1. YAZARLAR

  2. Uğur Kömeçoğlu

  3. Şiddet Karşıtı Kürtlük
Uğur Kömeçoğlu

Uğur Kömeçoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Şiddet Karşıtı Kürtlük

27 Ağustos 2011 Cumartesi 05:28A+A-

Bazı aydınlanmış mahfillerde "şiddet her nereden gelirse gelsin kötüdür" iddiası, ahlaki bakımdan sorunlu bir iddia olarak görülüyor.

Her iki tarafın "şiddetini" kınamak, "apolitizmdir" görüşü hâkim ve böylece Kürt hareketinin içerdiği şiddet olgusunu entelektüel terminolojiyle meşrulaştırmaya çalışan bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Hâlbuki şiddet politizmin tek yolu değildir ve apolitizmin yolunu da açabilir. Hannah Arendt'in işaret ettiği gibi şiddet, politik eylem için zorunlu bir araç olmadığı gibi, organik bir kuvvet ya da enerji de değildir. Şiddet, içkin biçimiyle "tahmin edilemez, öngörülemez" olana açılır, bu da nihai muhakemenin "anti politik" olmasına yol açar, dolayısıyla şiddeti doğallaştırmak ciddi bir yanılsamadır.

Nereden gelirse gelsin insan öldürmeyi her koşulda lanetleyen bir politikanın "vicdanın diliyle çok şey söyleyip gerçekte lâl olmak" anlamına geldiği iddia ediliyor (S. Pelek). Öncelikle bunun niye suskunluk (lâl olmak) anlamına geldiği yeterince açık değil. Sözgelimi, binlerce kişi sivil ve siyasi bir mücadele içinde bulunurlar ve aynı zamanda şiddeti meşru bir yöntem olarak kabul edenlere karşı çıkarlarsa, son derece politik bir konum almış olmazlar mı? Şiddet yöntemini benimseyenler ne kadar politik bir konumdaysalar, şiddeti reddedenler de en az onlar kadar politik bir konumdadır. Başka bir deyişle, taraf oldukları kesim adına (Kürt tarafında olmayı da içerir) şiddet dışı mücadele yöntemini savunan bir "politika" içindedirler. Hal böyleyken şiddete karşı olanları liberal entelektüel bir konuma hapsederek "tarafsızlık" tanımına indirgemeyi istemek manasızdır. Şiddet karşıtı olmak taraf olmaya engel değildir. Aksini iddia etmek, mağdurun şiddet kullanmasını istemektir. Şiddet karşıtlarını tarafsızlıkla yaftalamak, aslında onların taraf olmasına karşı çıkmak ve apolitik olmalarını istemek demektir.

Ezenlere karşı vahşiler gibi savaşmak yerine, "galip gelmenin ikna yoluyla olacağı" bir döneme girdiğimizi Kürt hareketi fark etmeli. Üst düzey Kürt yetkililerin muhatabı artık Ergenekoncu askerler değil, sivil Kürt ve Türk halklarıdır. Üstelik ezenler diye kodlananlar arasından bir kesimle 2002-2005 aralığında PKK'nın nasıl da işbirliği yaptığını öğrenmek istiyorlarsa, Cengiz Çandar'ın Kürt raporunda üst düzey Kürt ve Türk yetkililerin anlattıklarına bir göz atsınlar. ("Silahlı Mücadeleyi Kimler İstedi?" başlıklı bölüm)

FAİL İLE MAĞDUR AYRIMINI DOĞRU YAPABİLMEK

Şiddet karşıtı pozisyonu "apolitik" ve "metafizik" diye etiketleyen ve şiddeti doğallaştırmaya çalışan yaklaşımın temel iddialarından biri şöyledir: Kürtler, "yapısallaşmış, kurumsallaşmış tahakküm ve sömürü odaklarının uyguladığı şiddete maruz kalmıştır", bu nedenle şiddete maruz kalanların uyguladığı "karşı-şiddet", aynı ahlaki standartlarla değerlendirilemez. (F. Benlisoy) Demek ki, karşı-şiddeti değerlendirecek ahlaki standardın "başka bir standart" olması gerektiğini savunacağız. Fakat ahlakın iki çeşit standardı olmaz. Bunun adı ahlakilik değil düalizmdir, belki de kinik ahlaktır. "Şiddetin kategorik olarak kötü olduğuna ve nereden gelirse gelsin kınanması gerektiğine ilişkin tutum, verilen mücadeleyi silikleştirmekte, tarafları bulanıklaştırmakta... Taraf tutmayı ve etik bir pozisyon almayı engellemektedir." deniyor. (Benlisoy) Bu iddia karşısında sorulması gereken soru gayet basittir. "Eğer şiddete kategorik olarak karşı duranlar, bir mücadeleyi silikleştirmez, tarafları bulanıklaştırmaz, taraf tutmayı ve etik bir pozisyon almayı engellemezler ise" şiddeti kınamaları niye "apolitizm" olsun ve niye "ahlaki olmayan" bir konuma işaret etsin? Yoksa Leninist modeldeki gibi, şiddet karşıtı eleştirilerin ahlaki komün modeline uymadığını düşünüp örgüt içi infazları da savunuyorlar mı? Kadın militanların bedenleri üzerinde kurulan pos bıyıklı ataerkil kontrol ve disipline ne diyeceğiz? Şiddet, fiziksel ve psikolojik biçimleriyle, kendine şiddete de yol açar, bu hep böyledir. Şiddet yanlıları, Kürtler "direndikleri odağın doğası gereği şiddet dışı yöntemleri benimseyemezler" diyorsa, bu koskoca bir halkın aklına hakaret etmek demektir ve Kürtleri şiddet dışı mücadele yönteminden alıkoymak için çalışmaktan başka bir anlama gelmez. Hükmün kendisi bugün bile başka türlü bir mücadelenin imkân ve ihtimal dışı olduğu fikrine açılır. Bu ise son derece politik ve ahlaki bir konum değil, politikanın ve ahlakın nasıl olması gerektiğini dayatmaya çalışan bir konumdur ve Kürt hareketini 90'lı yılların parametrelerine hapsetme riskini taşıdığı gibi politika kavramını da "mutlaklaştırır". Böylece Kürt siyasal eylemcinin taraf olabilmesi şiddete taraf olabilmesi ile eşitlenmiş olur.

İddiaya göre, "Nereden ve kimden gelirse gelsin şiddete karşı olmak tümcesi ile özetlenen tutum, savunma ile saldırı, fail ile mağdur arasında yapılabilecek ayrımların üzerini örtmekte ve dolayısıyla toplumsal çatışmaların tarafları arasında (ezen-ezilen arasında) bir eşdeğerlilik varsaymaktadır." (Benlisoy) Hâlbuki fail ile mağdur arasındaki ayrımı koruyabilmek için devletten gelen şiddeti eleştirip PKK'dan gelen şiddeti eleştirmeme tutumuna mahkûm değiliz. Hem ayrımı korursun hem de şiddete karşı çıkarsın. Devletin şiddeti, saldırıdır; PKK'nın şiddeti, savunmadır demek artık kimseyi ikna etmiyor. Kaldı ki silahlı, bombalı eylemleri "karşı-şiddet" olarak tanımladıkları için savunma iddiasını bizzat kendileri inkâr etmiş oluyorlar. Bu yüzden "fail ile mağduru eşdeğer tutmayız" ve aynı zamanda şiddet karşıtı konumdan vazgeçmeyiz. Aksini düşünürsek, devletten gelen şiddete karşı çıkalım ama PKK'dan gelen şiddete karşı çıkmayalım, böylece fail ile mağdur arasındaki ayrımı korumuş olalım gibi bir absürtlük üretilir ki bu aynı zamanda binlerce Türk'ün ve onların ailesinin çatışmalar yüzünden mağduriyet yaşamadığı gibi bir mantıksızlığa da eklemlenir.

ŞİDDET VE METAFİZİK

Hem taraf olmak hem de şiddete karşı olmak niye ihtimal dışıdır? Kürtlüğün alabileceği başka bir pozisyon "olmadığına" inanmak zorunda mıyız? Ne olursa olsun şiddete karşı olmanın kişiyi "ahlaki bir mutlakçılığa mahkûm edebileceğini" söyleyenler kendilerinin içine düşebileceği komünal şiddet politikasına dayalı ahlaki mutlakçılığı (dekadansı mı demeliyim) niye göremiyorlar? Aslında bizzat bu yaklaşım, şiddete kategorik olarak karşı duranların, çelişkinin bir tarafında olmalarını engellemeye çalışıyor. Böylece tarafsızlığa ilişkin eleştirdikleri boş konumu kendileri kurguluyorlar. Kürt hareketi şiddeti politika olarak benimseyenlerin hareketi olmak zorunda mıdır? Şiddete her halükarda karşı olanlara yöneltilen en tutarsız eleştirilerden biri, bunun "politika" değil "felsefe" olduğu ve "travma avcılığı" yaptığı, "sadece edebi düzlemde yer edinebildiği", "hayatın çıplaklığı karşısında metafizik bir söylemden öteye gidemediği" yönünde. (Pelek) Bu ifadeler silahlı hareketi benimsemiş olmaktan kaynaklanan yanılsamalarla dolu. Her şeyden önce, "şiddet ve metafizik" arasındaki ilişki son derece güçlüdür. Bunu anlamak adına Levinas'tan Derrida'ya geniş bir yelpazede okuma yapılmasını öneririm. "Travma avcılığı" gibi sui-zanla dolu bir ifadeyi kullanmak, insanın yaşama hakkını kaybetmesi karşısında "acımasızlığa" işaret ettiği gibi ölmenin ve öldürmenin yakıcılığı karşısında "dava adına hissizleşme" üretmekten başka bir anlama gelmiyor. Frankfurt Okulu'nun karşı çıktığı, o soğuk "araçsal akılcılık", harekete hâkim kılınmış durumda. Nereden gelirse gelsin şiddete karşı olanları, "metafiziğe" saplanmakla suçlayanlar, ölümleri "nasıl da" kutsayan bir dil geliştirdiklerini ve böylece "metafiziğe" hapsolduklarını unutuyorlar. Kürt hareketinin ürettiği şiddet içeren eylemlere "kutsal direniş" demiyorlar mı? Her kutsallaştırma pratiği "metafizik" bir söylem üretmez mi? Bombalı intiharları kutsamadılar mı? "Serhildan" ile ölenlere PKK şehitleri demediler mi? Tüm bunlar "metafizik" değil de nedir? Üstelik her iki tarafın şiddetine karşı olmak zannettikleri gibi "metafiziğe" ilişkin değil, pratik alanda tam da etli kemikli "fiziğe" ilişkindir. Modern şiddet karşıtlığı, fiziğin yani bedenlerin yok edilmesine karşıdır, bu anlamıyla son derece dünyevidir, sekülerdir, materyal dünyaya ilişkindir. Ölme ve öldürmeyi içeren bir pratiğe "kutsal direniş" dediğiniz zaman dava adına "bedenden çok ruha", "candan çok tine", "vücuttan çok töze" gönderme yapmaya başlarsınız ki, işte asıl o zaman "metafiziğe" saplanırsınız. Karşı tarafın fiziksel varlığı da kolektif ruh karşısında bir engele dönüşür. İnsan olma tercihini, "ölümü göze almaya" bağlayanlar güçlü bir metafizik üretirler.

Savaşta ilk yara alan hakikatin kendisidir. (Aşil) İnsan hem uzlaşmaya hem şiddete adanmış olamaz, bu ikisi uyuşmazlık içindedir. Fanon'un Yeryüzünün Lanetlileri'ni başucu kitabı olmaktan çıkarıp, Gene Sharp'ı ve Johan Galtung'un çatışmayı aşma yöntemlerini ve eskilerden Martin Luther King'i ve Gandi'yi yeniden okumakta yarar var.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT