1. YAZARLAR

  2. Joost Lagendijk

  3. Sorumluluktan kaçamazsınız
Joost Lagendijk

Joost Lagendijk

Yazarın Tüm Yazıları >

Sorumluluktan kaçamazsınız

27 Temmuz 2011 Çarşamba 03:15A+A-

Norveç'te doğup büyümüş aşırı sağcı bir İslamofobiğin onlarca kişiyi katletmesinden sonra hem ABD'de hem de Avrupa'da bunun nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair büyük bir tartışma başladı.

Bu tartışmadaki en hassas konulardan biri aşırılık yanlısı kişilerin gerçekleştirdiği şiddet eylemleriyle Avrupa'daki aşırı sağcı popülist partilere artan destek, yanı sıra ABD'deki İslam karşıtı ideologların artan etkisi arasında nasıl bir bağ olduğu. Diğer bir ifadeyle, Norveç'te tanık olduğumuz türden korkunç eylemlere zemin hazırladıkları için aşırılıkçı siyasetçileri ve köşe yazarlarını mı suçlamalıyız? Ya da, böyle bir bağlantı kurmaktansa herkesi kendi eylemlerinden sorumlu tutup 'Bunlar münferit olaylardır' mı demeliyiz?

Amerikalı İslam karşıtı blogcuların Norveç'te yaşanan drama verdikleri tepkilerle başlayayım. Bombayı yerleştiren ve onlarca çocuğu soğukkanlılıkla öldüren kişinin sarışın bir Norveçli olduğu ortaya çıktıktan sonra İslam eleştirmenleri katili harekete geçiren sağcı ve İslam karşıtı ideolojiyi gözden uzak tutmaya çalıştılar. Anders Behring Breivik, kendi başına hareket eden meczubun tekiydi. Washington Post'un internet sitesindeki blogda bir okur, alışkanlık olduğu üzere İslamcı terörizmi tüm Müslümanlara mal eden bir tavırla, en tanınmış iki profesyonel İslamofobik Pamela Geller ile Robert Spencer'in tepkilerini Oslo'daki terörist saldırılarla karşılaştırdı. Geller, 'Atlas Silkiniyor' blogunun sahibi ve İslam'ı en yüksek sesle eleştirenlerden biri. Geller, kendi sitesinde, Breivik'in eylemlerinden onun ve onun gibi cihat karşıtı yazılar kaleme alan kişilerin de sorumlu olduğu iddiasının gülünç olduğunu belirtti. 'Jihad Watch' internet sitesini yöneten ve İslam'ı totaliteryen bir ideoloji olarak sunan birkaç kitap yayımlayan Spencer, büyük bir öfkeyle "Norveç'te olanların bizim savunduğumuz şeylerle uzaktan yakından ilgisi yoktur." diye yazdı. Washington Post blogcusu şunları söylüyordu: "Geller ve Spencer şimdi dünyanın kendi kariyerleri boyunca yaptıkları şeyi yapmamasını istiyor, yani bir terör eyleminin suçunu bütün bir topluluğa atfetmek ve yüklemek... Amerikalı Müslümanlardan gönül rahatlığıyla esirgedikleri hoşgörü ve anlayışın şimdi kendilerine gösterilmesi için ortalığı yıkıyorlar."

Bu arada, bu blog yayımlandıktan sonra Breivik'in eylemlerinin nedenlerini açıkladığı bin 500 sayfalık bir manifesto yazdığı ortaya çıktı. Bu manifesto Geller ve Spencer'dan, ayrıca yıllardır insanları İslam tehdidine karşı uyaran diğer Amerikalı blogculardan ve yazarlardan onlarca alıntı ihtiva ediyor. Bu konu hakkında bilgili bazı Amerikalı uzmanlara göre bahsi geçen bu Amerikalı İslamofobiklerin sahip oldukları etkiyi hafife almamamız gerek. Nation Institute'da çalışmalar yürüten Max Blumental'a göre, "İslamofobik haçlı seferi sağcı İsrail yanlısı aktivistlerin, siber-bağnazların ve İslam düşmanlığı pazarlamacılarının ötesine geçmiş durumda. İslamofobi artık Cumhuriyetçilerin önde gelen başkan adayları, en çok izlenen kablolu televizyon haber programı yapımcıları ve Çay Partisi aktivistleri tarafından da benimseniyor." Aynı manifestoda Breivik Hollandalı popülist Geert Wilders gibi hayranı olduğu Avrupalı siyasetçilere defaten göndermede bulunuyor. Bir kitle katliamcısından gelen bu övgüler karşısında onlar da Amerikalı muadillerini taklit etmeyi seçtiler. Wilders, katilin 'şiddet yanlısı ve hasta bir şahsiyet' olduğunu ve 'Breivik'in hiçbir görüşünü paylaşmadığını' söyledi. Fransa'daki göçmen karşıtı Ulusal Cephe'nin lideri Le Pen, partisinin 'Norveç'teki katliamla hiçbir ilişkisi' olmadığını, bunun 'acımasızca cezalandırılması gereken bir meczubun' işi olduğunu söyledi.

Washington Post'taki bloga geri dönelim. Amerikalı İslam karşıtı ideologları ikiyüzlülükleri ve çifte standartları yüzünden yerin dibine soktuktan sonra aynı yazar hepimizin çok iyi bellememiz gereken bir ders olduğunu yazıyordu: "Terörist eylemler bireyler tarafından gerçekleştirilir ve bu eylemlerden sorumlu tutulması gerekenler bu kişilerdir." Bu sonucu okuduktan sonra kendimi karmaşık duygular içinde buldum. Breivik ve onun beslendiği zehirli kaynaklar arasında bir bağ olduğunu inkar etmemiz mi gerekiyordu? Onların düşüncelerinden ve başarılarından ilham aldığını açıkça söyleyen bir kişinin eylemlerinden Robert Spencer ve Geert Wilders gerçekten sorumlu tutulamaz mıydı?

NEFRET SÖYLEMİ, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİLDİR

Avrupalı liberallerin çoğunun verdiği tepkiye bakarsak bu sorunun cevabı kesin bir 'Hayır' olur. Bu kişiler Norveç'te olanları lanetliyorlar ve İslamofobik siyasetçi ve yazarların görüşlerine asla katılmıyorlar. Fakat Breivik'in şiddet eylemleriyle (ki bunlardan bir tek kendisi sorumlu tutulabilir) onu destekleyen ideologların saldırgan sözleri arasında net bir çizgi çekiyorlar (bu ideologlar aşağılık görüşlerini özgürce ifade edebilirler). Onlara göre eğer Wilders ve diğerlerini Breivik'in canice eylemlerinden herhangi bir şekilde sorumlu tutarsak, Usame bin Ladin'in terörist eylemleri yüzünden bütün Müslümanları suçlayanlarla aynı hataya düşmüş oluruz. Birilerine, bizzat işlemediği bir suçu isnat etmek her zaman yanlıştır.

Doğrusu, sorumlulukların böyle katı bir şekilde ayrılmasını kabul etmekte zorlanıyorum. Breivik kesinlikle kontrolünü kaybetmiş bir meczup değil. Aksine, terörist eylemlerini titizlikle planlamış bir ideolojik aşırılıkçı, dünyaya ve taraftarı olduğu açık toplumu tehdit edenin ne olduğuna dair açık bir görüşü var. Breivik'in düşünceleri Avrupa ve ABD'de hızla büyüyen çok daha geniş bir sağ akımın parçası ve bana göre bu akım bütün yanlışı sözde deli bir şahsa yükleyerek kolayca aklanmamalı. Avrupa ve ABD'de bugün olanları anlamak istiyorsak, Türkiye'de sıklıkla yapılanın aksine, Breivik ve Wilders gibilerinin savunduğu yeni muhafazakarlığın 1930'ların faşist ideolojisinin bir kopyası olduğunu iddia etme hatasından kaçınmalıyız. Arada çok bariz farklılıklar var ve son dönemin sağcı hareketinin başarısını açıklamak için bunlara dikkat etmemiz gerek. Yeni popülistler kendileriyle geçmişin ırkçılığı ve otoriteryenliği arasına açıkça mesafe koyuyorlar. İsrail'deki Yahudi devletini ve eşcinsel haklarını savunuyorlar, ki bunlar 'eski' faşistlerin asla savunmayacakları iki konum. Odaklandıkları meseleler arasında çokkültürlülük ve İslam karşıtlığı ile onların tarifine göre Batı medeniyetine yönelik yakın tehditler yer alıyor. Her iki meselede de günümüz muhafazakârları, klasik muhafazakârlarla ve hatta savaş sonrası aşırı sağının hayal edemeyeceği ölçüde en uzak seçmen gruplarına bile ulaşmasını sağlayan bir grup sosyal demokratla örtüşebiliyor. Bu yeni hareketi diğerlerinden ayrıştırıp marjinalize etmek bu yüzden daha da zorlaşıyor. Artık kenarda duran zararsız bir hareketten bahsetmiyoruz. Görüşleri yaygın şekilde konuşulan ve etkisi özellikle kuzeybatı Avrupa'da hükümet düzeyine ulaşan bir hareket var karşımızda.

Varlığı ve popülaritesi giderek daha fazla hissedilen bu akımın, aşırılık yanlısı bazı takipçileri üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşünmek bence tehlikeli bir safdillik olur. Amerikan dergisi Foreign Policy'nin internet sitesinde yazan iki araştırmacı bence Norveç'teki trajediyi doğru ve dengeli bir değerlendirmeyle ele alıyorlar: "Kimse aşırı sağcı hareketlerle siyasi şiddet arasındaki ilişkiyi tam olarak bilmiyor. Aslına bakarsanız akademisyenler hâlâ barışçıl fakat aşırı İslamcı örgütlerin İslamcı terörizme açılan birer yol olup olmadığını tartışıyorlar. Yine de bütün teröristler çok daha geniş bir kitleyi savunduklarına, diğerlerinin de hemfikir olduğu, ama ya cehaletten ya da korkudan uğruna eyleme geçemedikleri fikirler adına savaştıklarına inanıyorlar... Aşırı sağcı teröristler çoğu zaman, tıpkı El Kaide gibi, kendilerini kitleleri ayağa kaldıracak darbeler indiren öncüler olarak görüyorlar. Şüphesiz Anders Behring Breivik gibi birinin böylesi bir ortamı on yıl öncesinin Avrupa'sında bulması çok daha güç olurdu. Tek başına hareket etmiş olsa da onun endişelerini, ideolojisini, acil ve kapsamlı bir önlem alınmazsa Avrupa medeniyetinin kaybedileceği inancını paylaşan birçok insan var. Dünya giderek artan bu tehdidi görmezden gelemez."

Hoşlarına gitsin ya da gitmesin, Pam Geller, Robert Spencer, Geert Wilders ve Le Pen artık şunun farkına varmalı: Breivik gibi insanların eylemlerinden doğrudan sorumlu olmasalar da, başvurdukları söylemler aşırılık yanlısı kişiler tarafından caniliklerini haklı göstermek için kullanılabilir ve kullanılacaktır. Nefret söylemine, ifade özgürlüğünün vardığı en uç nokta olarak tahammül edilemez. Bu söylem neyse o şekilde, yani çirkin ve tehlikeli bir kışkırtma olarak görülmelidir. Çünkü kelimeler önemlidir.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT