1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Sakarya’da Halep ve Sonrası Gelişmeler Konuşuldu
Sakarya’da Halep ve Sonrası Gelişmeler Konuşuldu

Sakarya’da Halep ve Sonrası Gelişmeler Konuşuldu

Sakarya Özgür-Der tarafından “Halep’te Neler Oluyor?” başlıklı program Adapazarı Ofis Sanat Merkezinde yoğun bir katılım ile gerçekleşti.

01 Ocak 2017 Pazar 17:21A+A-

Uzun süren bir direnişin ardından Esed Rejimine destek olan İran’ın Şii milisleri ve Rusya’nın hava bombardımanları sonucunda muhaliflerin çekilmek zorunda kaldığı Halep’in ele alındığı programa İHH Sakarya Temsilcisi Sebahattin Aydın ve aynı zamanda Özgür-Der Kocaeli Temsilcisi olan Haksöz-Haber editörlerinden Haşim Ay konuşmacı olarak katıldılar.

img_7349.jpg

Programda ilk konuşmacı olarak söz alan Sebahattin Aydın, Halep’in uzak tarihine ilişkin aktardığı bilgilerden sonra Halep’in Suriye muhalefeti için önemi bağlamında değerlendirmelerde bulundu.

Daha sonra Halep’in düşmesi ve mazlum insanların kurtarılması sürecini kapsamlı şeklinde ele alan Aydın, Halep Konvoyu ve Halep’ten İdlib’e doğru tahliyeler sürecine dair bizzat şahit olduğu gözlemlerini aktardı.

img_7360.jpg

“İnsanlık Ensar-Muhacir Kardeşliğinin İkinci Örneğini İdlib-Halep Kardeşliğinde Gördü”

Halep’in asırlardır İslam’ın ve müslümanların hakimiyeti altında yaşayan bir şehir olduğunu, sosyo-ekonomik açıdan başkent Şam’dan sonra en önemli ve en büyük şehir olduğunu vurgulayan Sebahattin Aydın, konuşmasının büyük bir bölümünü Halep  konvoyu hazırlık ve yolculuk süreçlerine ayırdı. Kendisinin de bizzat iştirak ettiği ve şahitlik ettiği birebir olaylara da değinen Aydın’ın bu bağlamda sarfettiği “İnsanlık Ensar-Muhacir kardeşliğinin ikinci örneğini İdlib-Halep kardeşliğinde gördü. İdlib insanı bunca sorun ve imkansızlığına rağmen Haleplilere kucağını açtı. Halepli üç aileye birden evlerinin kapısını açan İdlibliler gördük.” tespiti dikkat çekti.  

img_7344.jpg

Sebahattin Aydın’dan sonra söz alan Haşim Ay ise Halep’ten hareketle Suriye direnişinin değeri, küresel ve bölgesel güçlerin tutumu, uluslararası diplomatik zeminlerde dünden bugüne sürdürülen siyasi çözüm arayışları, son Halep işgalinin ardından gelişen Moskova Bildirgesi’nin değeri, Türkiye-Rusya garantörlüğünde ilan edilen Ateşkesin muhtemel akıbeti ve Astana’da icra edilecek barış görüşmelerinin Suriye’nin geleceğine muhtemel etkileri gibi bağlamlarda analizlerde bulundu. Ek olarak Halep dramı karşısında Türkiye’de insani yardım ve diplomasi bağlamında oluşan seferberliği de değerlendiren Haşim Ay, Suriye davası karşısında düşmanca tutum takınan kişi-kesim-ülkelerin pervasızlığını ifşa etmenin yanı sıra dost görünenlerin sürdürmekte ısrarcı oldukları eksikliklerini de eleştirdi. Haşim Ay konuşmasında ayrıca ABD ekseninin neden pasifize olduğu, Türkiye’nin yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekâtı’nın değeri ve Suriye davasına katkı oranı gibi hususları da ele aldı.

“Kardeşlerimizin Ağır Silah İhtiyacı Karşılansa Halep Düşer miydi?”

Halep dramının Türkiye hükümeti, toplumu ve duyarlı kuruluşlarda müthiş bir hassasiyet oluşturduğunu belirten Haşim Ay, bu bağlamda insanların ve kurumların seferberlik psikolojisi içerisinde insani yardım planında sergilediği dayanışmanın kardeşlik ve ümmet bilincini göstermesi açısından takdire şayan olduğunu söyledi. Halep Konvoyu’nu da bu bağlamda Mavi Marmara ile karşılaştıran konuşmacı, dava her ne kadar hukukiliği tartışılır siyasi nitelikli bir kararla düşürülmüş olsa da Mavi Marmara ruhunun evrensel olduğunu belirterek Halep Konvoyu’nun da tıpkı Mavi Marmara gibi evrensel bir değere dönüştüğünü ve ümmet, kardeşlik, merhamet, insaniyet, dayanışma gibi değerler ekseninde seferber olmanın güzel bir örneği olarak gelecek kuşaklarca da bir bilinç ve diriliş kaynağı olmaya devam edeceğini ifade etti.  

Halep’te kuşatma altındaki kardeşlerimizin tahliye edilmesine ön ayak olmanın haklı sevincini yaşarken ve insani yardım planında ortaya çıkan bu toplumsal seferberlik haliyle övünürken gözden eksiklerimizin muhasebesinin gözden kaçırılmaması gerektiğini belirten Haşim Ay, bu bağlamda şu eleştirilerde bulundu:

“Genelde Suriye meselesi özelde Halep’e yaklaşımda olayı salt drama indirgeyen parçacı bir yaklaşım var ki bunu mündemiç zaaflara dikkat etmekte fayda var. Şüphesiz Halep’te yaşananlar büyük bir insanlık dramını ifade etmektedir. Dramın büyüklüğü karşısında üzülmek, öfkelenmek, yas tutmak doğaldır. Ama olayı değerlendirirken eğer sadece dramatize edersek o vakit haksızlık edeceğimizi de unutmayalım. Bu tarz bir yaklaşım tüm bu acıların kendisine reva görüldüğü Halepli kardeşlerimize sadece acıma ve onlar için üzülmeyi getirir ki bu yanlış. Halep’te ölen de sağ kalan tüm bunları neden yaşadığını, ödediği bunca bedelin boşuna ve bir hiç uğruna olmadığının farkında. Onlar daha bu yola çıktıkları andan itibaren zaten özgürleştiklerini de biliyorlar. Askeri-siyasi olarak kaybetmiş olabilirler ama zulme zorbalığa karşı destansı kıyamlarının Allah katındaki değerlendirme ölçüsü bu değil. Mücadele cephesinde yenilgiler bazen Allah katında bizatihi zafer anlamına gelebilir. Hem ayrıca Halep’te düşen aslında Halepli değil bizatihi insanlığımızdır. Adalet, merhamet, hakkaniyet gibi değerler burada ayaklar altına alınmıştır. Tüm bu değerlerin müdafaasını yapan; başına düşen bombalara, kalleş kurşunlara, gözüdönmüş mezhepçi fanatiklerin tecavüzlerine, acımasız kuşatmaya sabedip mevzii sonuna kadar terk etmeyen Halepli aslında burada insanlık nöbeti tutmuştur. Dolayısıyla ölen Halepli değil aksine kendisinin şahsında insanlığa reva görülen bu büyük zulmü boş bakışlarla izleyenler olmuştur. Tam da bu nedenle Halepliler acınacak mahluklar değil, ortaya koydukları cehd ve sabır ile birer insanlık abideleridir.

İkinci olarak şunun muhasebesini yapmalıyız: Halep’te kardeşlerimizin açlıktan ölmemesi için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Küçük büyük insani yardım niteliğindeki her çalışma bu bağlamda şüphesiz ki değerlidir. Aynı şekilde gerek insani yardım, gerekse de diplomatik zeminlerde Türkiye hükümeti de elinden geleni yapmaya çalıştı, çalışıyor. Peki, Halep’in düşmesinde hiç mi sorumluluğumuz yok? Yapabilecek durumda olduğumuz halde yapmaktan geri kaldığımız şeyler acaba yok mu? Mesela Bayır Bucak bölgesine yönelik saldırılarda da yine bugün yaşadıklarımızın bir benzerini yaşamadık mı? Bayır Bucak bölgesinde başına bomba yağdırılan kardeşlerimizin kendisini müdafaa etmesi için uçaksavar, stinger füzesi gibi ağır silahlar verdik mi? Hayır! Allah var; hükümetimiz mültecilere dönük izlediği açık kapı siyasetiyle tüm dünyanın takdirini topladı, 2012 yılından bu yana uluslararası diplomasi zemininde siyasi çözümü zorlayan temel taraf, insani yardım planındaki çabalarına ise zaten diyecek yok. Ama tüm bunların kendisiyle anlamlı hale gelebileceği çok temel bir zaaf içinde de ola geldi. O da şudur ki; Suriye muhalefetinin kendini ve halkını müdafaa etmek için ağır silah talebi karşılanmadı. Kimse TSK gitsin Suriye’ye girsin demiyor. Zaten muhaliflerin  bu yönde talebi olmadığı gibi böylesi bir talep reel olarak gerçekçi de olmaz/dı. Peki, Türkiye hükümeti açıktan veya el altından uçaksavar ve özellikle de ABD’nin bugün hiçbir ihtiyacı olmadığı halde PYD/PKK’ya verdiği stinger füzesi veremez miydi? Elbette verebilirdi ancak açıktır ki hükümet bu bağlamda kaçak dövüşmeyi tercih etti. Bu kaçak dövüşmenin ise Bayır Bucak sürecindeki işlevsizliği anlaşıldı ama ne hikmettir ki Halep’te de bu yanlış aynen sürdürüldü. Dolayısıyla hükümet elinden geldiği halde bir stinger füzesi bile vermemekle ve insani yardım bağlamında seferberlik halinde olanlar ise hükümet üzerinde bu yönde baskı kurmamakla ihmalkar olduklarını kabullenmeli, bu gerçeklilikle yüzleşmelidir. Evet, Mevlüt Çavuşoğlu’nun dediği gibi ‘Halep’i satmadık, ihanet etmedik’ ama ihmal ettiğimiz besbelli!”

“Moskova Bildirgesi ve Astana Süreci İdlib’de Çökmez İnşallah!”

Konuşmasında Halep sonrası süreçte gelişen diplomatik görüşmelere de değinen Haşim Ay, Moskova Bildirgesi, Ateşkes ve siyasi çözümü amaçlayan Astana Sürecini değerlendirdi.

Daha önceki Cenevre görüşmelerine bu bağlamda dikkat çeken Ay, sahada silahlı mücadele vermek ile siyasi-diplomatik zeminde görüşmelerde bulunmanın bir çelişki değil tersine mücadelenin birbirini tamamlayan ve başarı için gözetilmesi gereken iki cephe olarak görülmesi gerektiğini söyledi.  Suriye şartlarında el yordamıyla oluşan muhalefet ve direnişin de bu noktada tecrübe kazandığını belirten Ay, özellikle de Cenevre-3’te alınan BMGK 2254 nolu kararın bu bağlamda tüm eksiklerine rağmen kısmi bir kazanım olduğunu kaydetti. Ancak bu kararın Rusya’nın sahadaki işgalleri başta olmak üzere başta ABD olmak üzere Rus bombardıman ve işgaline göz yuman sözde Suriye Dostları’nın ihaneti sonucunda işlevsiz kaldığını belirterek nitekim o gün bugündür sahadaki durumun bu güç faktörü yüzünden muhaliflerin aleyhine döndüğünü ifade etti.

Bugün ise yine Suriye Dostları Grubu ülkelerin bir dizi ihmalkarlığı nedeniyle Halep’in düşüşü karşısında ciddi bir psikolojik kırılma yaşandığını belirten konuşmacı, muhaliflerin Astana Sürecine sahadaki hakimiyet açısından çok zayıf bir ortamda girmekte olduğunu ve bu nedenle haklı olarak temkinli olacağını kaydetti.

Ayrıca Rusya’nın “küresel toplum”un tepkisini çeken hemen her kanlı işgal harekâtı sonrasında insancıl maske takmakta mahir oluşuna dikkat çeken Haşim Ay, “Moskova Bildirgesi ile gelen Kapsamlı Ateşkes ve önümüzdeki Astana Süreci karşısında kaygılı ve temkinli olmamız için yeterince gerekçelerimiz var.” dedi.

Şam’ın Fethi Cephesi’nin (eski adıyla Nusra) dışlanması başta olmak üzere halihazırda sürmekte olan kuşatma ve ateşkesi ihlal vakıalarının, yanı sıra Hizbullah ve diğer İran güdümündeki yabancı mezhepçi fanatiklerin konumunun tartışılmaya açılmamasının Moskova Bildirgesi’nin belirsiz kalan temel hususları olmakla birlikte yine bu noktaların Astana Süreci’nin de başlıca gerilim hatları olacağını söyledi. Suriye’de Esed’in yıpranmış bir şahsiyet ve Baas’ın yıpranmış bir rejim olarak uzun vadede tutunamayacağının İran ve daha çok Rusya tarafından anlaşıldığını belirten Ay, diplomatik görüşmelerde bu nokta yerine artık üzerinde durulması gereken daha önemli hususlar bulunduğunu kaydetti. Şam’ın Fethi Cephesi’nin geleceğin Suriye’sindeki konumu, İran’ın nüfuzu, Hizbullah gibi yabancı mezhepçi fanatik unsurların statüsü, ABD’nin bir tür güvenli bölge ilan edip dokunulmaz addettiği kantonların ve onları elinde tutan PYD/PKK’nın konumu, ABD ve Rusya’nın askeri üslerinin statüsü gibi hususların mücadelenin siyasi cephesi bağlamında çok daha fazla gerilim konusu olacağını söyledi.

Haşim Ay, halihazırda ise Moskova Bildirgesi, Ateşkes ve Astana Süreci’nin kendisiyle test edileceği temel alanın İdlib ve Şam Kırsalı olduğunu; İran ve Rusya’nın “Nusra ile savaşıyoruz” bahanesine sığınarak bu bölgelere yönelik bombardıman, kuşatma ve işgal planlarının konuşulduğunu belirterek sözlerini “Gözümüz İdlib’de olsun. İdlib’deki muhtemel gelişmeler ikinci bir Halep’i aratmayacaktır. İdlib Türkiye hükümetinin de Suriye muhalefetinin de en zor imtihan alanlarından biri olmaya müsait şuan. Dolayısıyla hazırlığımızı buna göre yapalım ve müteyakkız olalım inşallah.” uyarı ve çağrısıyla tamamladı.

img_7361.jpgimg_7371.jpgimg_7350.jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum