun’un elinden kurtarmaya gittiğinde tevhidi muvahhid falan mıydı o halk? Hz. Musa’ya demediler mi sen bize geldikten sonra da gelmeden önce de zulmedildi. Başına kakmadılar mı o kadar mucizeleri görmelerine rağmen? Aslında Kur’an bize bunların işaretlerini veriyor bakın deniz yarılıyor, öbür tarafa geçiriliyo süreç bitmiyor devam ediyor hayat bitmiyor. Kimileri buzağıya tapıyor, kimileri Musa’nın yanında kalıyor falan. Hayat devam ediyor. Ardından nankörlük başlıyor, ardından 40 yıl şu bu oluyor. Bakın hani an içerisinde güzel bir şey yaptım, an içerisinde kötü bir şey yaptım, üzüldüm sevindim. Böyle değil, hayat devam ediyor. Ve sizin sağlıklı bakış açılarınızla işte biraz evvel bahsettim.

Emeklerimiz istişarelerle bereketlendirilmeli

Tabii ki Kur’an çalışmalarınız usuli anlamda belirleyecek ama beslenmezseniz hayatı tefsir etme anlamında, nas ile vakıa arasında, nas ile olgu arasında ilişki kurma konusunda zihninizi işletmezseniz bakın beraber, sadece yalnız başınıza bilgisayarın karşısında da demiyorum. Birlikte istişareleşerek, çalışmalarınıza konu edinerek. Nasıl yapabilirsiniz mesela? Diyelim ki haftada bir toplandınız, tamam bir çalışma yapıyorsunuz, güzel tarih şu bu. Bunun yanına diyelim ki bir derginin gündem tartışmasını ekleyebilirsiniz. Veya o hafta birbirinizi zorlarsınız işte bu haftanın olayları ne, bu siyasal gündeme bir bakalım, takip edelim diyebilirsiniz. Bu sizi akademik çabalarınızdan, derinleşmelerinizden alıkoyacak bir şey olmamalıdır elbette ki o derece bir yoğunlaşmadan bahsetmiyorum. 

Müslümanlar hayatlarının sonuna kadar mücadelelerinin sürdürmek zorundadır

Nefis muhasebesi haktır, Ye’se kapılmak haram!

Cihadı konuştuk, mücadeleyi konuştuk. Siyasal ve sosyal olaylarda kendimizi temize çıkarmayalım, bunun da altını çizelim. Eksik bıraktığımız ne olabilir diye soralım. Öte taraftan da ye’se düşmemeliyiz. Bu yasaklanmıştır. Dikkat edin siyasi tahlillerin çoğuna yeis var arkadaşlar. Bundan sonra okuyacağınız yazılarda biraz ona dikkat edin. Mesela “Bu İslam coğrafyasında hiç kimseden bir şey olmaz”. Peki aynı kişinin ben bir yazısını okuyorum diyor ki “Afganistan’da, Irak’ta Amerika batağa saplandı”. Biraz evvel dedin ki üst akıl var, bizden adam olmaz şimdi dedin ki Amerika batağa saplandı. E kim sapladı? Soru sorun. Biri size bir tespit yaptığında soru sorun, hemen kapılmayın. Bir şüphe koyun orada bir soru işareti koyun. Delil arama önemli, delilini sorun, yazısının içerisinde bakın, dipnotuna bakın.”

Program soru cevap kısmının ardından sona erdi.

Haber:  İsmail Yavuz 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum