1. YAZARLAR

  2. Yasin Şafak

  3. Romanda Doğruculuk Arayışı
Yasin Şafak

Yasin Şafak

Yazarın Tüm Yazıları >

Romanda Doğruculuk Arayışı

13 Temmuz 2008 Pazar 02:14A+A-

Temmuz Haksöz’de bir edebiyat eleştirisi var: Ahmet Örs, Dublörün Dilemması kitabını eleştirmiş, irdelemiş. Yazıda, romanın içeriği ve tahlilinden daha çok Murat Menteş’in de içinde olduğu tarz/üslup eleştiriliyor. Örs, Menteş ve onun da ait olduğu çevreyi anarşist bir edebiyat dalgası olarak resmediyor. Oysa bıçkın, alegorik bir üsluba doğrudan anarşist demek mümkün mü?

Daha sonra Nihat Genç de örnek verilerek bıçkın bitirim edebiyatın dolambaçlı ve çoşkun bir nehir gibi aktığı ima ediliyor, lakin bu nehrin sonuçta bir net söyleme sahip olmadığının altını çiziliyor. Ne var ki genel olarak Gerçek Hayatçılar ve bazı başka dergiler diyerek işaret edilen bu tarza dair bu yargı biraz ağır kaçmış gibidir.

Edebi/sinematografik/sansasyonel vs. anlatımları, kullanışlı addeden insanlar, bir sürü konuya değinirken -hele ki Murat Menteş gibi Hakan Albayrak gibi malumatfuruşsalar- zaten kastı başta/ortada metne içre verirler sonda didaktik bir hulasa dizgesiyle bağlamaya ne gerek? Edebi türlerde hele ki şiirde, didaktik bir düşünce yazısı gibi söylemek isteneni/mesajı kör göze parmak şekilde söylemek veya doğrucu bir sonla bağlamak pek rastlanan bir şey değildir. Öylesi de çok uygun olmaz gibi zaten.

Örs, Dublörün Dilemmasındaki argo kullanımı sert şekilde yeriyor. Oysa romanda benim hatırlayabildiğim,  karakterleri daha gerçekçi kılmak için belli bir dozda argo kullanılmıştı.

Romanda yer alan bu argoyu son dönem yer yer genç şairlerde de görüyoruz. Hadi belki şiirde daha tehlikeli ama Dublörün Dilemması neticede bir roman hem de sinematografik bir roman. Burada yem niyetine birkaç argo olması çok da incitici değil ki…

Değiniler daha sonra daha da önemli başlıklara geçiyor. Dublörün Dilemmasında yer alan din öğelerine: Romandaki karakterin İslam namına çevresinde gezindiği alan tasavvuf.

Bunu çok çok problemli görmeli mi? Ama neticede bu da roman karakterinin/kişisinin hayatı üzerinden çizilen bir portredir. Neticede propagantif bir şekilde Dublörün Dilemmasında tasavvuf idealize mi ediliyor? Hayır masalsı bir şölene en iyi uyan tasavvufa meyyal bir roman kahramanı var ki bu da romanın örgüsüne giydirilmiş.

Daha genelinde roman türü üzerinden konuşmak gerekirse, roman bir kurgusallık üzerinden gerçeğe ve tahmin edilebilir karakterlere teğet geçmeyi dener. Bir Türkiye kurgusunda, İstanbul resmedilişinde, mahalle portresinde Menteş’in romanında yer alan resimler pekala olabilir.

Kişi ideal kabul etsin veya etmesin, bir romanda Türkiye anlatılıyorsa tasavvuf, Bosna anlatılıyorsa ulusal kimlik, Suud anlatılıyorsa Vahhabilik, İran anlatılıyorsa Şia, Hint-alt anlatılıyorsa kitabi Hanefilik, İslam namına vakıa olan/kabul edilen/bahsi geçen olacaktır.

Bu durumların vakıa olması başka, ideal olup olmaması başka bir şeydir.

Menteşlerin, Nihat Gençlerin, Hakan Albayrakların düzyazıda, romanda iyi başardıkları kotardıkları bir nokta varsa alaycı bir çoşkululukla, bazen bıktırabilen bir romantizmle bir ülkeye/bir şehre/bir gençlik ve insanlık durumuna parmak basabilmeleridir. Bunun sert bir doğruculuk ve ahlakçılıkla yargılanması ekseni biraz kaydırır.

Ayrıca Dublörün Dilemması örneğinde olduğu üzere masalsı bir neşve ile, bıçkın bitirim bir savruklukla anlatılan mahalle/aşk/tasavvuf/ajanlık/teatrallik resimleri bir ideali resmetmekten ziyade simgesel kullanımlar gibidir. Bir hali pür meale işaret gibi olamaz mı?

Şiirde imge denilen, romanda simge/alt metin denilen de zaten bu değil midir?

Hayattan, hayatın sorunlarından ve gerçek kişilerden bahsetmek her zaman sadece doğrudan birinci anlamları kullanmakla/didaktik üsluplarla yapılmayabilir.

Tasavvufa meyyal/rüyalar aleminden izler peşinde/ kurgusal karşılıksız aşklar arayan bir kişi o kadar mı gerçekdışıdır. Böylesi dertler/özentilikler sağımızda solumuzda önümüzde arkamızda görebileceğimiz bir mesafede değil midir?

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum