1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. ‘Sahabe Dönemi İktidar Kavgası’ (Kitap Değerlendirmesi)
‘Sahabe Dönemi İktidar Kavgası’ (Kitap Değerlendirmesi)

‘Sahabe Dönemi İktidar Kavgası’ (Kitap Değerlendirmesi)

Prof. Dr. Ahmet Akbulut’un “Sahabe Dönemi İktidar Kavgası” isimli kitabını Üsame Beyazyüz kardeşimiz Haksöz-Haber için değerlendirdi.

30 Aralık 2016 Cuma 14:05A+A-

SAHABE DÖNEMİ İKTİDAR KAVGASI

ÜSAME BEYAZYÜZ / HAKSÖZ-HABER

Prof. Dr. Ahmet Akbulut'un Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri isimli doktora tezi 1992 yılında ilk defa kitap olarak yayımlandı. Ancak tezin içerik bakımından kelam problemlerinden ziyade İslam tarihi eleştirisi ağırlıklı olmasından olsa gerek mevcut isim Sahabe Dönemi İktidar Kavgası olarak değiştirilmiş daha sonra da buna Alevi Sünni Ayrışmasının Arka Planı alt başlığı eklenmiştir.

Yazarın tezini, geçmişimizdeki olumsuz hadiselerin günümüzü de olumsuz etkilediği, dolayısıyla geçmişimizdeki sorunları çözmenin günümüz problemlerinin de çözümü olacağı teorisi üzerine kurduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda yazarın geçmişteki sorunların kaynağını 'gelenekselciler' olarak gördüğünü söylemek mümkün. Nitekim yazar, amacının geleneğe sadakat değil, yalnız gerçeği ortaya koymak olduğunu ifade ederek Müslüman zihninin yeni bir dile ihtiyacı olduğunu ve bunun geleneğe bağlılık ile elde edilmesinin mümkün olmadığını ifade ediyor.[1] Tarih eleştirilerinde ''yalnız gerçeği ortaya koymak'' ne derece mümkün olacaktır tartışılır ancak yazarın 1992 basımlı eserinde vurguladığı ''objektif, nesnel ve bilimsel bir tarih oluşturma çabası''ndan 2015 baskısında söz etmemiş olması, meselenin ciddiyetinin farkında olduğunun bir göstergesidir.

Gelenekselcilerin geçmişten ders çıkaran bir yaklaşım yerine geçmişe öykünen bir zihin modeli geliştirmesini eleştiren yazar özeleştiri yapmadan yanlışların düzeltilme imkânının bulunmadığını ifade etmektedir. Ancak gelenekselcilerin geçmişten ders çıkarmak ya da özeleştiri yapmak gibi yöntemler yerine yapılan yanlışları kutsayarak bir Hulefa-i Raşidin teorisi ortaya çıkarmış olmalarının mukaddes bir cehalet ürettiğini ileri sürmektedir.[2]

Peygambersiz Hayata İntibak

Peygamberin siyasi sünneti olan ehliyet ve istişare esasının daha sonra değiştiğini söyleyen yazar peygamber sonrası istişarelerde danışma ile biat arasındaki bağın iyi kurulamadığını ve biatın tek yanlı itaat amacıyla kullanıldığını ifade etmektedir.[3] Dört halife döneminde halifelerin meseleleri istişare ettiği ve tartıştığı kişilerin var olduğunu, hatta Hz. Ömer'in kimi konularda Hz. Ebu Bekir ile sert tartışmalara girdiğini hatırlayacak olursak yazarın eleştirilerinde pek de haklı olmadığını söyleyebiliriz. Beni Sa'ide toplantısını, Hz. Peygamber döneminde 'dinin güdümünde olan siyasetin dine egemen olmaya başladığı toplantı' olarak tanımlayan yazar, hilafetin Kureyşliliği iddiasının da asabiye kaynaklı olduğunu ve peygamberin sünnetine aykırı olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda bu iddiayı; Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın başarılı bir siyasi hamlesi olarak değerlendirmektedir. [4] Ben-i Saide toplantısında delil olarak gösterilen hilafetin Kureyşliliği ilkesinin bir sorun olduğu gerçeğini ve bunun kolay kolay eleştirilemeyen bir nokta olduğunu göz önünde bulundurursak yazarın eleştirilerinde haklılık payı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak söz konusu dönemin siyasi ortamında henüz cahiliyenin etkilerinin tam anlamıyla silinmemiş olduğuna hiç değinilmemesi ve yıllar sonra doktrinleştirilmiş olan hilafetin kureyşliliği ilkesinin, doktrinleştirilme sürecindeki yanlış anlaşılma olasılığına ya da taraflı yaklaşılarak oluşturulmuş olma olasılığına eserde hiç yer verilmemiş olmasının da eksiklik olduğunu ifade etmek zorundayız.

Eserde sahabe dönemini İslam'ı anlama ve uygulamada ölçü olarak kabul etmenin çeşitli olumsuzluklara sebep olduğundan bahsedilmiş ve bu olumsuzluklar; sonradan gelen Müslümanların doğrudan Kur'an'la muhatap olamaması, geçmişin idealleştirilmesi ve Kur'an 'ın yanında beşeri düşünce ve hareketlerin ölçü olmasıyla Kur'an'ın tek ölçü olmaktan çıkması olarak sıralanmıştır. Hadisin, Kur'an ayarında bir ölçü ve kaynak olduğu düşüncesinin geliştirilmiş olmasını eleştiren yazar Hz. Peygamber döneminde hadisin bu kadar önem arz etmediğini ifade ederek önemsenmiş olması durumunda Kur'an gibi zabt altına alınacağını söylemektedir.[5] Sahabe döneminin, kutsallaştırılmamak kaydıyla sahabelerin ilahi hitabın ilk muhatapları olmaları göz önünde bulundurularak elbette İslam'ı anlamada ve uygulamada örnek alınacak, dersler çıkarılacak bir dönem olduğu açıktır. Yazarın Kur'an'ın tek ölçü olmaktan çıkarılması eleştirisi yersizdir zira sahabe döneminin ölçü kabul edilmesi Kur'an'ın otoritesini sarsıcı nitelikte değil aksine destekleyici niteliktedir. Yazar, hadislerin erken dönemde kayıt altına alınmayışını dini anlamadaki kaynakların değerlerine dair olumsuz bir durum olarak ortaya koymaktadır. Ancak konuyla ilgili çalışmalara bakılacak olursa Hz. Peygamber hayatta iken onun söylediklerini kayda geçiren sahabelerin varlığına dikkat çekildiği görülecektir.

Siyasi Hayatta Vesayet Dönemi

Hz. Peygamber sonrasında Hz. Ebu Bekir'in ve Hz. Ömer'in yönetime geçmesiyle siyasi hayatta Kureyş vesayetinin başlamış olduğunu ifade eden yazar, istihlaf yoluyla Hz. Ömer'in halife olarak tayin edilmesini, Muaviye'nin kendisinden sonra Yezid'i halife tayin etmesine benzetmiştir. Kullanmış olduğu bu metod sebebiyle de Hz. Ebu Bekir'in peygamberin kullanmadığı bir yetkiyi kullandığı ifade etmiştir.[6] Yazarın seçim yöntemlerine dair eleştirilerinin tercih meselesi olduğu kanısındayız ancak Hz. Ebu Bekir'i peygamberin kullanmadığı yetkiyi kullanmış olmakla itham etmesinin haksızlık olduğu kanaatindeyiz. Zira peygamber herhangi bir yöntemle kimseyi yerine tayin etmemiş ve bir yöntem de önermemişti. Dolayısıyla önerilecek her türlü yöntem peygamberin kullanmadığı yetkiyi kullanmak olmayacak mıdır?

Hz. Ömer'in halifeliğe layık bulduğu ve aralarında seçim yapamadığını ifade ettiği altı kişinin, Kureyş aristokratlarından olduğunu ifade eden yazar, Ben-i Saide'de saf dışı bırakılan ensarın bu altı kişinin Kureyş'ten seçilmesiyle birlikte tamamen siyasetten uzaklaştırıldığını belirtmiştir.[7] Yazarın Hz. Ömer'in işaret ettiği altı kişilik gruba ensardan kimsenin dâhil edilmemiş olmasına yönelik eleştirilerini haklı buluyoruz. Zira altı kişilik gruba ensarın dahil edilmemesinin, daha sonra oluşan siyasi anlaşmazlıkların Kureyş'in iç çatışmaları olarak görülmesine yol açan düşüncenin temel kaynaklarından biri olduğunu söylemek gerekmektedir. Ayrıca Hz. Ömer'in halifeliğe layık bulduğu ve aralarında seçim yapamadığını ifade ettiği altı kişilik grubun, daha sonraları İslam tarihi eserlerinde Kur'an'daki şura yönetiminin ilk uygulaması olarak görülmüş olması da ayrı bir tartışma meselesidir.

İçtimai Buhran Dönemi

Hz. Osman'ın "Allah'ın bana giydirdiği gömleği çıkarmam" ve "azlime hayır, öldürülmem belki mümkün" ifadelerini eleştiren yazar, Hz. Osman'ın yönetimde halkın desteğinin oldukça önemli olduğunu anlayamadığını ve halifeliği gerektiğinde bırakabilmeyi başaramadığını ifade etmiştir.[8] Yazar, bu haklı eleştirilerinin hemen sonrasında Hz. Aişe'nin, Hz. Osman yönetimine karşı halkı ayaklanmaya teşvik eden mektuplar yazdığı konusundaki rivayette[9] sadece kendi yorumunu destekleyen kısmı aktarma hatasına düşmüştür.[10]

Yazar Medine ehlinin Hz. Osman'ın şehid edilmesini beklemiyor olabileceğini ancak yine de çıkan isyana içten içe destek vermiş olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiasına delil olarak da Medine'de bulunan silahlı 20.000 kişinin, 2000 kişilik isyancı grubu yenebileceği fikrini sunmaktadır.[11] Genel kaynaklarda geçiştirilerek pek sık dile getirilmeyen bu noktada yazarın düşüncesinde haklı olduğunu düşündüğümüzü ifade etmek gerekiyor.

Ancak yazar daha sonra Hz. Osman'ın şehit olmasıyla son bulan olaylar için ''ne bir darbe ne de bir isyan olarak görüyor, ümmetin yönetim sorumluluğunu taşıyanlara karşı yapılan ve ibret alınması gereken ilk Müslüman ihtilali şeklinde değerlendiriyoruz'' ifadelerini kullanmaktadır.[12] Hz. Osman'ın ciddi yönetim hataları yaptığı bir gerçek olmakla beraber bu durum Müslümanların halifesinin katledilmesi için yeterli bir sebep olabilir mi?

Mazeret Arama Dönemi

Siyasi mücadeleler sonunda adeta kaht-ı rical dönemine giren Müslümanların çözüm üretmek amacıyla oluşturduğu fırkaların zamanla dini kimlik kazandığını ifade eden yazar; Mürciî, Şiî, Mu'tezilî ve Hâricî düşünce ekollerinin siyasi oluşumlar olduğunu söylemektedir. [13] Yazarın Mu’tezilenin emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i anil münker ilkesi için bireysel olarak uygulanması halinde kaos, anarşi ve zulüm oluşturacağı[14] söylemi, mihne dönemi göz önünde bulundurulmadan dile getirilmiş olmalıdır. Zira bireysel uygulanması durumunda kaos, anarşi ve zulüm oluşturan bu ilke, mihne döneminde devlet eliyle uygulanmış değil miydi? Yazarın dini faaliyetlerin belirli kurumlar denetiminde yürütülmesi gerektiğine ilişkin görüşlerinin tartışmaya açık, bu konuda ileri sürdüğü delillerin ise yetersiz olduğu kanaatindeyiz.

Hz. Ali'yi ve Hz. Osman'ı ümmetin haklı yöneticileri olarak gören mürci düşüncenin Hz. Osman'ın gölgesine sığınan Muaviye'nin meşruiyet kazanmasına yol açtığını ifade eden yazar, Mürci âlimlerin aşırılıklara karşı ümmetin birliğini koruma amacıyla da olsa İslam nizamının dondurulmasının temellerini attığını söylemektedir.[15]

Hadislerin ortaya koyduğu kader anlayışının, insanı sorumluluktan soyutladığını ifade eden yazar[16] diğer yandan Allah'ın peygamber göndermemesi durumunda insanların sapmayacağını zira sapacak doğru yolun olamayacağını ifade ederek[17] insan aklının doğruları bulma yetisini yok sayma hatasına düşmektedir.

Sonuç

Yazarın sahabeye bakış açısının, genel anlamda aynı eserin 1992 basımında ifade edildiği gibi Peygamber dışında hiçbir kimseye ayrıcalık ve rüçhaniyet tanınmayacaktır ilkesi çerçevesinde olduğu söylenebilir. Bu ilke neticesinde yazar, kimi zaman olumlu sonuçlara ulaşmış olsa dahi genel anlamda sahabeye karşı tavrının en hafif tabirle ''merhametsiz'' olduğu kanısındayız.

Halifelerin seçilme yöntemlerinde bir sistemin inşa edilememesi ve karizmatik liderlik olgusu nedeniyle kurumsallaşmanın gerçekleştirilememesini eleştiren yazar, sahabe döneminin siyasi yapısı için ''kendi kendini yıkan bir siyasi yapının hiçbir bakımdan Müslümanlara model olamayacağının da açıkça bilinmesini istiyoruz'' demektedir. [18] Yazarın bazı eleştirilerinde haklı olduğunu düşünmekle beraber ilk Müslüman topluluğun oluşturduğu siyasi yapının ''hiçbir bakımdan model olamayacağı'' söyleminin de abartılı olduğunu belirtmeliyiz.

Bir idare sisteminin iktidarın kaynağı bakımından eğer teokratik değilse demokratik olmak durumunda olduğunu ifade eden yazar, Hz. Peygamber döneminin dahi yarı teokratik olduğunu peygamberden sonraki dönemlerde tam teokratik yapının görülmesinin mümkün olmadığını söylemektedir.[19] Hz. Ebu Bekir'i ve Hz. Ömer'i peygamberin kullanmadığı bir yetkiyi kullanmış olmakla eleştiren yazarın İslam toplumu için ideal idare sistemini yıllar sonra ortaya çıkacak olan demokrasi sistemi olarak belirlemiş olmasının şaşırtıcı olduğunu söylemek gerekmektedir.

Yazar hiç kimseye kutsallık atfetmeden, menkulde makul olma ilkesiyle yazdığı eserde; kendi yorumlarını desteklemeyen rivayetlerde ilkelerini tatbik ederken, kendi yorumlarını destekler görünen rivayetlerde tabii olduğu ilkelerini uygulamama hatasına düşmüştür. Ayrıca eserde akademik bir çalışma için yakışıksız kaçan komplo teorilerine yer verilmiş ve kimi yerlerde oryantalistlerin hazır fikirleri kullanılmış olsa da üsluba dair sorunların, eleştiriler neticesinde elimizdeki eserde 1992 basımlı esere kıyasla giderilmiş olduğunu da ifade etmek gerekmektedir.

En nihayetinde ''asr-ı saadet'' ve ''aşere-i mübeşşere'' gibi sistemler olumlu bir amaca sahip olsa dahi İslam tarihinin mitleştirilmesine neden olmuş ve İslam tarihine eleştirel bakabilmenin önündeki en büyük engeller haline gelmişlerdir. İslam tarihinin kutsallaştırılarak gelecek nesillere efsaneler şeklinde anlatılmak için var olmadığının ve asıl gayemizin tarihten dersler çıkararak geçmişimizdeki hataları tekrar etmemek olduğunun bilincinde olursak İslam tarihine eleştirel yaklaşan eserlere duyulan ihtiyacın büyüklüğünün de farkına varabiliriz. Bu minvalde Sahabe Devri İktidar Kavgası&Alevi Sünni Ayrışmasının Arka Planı'nın, İslam tarihini değerlendirmek ve tartışmak için okunması gereken bir eser olarak kitaplıklarımızda yer alması gerektiği kanaatindeyiz.

 

[1] Prof. Dr. Ahmet Akbulut, Sahabe Devri İktidar Kavgası&Alevi Sünni Ayrışmasının Arka Planı, s. 15, Otto Yayınları, Ankara, 2015.

[2] a.g.e. s.15-18.

[3] a.g.e. s. 44-45.

[4] a.g.e. s. 51.

[5] a.g.e s. 89

[6] a.g.e. s.127.

[7] a.g.e. s.134-135.

[8] a.g.e. s. 157.

[9] a.g.e. s. 159.

[10] Tahir Tural, ''Eser Tenkidi: Sahabe Dönemi İktidar Kavgası'', Rıhle, Yıl:1 Sayı:4, s.109

[11]  a.g.e. s.167.

[12]  ag.e. s.167.

[13]  a.g.e. s.209.

[14]  a.g.e s.211.

[15]  a.g.e s.242.

[16] a.g.e. s.276.

[17] a.g.e. s.269.

[18] a.g.e. s.281.

[19] a.g.e. s.28

HABERE YORUM KAT

5 Yorum