1. YAZARLAR

  2. Vahap Coşkun

  3. Refiklerin Darbesi
Vahap Coşkun

Vahap Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

Refiklerin Darbesi

07 Mayıs 2016 Cumartesi 23:35A+A-

 

Erdoğan, sokaktan gelen bir siyasetçi. Siyaseti sokakta, meydanda öğrenmiş. Çocuk yaştan itibaren siyasetin pratiğinde pişmiş. Parti içi iktidar kavgalarının içinden geçmiş. Risk üstlenmiş, gerektiğinde kavgaya bodoslama girmiş. Hitabeti güçlü, halkın diliyle konuşmakta mahir, onların taleplerini siyasete tercüme etmekte usta… Herkesle direkt temas kurmuş ve tabanı arasında sarsılması güç bir sadakat bağı örmüş.

Davutoğlu ise bir akademisyen. Mektepli. Siyasetin ilmini mektepte öğrenmiş ve öğretmiş. Sahadan ziyade mutfakla ilgilenmiş. Teşkilat, delege, kongre, vb. hesaplardan uzak durmuş. Bir teorisyen olarak fikir üretimi ile meşgul olmuş. AKP siyasi geleneğinin içinde yer almış ama siyasi denkleme AKP’nin 2002’de tek başına iktidar olmasından sonra girmiş. İddialı bir başdanışman olarak teorik çerçevesini çizdiği siyasetin tatbikine katılmış. Akabinde milletvekili ve bakan olmuş. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra da Başbakanlık vazifesini üstlenmiş.

Halef ve Selef

İki ayrı portre var burada. Siyaseti farklı mekânlarda tedris eden iki farklı aktör olarak meselelere farklı pencerelerden bakmaları kaçınılmaz. Nitekim partinin ve hükümetin başına geçtiği günden itibaren Davutoğlu ile selefi Erdoğan arasında ciddi bir görüş farklılığı olduğu görüldü.

Davutoğlu her seferinde bu farklılıkları belirsizleştirmeye çalıştı. Cumhurbaşkanımızdan ayrı düşünmüyoruz”, “Aramızda milim fark yok” vb. ifadelerle bu gerilimin üzerini örtmek ve büyümesini önlemek istedi. Bunun iki nedeni vardı: Biri, Erdoğan’ın taban üzerindeki muazzam ağırlığıydı. Diğeri ise, partiyi bir arada tutma kaygısıydı.

Ancak her bir somut konu gündeme geldiğinde iki aktör arasındaki makasın açıklığı apaçık ortaya çıkıyordu. Mesela haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanın Yüce Divan’da yargılanması, Siyasi Etik Yasası’nın çıkarılması, Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığı, Merkez Bankası’nın faiz politikası ve çözüm sürecinde Gözlemci Heyet’in kurulması, vb. meselelerde Erdoğan ve Davutoğlu’nun zıt noktalarda durduğu herkesin malumuydu.

Davutoğlu’nun aksine Erdoğan bu zıtlıkları kamuoyunun önünde tartıştı. Bazen hükümetin uygulamalarını doğrudan halka şikâyet etti, bazen de hükümete muhalefet partilerinden daha etkili bir şekilde karşı koydu. Dolayısıyla parti içi bir iktidar mücadelesi kaçınılmazdı.

2015 Eylül’ünde yapılan olağan kongrede bu mücadelenin açığa çıkabileceği bir durum doğdu. Parti üst yönetiminin belirlenmesinde Erdoğan ve Davutoğlu anlaşamadı. Erdoğan’ın talimatıyla Davutoğlu’na karşı delegelerden imzalar toplanmaya başladı.

Kriz İçindeki Fırsat

Bu, bir krizdi. Ama her krizde olduğu gibi içinde bir fırsatı da barındırıyordu. O vakit de belirtmiştim: Davutoğlu için doğru olan kongrede bu meydan okumayla yüzleşmesiydi. İki sebepten:

Birincisi, Davutoğlu, adı geçen diğer adaylara nazaran kıyas kabul etmez bir toplumsal krediye sahipti. AKP tabanı ve toplum nezdinde gördüğü kabulü değerlendirmesi lazımdı.

İkincisi, artık cin şişeden çıkmıştı. Onu gerisin geri göndermenin imkanı yoktu. Sorunlar halının altına süpürülerek çözülemezdi. Kalıcı bir yapı, büyük tavizler verilerek inşa edilemezdi. Davutoğlu, kongreyi kaybedebilirdi. Lakin mücadele etmiş biri olarak alternatif siyasi aktör olma vasfını korurdu.

Davutoğlu bunu yapmadı, mücadeleyi ileri bir tarihe bıraktı. 1 Kasım sonrası oluşan tablo, hem süre ve hem de parti içi mekanizmalar açısından Erdoğan’ın elini rahatlatıp güçlendirdi. Mücadele daha da kızıştı. Direkt Davutoğlu’nu hedef alan müptezel yayınlar yapıldı. İçinde Erdoğan’ın da bulunduğu “refiklerinin” MKYK’da Davutoğlu’na vurduğu darbe ise bardağı taşıran son darbe oldu.

Nihayetinde şiddetli bir kırılma yaşandı. Davutoğlu siyasi aktör olma şansını da kaybederek veda etmek zorunda kaldı. AKP’de açılacak yeni dönem bu kırılmanın üzerinden şekillenecek.

Yeni Yüzyıl

YAZIYA YORUM KAT