1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Katliâm Bu Değilse, Nasıl Bir Şeydir?
Katliâm Bu Değilse, Nasıl Bir Şeydir?

Katliâm Bu Değilse, Nasıl Bir Şeydir?

Ve o idâmdan birkaç gün sonra, M. Kemal, El’Aziz’e gelir.. Geceleyin istasyonda, dondurucu soğukta, donmamak için birbirlerine yapışmışcasına sokulan yarı çıplak, don-gömlek yığınla ’isyancı’ya karşılatılır.

22 Kasım 2011 Salı 02:07A+A-

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün verdiği bir röportajda Dersim Katliamının sorumlusu olarak Atatürk’ü göstermesinin ardında Kemalistler konuyu kapatmak veya tevil etmek için yarış içine girerken, sağcı muhafazakarlar bazı çevreler ise suçu Dersim katliamı denilince sadece İsmet İnönü ve Sabiha Gökçen gibi isimleri anmaktan öteye geçmeme politikasından vazgeçmiyorlar.

Selahaddin E. Çakırgil abimiz Dersim Katliamı konusunda ilginizi çekeceğini umduğumuz bir makale yazdı:

 

Sahi, katliâm ve diktatörlük bu değilse, nasıl bir şeydir?

Ben, ’Dersim’ adını ilk kez, çocukluğumun geçtiği Samsun’un bir köyünde, ilkmekteb sonda iken işitmiştim.. Emmim, arkadaşlarına jandarma olarak yaptığı askerlik günlerine aid hatıralarını anlatırken, ’Dersim’den sözeder, ben de, hemen atlasta Dersim’i arar, ama, bulamazdım.. Birgün emmime, ’Dersim’in neresi olduğunu sordum.. Emmim, askerlik günlerinde kullandığı devlet gücünü hatırlatırcasına hışımla karşılık vermiş ve korkutmuştu beni:

’-Sussss!... Bir daha duymamayım.. Sen galiba Cumhuriyet kanunlarını duymamışsın!..’

Dersim’in ağıza alınmaması gerektiğini de, ’cumhuriyet kanunları’ denilen bir ürkütücü korkuluğun karşıma dikileceğini böylece öğrenmiştim.

Bu durumun körpe zihnimde ne gibi izler bıraktığına bakınız ki, bir daha 10-12 yıl kadar hiç ’Dersim’den sözettiğimi hatırlamıyorum ve başkasından da duymamıştım..

1965’lerde, bir gün Sivas’dan trenle Diyarbekir’e giderken, kompartmanda hapisten yeni çıkmış yaşlı bir kaçakçının Dersim’i anlatışına kadar.. O kişi, Dersim’li değildi, ama, Dersim’de yaşananları bizzat görmüştü ve o gördüklerini anlatırken, göğsünden yükselen hııçkırıklarla zayıf bedeni sarsılıyordu.. O kişi,  yaşlı kadınlara, gencecik kızlara, hamile kadınlara, yalvaran çocuklara, ve hattâ ana kucağında, hiçbir şeyden habersiz 2-3 aylık bebeklere ve yürümek gücü bile olmayan yaşlı erkeklere varınca kadar, binlerce insanın nasıl kıyıma uğradığını, böylesine bir canavarlığı bir daha da görmediğini anlatıyordu..

O ’cumhuriyet kanunları’nın nasıl işletildiğini ise, okuma-yazması olmasa bile, rahmetli anamın tarlada çalışırken anlattıklarından da az-biraz anlayabiliyordum.. Dedem köyde çocuklara Kur’an okuturken, ’cenderme’ler alıp götürmüşler; cumhuriyet kanunlarına karşı çıkmaktan dolayı günlerce işkence etmişler. Bir ’uzatmalı çavuş’un devlet sayıldığı, alıp götürülenlerin âqıbetinin sorulamadığı ve ancak o ’yüksek kumandan’ların insafına kalmış böyle bir durumda, dedemin köylüleri gidip‚ ’bu kişinin aklî zaafı vardır, ne yaptığını bilmez, delidir..’ diye yemin etmişler de, öyle kurtarmışlar ve adamcağızın adının önüne bir ’deli’ sıfatı da eklenmiş böylece..

Devlet’in de padişahlık döneminden gelme bir anlayışla, Padişah ya da Atatürk demek olduğunun tasavvur edildiği bir sindirilmiş toplum manzarasını gözönüne getirmeden bu durumu anlamak kolay değildir.. Rahmetli babam, ’Oğlum, sen bizim ailemizden dovlete karşı çıkmış birisini duydun mu hiç? Biz öyle öğrendik, Allah’dan sonra dovlet..’  derdi.

Yazının Devamı.. 

HABERE YORUM KAT