1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Siyasal İslam Kurgu ya da Komplo Değil, Tarihi Fenomen”
“Siyasal İslam Kurgu ya da Komplo Değil, Tarihi Fenomen”

“Siyasal İslam Kurgu ya da Komplo Değil, Tarihi Fenomen”

Dr. Basheer Nafi, “Siyasal İslam bir grup dahi insanın icadı değil, bir komplo ve kurgu da değil. Siyasal İslam, Müslüman toplumların yaşadıkları büyük tarihi gelişmeler ile ortaya çıkmış tarihi bir fenomen.” dedi.

26 Temmuz 2017 Çarşamba 16:11A+A-

Deniz Baran / Karar

Daha önce University of London’da İslam tarihi ve İslam düşüncesi üzerine dersler veren, hâlen Middle East Eye ve Quds Al-Arabi gibi yayın organlarında ve Al Sharq Forum gibi düşünce kuruluşlarında yazı ve analizlerini paylaşmaya devam eden, İslam düşüncesi ve siyasal İslam uzmanı Dr. Basheer Nafi ile Orta Doğu’daki son gelişmeler ışığında siyasal İslam’ın akıbetini ve Orta Doğu’da ortaya çıkabilecek dinamikleri konuştuk.

Sayın Nafi, öncelikle günümüzdeki en popüler sorulardan birini sorarak başlayayım: Orta Doğu’da karşı devrimci güçler, devrimci dalgalara karşı savaşını kazanıyor mu?

Evet, şiddetli hücumlar yapan karşı devrimci güçler, Mısır’daki 3 Temmuz askeri darbesinden bu yana ciddi kazanımlar elde ettiler. Ancak 2010-2011 devrimlerini ortaya çıkaran unsurlardan hiçbiri ortadan kaybolmadı. Hiç yoktan, Arap dünyasının ekonomik, politik ve güvenliğe dair durumu, 21. yüzyılın ilk on yılından dahi daha kötü duruma geldi. Buna ek olarak, 1. Dünya Savaşı sonrası düzen gitgide sürdürülemez hâle geliyor. Dolayısıyla benim gördüğüm şu ki Şark bölgesindeki değişim uzun, karmaşık ve acı dolu olsa dahi durdurulamaz bir aşamada.

Katar kriziyle birlikte İran’ın “Şii birliği” söylemi yerine daha “siyasal İslamcı” bir söylem tutturacağını ve Hamas, Müslüman Kardeşler gibi baskı altındaki siyasal İslamcı grupları mobilize etmeyi deneyeceğini düşünüyor musunuz?

Pek emin değilim. Aklımdan geçen ilk cevap: Hayır. Son 20 yılda İran’ın bölgesel politikaları büyük bir kibir ve irrasyonelliği yansıtıyor. Tahran, mezhepçi ve milliyetçi bir bakışın etkisi altında kalarak Irak’ta mezhepçi bir hegemonyayı, Suriye’de kanlı bir diktatörlüğü ve Yemen’de dar görüşlü bir Husi karşı devrimini destekledi. Bu politikalar, tarihe dair bir kavrayış eksikliğini gösteriyor ve açıkça Şark bölgesindeki halkların çoğunluğunun menfaatlerini yok sayıyor. Eğer mevcut zihniyet, İran’ın Şark bölgesine yaklaşımını belirlemeye devam ederse, tahmin ediyorum ki birçok İranlı yetkili Katar krizini ve Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın güç kaybedişini, durumu gözden geçirmek için bir fırsat yerine kendi yayılmacı politikalarını güçlendirecek bir fırsat olarak görecektir. Her daim ümitli biri olmama rağmen İran’ın politik yaklaşımında yakın bir zamanda değişim görmeye dair pek iyimser değilim.

Orta Doğu’daki krizler sürerken Türkiye’nin rolü ne olmalı?

İnanılmaz derecede değişken bir süreçten geçiyoruz; bu süreç, istikrarlı bir istikrarsızlık dönemi. Yarın yahut ertesi gün Şark bölgesinde kimin daha baskın duruma geçeceğini gerçekten bilmiyoruz. Birçok meselede yürütülecek politikaya anlık karar vermek durumundayız. Türkiyeli politika yapıcılar da her daim tetikte ve dinamik olmalı. Fakat en önemlisi, yürütülecek politikalar net ve tutarlı bir çerçeveden yola çıkılarak üretilmeli. Şunu söyleyebilirim ki Orta Doğu’da 1. Dünya Savaşı sonrası düzen yıkılırken, Türkiye’nin büyük bir rol oynamayacağı yeni bir düzen kurulmayacaktır.

Son sorum sizin en son yazdığınız yazılardan birine dair olacak: Orta Doğu’da devletler ve din adamları arasında belirsizleşen sınırlar... Bu yazınızda,“Müslüman alimlere ait kurumlarla modern devlet yapıları, iki tarafın da ihtiyaç duyması doğrultusunda son yıllarda gitgide güçlenen bir ilişki geliştirdiler.”yazmıştınız. Bu, Orta Doğu’da siyaset ve İslam arasındaki ilişkiye dair çok önemli bir gelişme. Ben de şunu sormak istiyorum: Bu güçlenen ilişkinin, İslam âlimleri ve dini kurumların meşruiyeti ve güvenilirliği üzerindeki etkisi nedir?

Bu çok önemli bir soru çünkü bahsettiğiniz yazıda bu önemli gelişmenin çok mühim bir sonucu üzerinde detaylı bir şekilde durulmamıştı: İslami âlimlere ait kurumların tamamen modern devletin gücüne itaat eder hâle gelmesi.

Hepimiz biliyoruz ki Müslüman toplumlar, son iki asırda ulema sınıfının aşama aşama etkisini yitirmesine şahit oldu. Ancak İslam inancı ve insanların İslam’a duyduğu aidiyet yok olmadı. Bu sebeple, ulemaya ait kurumlar, modern devlet için hayati bir ihtiyaç hâline geldi. Bu kurumlar, devlete meşruiyet sağladı ve devlet ile halk arasındaki ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulundu. Fakat ulemaya ait kurumlar, 20. yüzyılın başlarında korumayı başardığı bağımsızlığını kaybedip yönetici elitin bir enstrümanına dönüşünce, âlimler de ellerinde kalan nüfuzlarını ve saygınlıklarını yitirmeye başladılar. Ulema kurumlarının etkisini kaybetmesinden arta kalan ve gitgide büyüyen boşluk ise ya rasyonel, demokratik, ana akım İslami kuvvetlerce doldurulacak ya da DAEŞ gibilerce... Bununla beraber, uzun vadede olması gereken çözüm, ulemaya ait kurumların devletten tamamen bağımsızlaştırılmasıdır. Türkiye bu bakımdan iyi bir model teşkil etmektedir.

Siyasal İslamcı hareketler bir krizde, belki de bir çıkmaz sokakta gibi gözüküyor. Özellikle Trump’ın ABD’de başkan olmasından sonra Orta Doğu’daki tüm siyasal İslam karşıtı kuvvetlere serbest atış hakkı verilmiş gibi bir hâl var. Tabii aynı anda siyasal İslam kavramının tahrif edilip şiddetle eşdeğer tutulması da söz konusu. Tüm bu şartlar altında, siyasal İslam karşılaştığı zorlukların üstesinden gelebilecek mi?

Öncelikle şunu anlamamız gerekiyor: Siyasal İslam bir grup dahi insanın icadı değil, bir komplo ve kurgu da değil. Siyasal İslam, Müslüman toplumların 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında yaşadıkları büyük tarihi gelişmeler ile ortaya çıkmış tarihi bir fenomen. Bu gelişmeler arasında modernleşmenin ayrıştırıcı etkisi, Müslümanlar arası konsensüslerin çözülmesi, Şark bölgesinin parçalanması ve Batı’nın hegemonyası var. Günümüzde Müslümanlar için hâlâ geçerli olan en büyük sorulardan biri, İslam’ın kamusal alandaki rolü. Böylelikle, siyasal İslam’ın varlığı, son iki asırda ortaya çıkan sosyo-politik ve kültürel deneyimlerin etkilerine bir yanıt bulmak için Müslümanlarca verilen mücadeleyle yakından ilişkili. Belli siyasi gruplar zayıflamış olabilir ya da kendilerini çözülemeyen bir krizin ortasında bulmuş olabilirler. Ancak siyasal İslam ortadan kalkmayacak. Hatta insanlar diğer siyasi kuvvetlere olan inançlarını yitirdikleri için ileride daha kuvvetli bir hâle dahi gelebilir.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum