1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Riski Göze Almak Yetmez Onu Yönetebilmek Lazım”
“Riski Göze Almak Yetmez Onu Yönetebilmek Lazım”

“Riski Göze Almak Yetmez Onu Yönetebilmek Lazım”

Diyarbakır Özgür-Der yönetiminden Av. Serdar Bülent Yılmaz, Diriliş Postası'na konuştu.

12 Temmuz 2015 Pazar 15:00A+A-

H.Yahya Şekerci’nin röportajı:

Diyarbakır’da sivil toplumun yakından tanıdığı Özgür-Der eski Şube Başkanı Av. Serdar Bülent Yılmaz’la Türkiye-Suriye bağlamında Kürt meselesini konuştuk. Yılmaz muhtemel tehlikelerden söz açmakla kalmıyor aynı zamanda makul çözümler üzerine de yeni teklifler getiriyor.

Son dönemlerde Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri bir harekât planı yaptığını görüyoruz. Sizce Türkiye’nin durduğu yer doğru bir yer mi? Yoksa daha agresif ya da daha ılımlı politikalar mı benimsemeli? 

Çok popüler bir tabir var Ortadoğu ile ilgili; cadı kazanı ifadesi kullanılır. Suriye bu cadı kazanının tam merkezi, dolayısıyla Türkiye’nin atacağı her adım riskli. Pasif davranması da, çok aktif davranması da, cüretkar davranması da bir o kadar riskli. Sonuçta büyük oynayan devletler bu riski yönetebilen devletlerdir. Riski göze almak yetmez onu yönetebilmek lazım. Yani Suriye hadisesinin başladığı 2011’den bugüne Türkiye’nin Suriye’de yatırım yaptığı kesimler, yapmaya çalıştığı politikalar, gerek kendi zaaflarından gerekse dış dünyanın direncinden kaynaklanan sebeplerle şu ana kadar başarılı olabilmiş değil. Bu en fazla da zaten Kürt problemine yansıdı.

2012’nin sonuna gelindiğinde örgütsel anlamda varlığı büyük oranda tartışmaya açılmış, büyük bir motivasyon kaybına uğramış, moral bozukluğu yaşayan bir örgüt bugün Suriye üzerinden yeniden bir şahlanış dönemi yaşıyor. Bu Türkiye’ye de HDP üzerinden yüksek oy oranı olarak yansıdı. HDP, arkasına batılı devletleri, seküler güçleri alıyor. Özellikle PKK’nın Ortadoğu’daki tek laik, batıcı, seküler bir güçlü örgüt olmasından dolayı da Ortadoğu’ya dönük planı olan tüm batılı devletler, emperyalist güçler gizli veya açık PKK’ya oynuyorlar. İran politikalarıyla da PKK’nın şu anki pozisyonu uyuşuyor. Dolayısıyla neredeyse Ortadoğu’da Suriye savaşında taraf olan bütün devletlerin, Türkiye hariç, desteğini almış bir örgütten bahsediyoruz. Bu durum Kobani hadiselerinde de çok açık ve net bir biçimde ortaya çıktı. Kobani, AK Parti’nin Kürt problemine dönük geliştirdiği Çözüm Süreci’ni sekteye uğratan bir sürece dönüştü. Bu da AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engelleyen önemli bir faktör haline geldi. Yani birbirini tetikleyen çok önemli hadiselerin merkezinde Suriye ve Kürt meselesi var.

Bugün Türkiye’nin Suriye’ye girmesi mevzuu da aynı şekilde Kürt meselesiyle doğrudan ilintili bir mevzu. Böyle önemli bir meselede Türkiye iç politikasını özellikle Kürt politikasını, çok iyi yönetebilmek gerekiyor ki Suriye politikanız karşılık bulabilsin. 

yahya-sekerci-serdar-bulent-yilmaz.jpg

Peki Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerin iç politikaya yansıması nasıl olur sizce? Özellikle şimdi Kürtleri temsil iddiasıyla hareket eden yapı psikolojik eşiği aştı ve yüzde 13 gibi bir rakama ulaştı. Şimdi böyle bir eşiği aşmış, özgüven yakalamış bir hareket Suriye’nin kuzeyinde böyle bir devletin kurulmasıyla -yahut kanton girişimiyle- daha da güç bularak kısa, orta ve uzun vadede Türkiye’deki siyasi denklemi nasıl şekillendirir? 

Şu ana kadarki gelişmelerden çok farklı, çok radikal bir sapmanın olacağını düşünmüyorum. Sosyal hareketler kendi iç dinamiklerini üreterek yürürler. Özellikle ortam bulduklarında, normalleşme dediğimiz süreç yaşandığında bu hareketler çok daha büyürler. Türkiye’de sanılanın aksine bir durumdur bu. Türkiye’de bu konuda kalem oynatan insanların kahir ekseriyeti normalleşmenin bir örgütü marjinalleştireceğini ve zamanla yok edeceğini düşünürler oysa normalleşmeler bu tür hareketleri -eğer şartları doğru kullanabilmişlerse- büyütür, geliştirir, meşrulaştırır ve yaygınlaştırır. 

Şu anda Türkiye’de yaşanan, bu örgütün kendi sosyal dinamikleri üzerinden gelişen bir süreç. Buna en fazla yardımcı olan etken ise Suriye hadisesi. Bugün PYD Başkanı Salih Müslim sürekli Ankara’ya gidip gelen bir insan. YPG kendi üniformasıyla Élysée Sarayı’nda ağırlanıyor. Obama PYD’yi IŞİD’le mücadelede stratejik ortak olarak açıklıyor. Böyle meşruiyet kazanmış bir yapının bu aşamadan sonra geri döndürülebilmesi mümkün görünmüyor. Türkiye’nin kartlarını artık buna göre oynaması lazım. 

Türkiye Suriye ile en uzun sınıra sahip ülke olarak Suriye’deki gelişmelerle ilgili müdahale hakkını ileri sürebilir, uluslararası toplumda bunu dillendirebilir, defakto durumlar oluşturarak içeriye girebilir fakat bu Türkiye’nin göze alabileceği bir şey midir doğrusu ben çok şüpheliyim. Yani Türkiye’nin sürekli teyakkuz halinde olması ayrı bir şey, Suriye’ye girecek olması ayrı bir şeydir. 

O halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Güneyimizde bir Kürt devletinin kurulmasına müsaade etmeyeceğiz” şeklindeki söylemini eleştiriye açık bir değerlendirme olduğunu mu söylüyorsunuz?

Benzeri söylemler önceki dönemlerde Kuzey Irak için de ifade ediliyordu. Siz dışarıdan bunu engelleme gücüne sahip olamazsınız. Türkiye’nin en şahin olduğu dönemlerde de bu böyleydi. Bugün Güney Kürdistan diye tabir edilen yer adım adım bağımsızlığa doğru gidiyor. Ve en ciddi meşruiyet alanı da Türkiye üzerinden sağlanıyor. Aslında siyasetin buradan yürütülmesi lazım. Reel politik gereği milliyetçi tepkileri bastırmaya yönelik hamasi söylemin bu süreçlere doğrudan, olumlu hiçbir katkısı yok. Suriye’nin kuzeyinde bugün üç ayrı kanton şeklinde olan yapı, fiilen görüyoruz ki Tel Abyat’ın alınmasıyla birlikte birleşmeye doğru gidiyor. Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kontrolünde bir yapı ortaya çıkıyor. Bunu engelleyebilmenin yolu Suriye’deki iç dinamikleri doğru yönetebilmekle mümkündür. Fakat bugüne kadar bu gerçekleştirilemedi.
Türkiye’nin oraya müdahalesi sadece Suriye’deki savaşla sınırlı bir hadise değil. Oraya müdahale ettiği anda doğu ve güneydoğuda konuşlanmış örgüte bağlı bütün grupları Türkiye ile yeni bir mücadeleye girişebilir ve bu cepheyi çok genişleteceği gibi savaşı Türkiye içine taşımış olur. Bu denkleme olası sokak olaylarını da eklemek lazım. Şu an konuştuğumuz mevzu son derece geç kalınmış bir mevzudur. Artık netice bulmaya başlamış bir konuyu konuşuyoruz. 

Türkiye lehine bulunabilecek en iyi çözüm nedir bu saatten sonra?

Türkiye, Suriye’deki oluşumun diplomatik yollarla daha fazla genişlemesini engellemeyi deneyebilir. Suriye’nin bütünlüğünü önemsiyorsa bunu öne çıkararak ÖSO ve oradaki birtakım gruplara verdiği desteği çok daha arttırarak, yani mevcut güç dengelerini değiştirerek, elini güçlendirebilir.

Yani Türkiye devrimi daha güçlü bir şekilde destekleyebilir diyorsunuz?

Zaten devrim başarılı olmadığı takdirde Suriye’nin bugünkü pozisyonu çok daha kötüye gider. Gerek ÖSO gerek direniş grupları Türkiye’den yeterli destek almadıklarını zaten yıllardır söylüyorlar. Bu aşamadan sonra savaşın seyrini değiştirecek güçlü destekler alabilirler mi bilmiyorum. Belki de Türkiye’nin gücü daha fazlasına yetmiyordur. Gücü yetiyorsa direnişe daha ciddi destek verilebilir, güç dengeleri değiştirilebilir, PYD geri adım atmaya zorlanabilir. Şu an için kantonlarla sınırlı tutulabilirse daha sonraki süreç için belki çıkış yolları denenebilir. Ama bu konuyla alakalı Türkiye’de kimi dinlerseniz genel psikoloji askeri müdahaleden başka seçenek kalmadığı yönünde. Bu psikoloji vakanın ne kadar vahim olduğunu göstermesi açısından doğru, ama çözüm olarak sunulan şey ciddi anlamda tartışmalıdır. Şu ana kadar Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı resmi tek operasyon, Şah Fırat operasyonu dahi büyük çekincelerle gerçekleşti. Ama belki de en faydalı çözüm, PYD ile savaştan öte PYD’yi kazanmaktır. Bu seçenek daha ciddi denenebilir.

Türkiye 2 milyondan fazla mülteciyi kabul etmiş, 2 milyar dolardan fazla harcama yapmış bir ülke. Tüm bunlar müdahaleyi meşrulaştıran unsurlardır. Ama meşruiyet tek başına müdahale için yeten bir şey değil. Savaş devam ediyor. Savaşın seyri değişirse, Esed düşerse, yerine gelecek gruplar kendi içlerinde birlik sağlayabilirse, ülkeyi yönetmek konusunda uyumluluk gösterebilirlerse o zaman Türkiye’nin şansı var. Ki bu durum Esed’in gitmesi durumunda bile kolay birşey değil.
Bu perspektif çerçevesinde şunu sormak istiyorum. Tüm bu gelişmeler Irak Kürdistan’ı ile nasıl bir ilişki kurulmasını sağlar? Çünkü Türkiye bir taraftan Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletine karşı, öbür taraftan da PKK’nın KDP ile, Barzani ile çok iyi anlaşamadığını biliyoruz…

PKK’nın KDP ile ilişkisi öteden beri egemenlik mücadelesine dayalı. PKK’nın en az varlık gösterdiği alan Irak. Kandil’deki fiili varlığı dışında Irak’ta toplumsal bir karşılığı da yok. Ama PKK son zamanlarda oraya da oynamaya başlayan bir yapı. Özellikle Yezidi’lerle başlayan bir süreç var. Aslında PKK, batının da KDP yerine tercih edeceği bir yapı. Çünkü KDP daha muhafazakâr, geleneksel, Türkiye ve benzeri ülkelerle ilişkilerinde açık ve ilkeli bir yapı. PKK ise tam tersi. Kiminle nasıl hareket edebileceği kestirilemeyen, kendisiyle masaya oturulması çok fazla mümkün olmayan, o yüzden Türkiye açısından sıkıntılı bir yapı. Batı için ise tercihe şayan bir örgüt. Çünkü batıcı, laik, seküler aydınlanmacı bir yapı ve kurmayı planladığı sistem de böyle. Dolayısıyla batı tarafından tercih ediliyor. Şu ana kadar batıyla kurduğu ilişkiler bu yönde. Bugüne kadar desteklenmesinin temel nedeni de bu. PKK uzun vadede Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin pozisyonuna oynuyor şu anda. Onu itibarsızlaştırmaya, toplumsal anlamda yavaş yavaş tabanını zayıflatmaya çalışıyor.

Türkiye’nin Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkisi aslında normal şartlarda çok çok iyi değil. Muhtaçlık ilişkisi üzerine kurulu. Türkiye onlara muhtaç, zira Ortadoğu’da neredeyse tek müttefik. Onlar da Türkiye’ye muhtaç çünkü başka çıkış yolları yok. Irak’taki Kürt siyasetçileri, gazetecileri ve iş adamlarını dinlediğinizde onların Türkiye’ye karşı çok ciddi anlamda rezervleri olduğunu işitirsiniz. Tüm bunlara rağmen Irak’ta Türkiye’yi destekleyen tek yapı KDP’dir. Ne Goran ne Talabani’nin hareketidir. Dolayısıyla Türkiye’nin Kürt bölgesel yönetimine oynaması makul, mantıklı ancak politikalarını salt PKK’yı dengelemek adına kurması da Türkiye’ye oradaki toplumun şüpheyle bakmasına neden oluyor.

Türkiye bu mecburi ilişkinin üzerine çok daha yapısal bir ilişki tesis edebilir, oradaki halkı kazanabilirse PKK’nın yükselişi de bölgede KDP’ye karşı başlattığı itibarsızlaştırma hareketi de belli oranda geciktirebilir veya püskürtebilir.

Netice itibariyle son gelişmeleri de dikkate alarak Türkiye’nin Kürt politikasını sil baştan kurması gerekiyor.

 

HABERE YORUM KAT

4 Yorum