1. YAZARLAR

  2. Ahmed Kalkan

  3. Rasûlullah Günümüzde Yaşasaydı…
Ahmed Kalkan

Ahmed Kalkan

Yazarın Tüm Yazıları >

Rasûlullah Günümüzde Yaşasaydı…

25 Nisan 2010 Pazar 20:11A+A-

Bir kutlu doğum haftası daha geride kaldı. Artık gelecek sene Nisan ayına kadar Peygamber bu toplumun gündemine kolay kolay girmeyecek. Kutlu doğum haftasının hemen devamında 23 Nisan kutlamaları. “Dinî lider” anıldı, artık bundan sonra devamlı “millî lider”de sıra. Çağın Ebu Cehilleri övülüp durulacak bir yıl boyunca. Laiklik böyle bir şey olmalı: Çok dinli, çok peygamberli, çok tanrılı olmak... Camilerin kapılarında asılan bayraklar, Rabbimizin “hâkimiyet sadece Allah’ındır” (12/Yusuf, 40) demesine rağmen, câmilerde okunan “hâkimiyetin ulusa ait olduğu”na dair hutbeler… Câmilerin devlet dairesi, imamların namaz kıldırma görevlisi olarak devlet memuru olduğunun göstergesi… Yaşlı cami cemaatini çocuk yerine koyup çocuk bayramını kutlattırmalar… Dini devlete karıştırtmamak (eskisiyle, değiştirileniyle) anayasanın ve düzenin temel güvencesi olarak kabul edilirken, hani laiklik, aynı zamanda devletin dine karışmaması demekti?  Demek ki çağdaş düzenlerin de helvadan putları var, istediği zaman yiyip yutmak için.

 

Onlar, Ramazan’da bir aylığına ellerine alıp sonra duvara asarak terk ettikleri Kur’an’a davrandıkları gibi, Rasûl’e de yılda bir hafta ayırıp o haftanın dışındaki zamanlarda onun düşmanlarına benzeyen şekilde yaşasınlar. Diğer zamanlarda Kur’an ve Sünneti devre dışında tutsunlar. Onlara inat, biz kutlu doğum haftaları bitse de Peygamber’i gündemleştirmeye devam edeceğiz. Hayatımızın her alanına Allah’ın ve Rasûlünün müdâhale etmesine zemin hazırlayacağız. Her an örneklik yönüyle bahsedeceğimiz şahıs, Rasûl olacak. Yorumlayacağımız haberler, esas Kur’an ve Kur’an’ın haberleri olacak: “De ki: ‘Bu Kur’an, büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.” (38/Sâd, 67-68). Evet, bizim için, Mekke’ye ve Medine’ye sığmayan, 6. asırlara hapsedilmemesi gereken Peygamber, kutlu doğum haftasıyla da sınırlandırılamaz. Öyleyse, haydi, Kur’an’ın tanıttığı Peygamber’i, Kur’an’ı da doğru tanımak açısından yeniden ve ısrarla gündemleştirelim:

 

Rasûle itaat, onun izinden gitmek, sünnetlerine sarılmak; belirli bazı şeylerle sınırlı değil, tüm hayatımızla ilgilidir. Onu on dört asır öncesine ve Mekke ile Medine’ye mahkûm etmek, âlemlere rahmet olan şahsın evrensel ilkelerine ihânettir. O bugün bu şehirde de örnektir. Sünnetleriyle burada yaşamalıdır. O yüzden “o bu gün yaşasaydı, ne yapardı?” sorusunu kendimize sormak ve cevabını imanımızın, vicdanımızın ve irfanımızın sesinden alabilmek gerekir. Ve aldığımız cevabı sünnet olarak yaşamak… Önce biraz aykırı sorular soralım; soralım ki, hayatımızla Peygamber hayatı arasındaki çelişkiler sırıtsın.

 

O bugün yaşasaydı, hangi köşkte yaşardı? Mercedes mi alırdı, BMV’yi mi tercih ederdi?

 

Hangi bankanın veya bankaların kredi kartlarını kullanırdı? Banka işlemlerini yaparken, faiz alır veya kredi çekerken besmele de çeker miydi?

 

Televizyonda hangi kanalları seyreder, hangi dizilerin tiryakisi olurdu?

 

Hangi şarkıcıları dinler, hangi sanatçıları över, hangi artistleri severdi?

 

Hangi takımı tutar, nasıl slogan atardı?

 

Yaz tatillerinde Marmaris’i mi, yoksa Antalya’yı mı tercih ederdi?

 

Hangi Ergenekoncu subayın emri altında askerlik yapardı?   

 

Düzeni devam ettirmek için tâğutlara nasıl yardım ederdi?

 

Düzenin yöneticisi olmaya, hangi basamaktan başlardı?

 

Hangi partiye oy verir, hangi devlet adamlarını kendinden kabul ederdi?

 

Heykellerin karşısında saygı duruşunda iken ne okur, deftere ne yazardı?

 

Hangi eliyle çelenk koyar, kutlamalarda ne tür konuşmalar yapardı?

 

“Biz de Atatürkçüyüz”, “Atatürk’ün izindeyiz” sözünü hangi törenlerde söylerdi?

 

Hangi Batılı ülkeleri dost ve müttefik kabul eder, hangi yöneticileri kardeş kabul ederdi?

 

Ümmet kavramını ne zaman ümmete unutturur, Avrupa ile ortak devlet olma hedefini nasıl ilan ederdi? 

 

Tevhid söylemlerinden hangi rüzgâra kapılarak vazgeçer, kâfirlere sınırsız tavizler verirken, ne tür uzlaşmalar içinde olurdu?

 

Demokrasiyi mi daha harâretle savunurdu, liberal ekonomiyi mi?

 

“Devletin dini olmaz, paranın imanı olmaz” sözlerini hangi kâfirleri memnun etmek için söylerdi?

 

Yatırları veya modern türbe Anıtkabir türü yerleri kimlerle ziyaret ederdi?

 

Katıldığı bayrak törenlerinde kravat mı takardı, yoksa papyon mu?

 

İstiklal Marşı dinlerken hangi titizlikle hazırola nasıl geçerdi?

 

Vergisini hangi vergi dairesinde öderdi? 

 

Çocuklarını hangi okullara gönderirdi? Düz Liselere mi, özel okullara mı?

 

Hangi marka elbise giyerdi, kravatının rengi ne olurdu?

 

Giydiği kot yerli mi olurdu, yabancı mı? MC Donald’daki menüsü ne olurdu?

 

Coca Cola’yı mı, yoksa Pepsi’yi mi tercih ederdi?

 

Hangi marka sigara içerdi, yerliyi mi Amerikan sigarasını mı tercih ederdi?

 

Hangi dergâhta şeyh olur veya hangi cemaatin imkânlarından yararlanırdı?

 

Hangi derneğin başkanlığını yapar, hangi grubun başına geçerdi?

 

Hangi TV. programında boy gösterir, hangi kanalda mevlit okurdu?

 

Koltuk takımları alırken hangi markayı tercih ederdi? İstiklal mi, Bellona mı?

 

Evindeki televizyonunu ne zaman LCD ile değiştirirdi? Uydu anteni hangi marka olurdu?

 

Taşıdığı cep telefonuyla günde kaç fotoğraf çekerdi?

 

“Böyle soru mu olur?” “Rasûlullah bunları yapar mıydı?” diye tepki gösterdiğinizi sanıyorum. Onunla aramızdaki çelişkiyi daha iyi vurgulamak için bu soruları sorma ihtiyacı hissettim. Eğer o bunları yapmaz idi ise, biz O’nun ümmeti olarak, O’nu örnek alıp O’nun izinden gitmemiz gerektiği halde, hangi yüzle ve nasıl bunları yapabiliriz? Onun için sorulması uygun olmayan bu sorular bizim için nasıl sorulabiliyor?  

 

Peki, günümüzde yaşasaydı o yüce insan, ne yapardı? Giyimi, evi, işi, aşı, putlarla ve putçularla ilişkisi, İslâm düşmanlarına tavrı, yani topyekün yaşayışı nasıl olurdu? Herhangi bir iş yapmaya karar verirken, “Rasûlullah olsa idi, bugün benim yaşadığım bu yerde yaşasaydı bu işi yapar mıydı, yaparsa nasıl yapardı?” diye sorsak ve kendi imanımızdan ve vicdanımızdan aldığımız cevap doğrultusunda yaşasak, işte o zaman sünneti yaşamış oluruz. İşte o zaman O’nun izinden gitmiş, O’nu örnek almış oluruz. Peygamberimiz bugün yaşasaydı sigara içmezdi, televizyon seyretmezdi, kahvede vakit öldürmezdi, kredi kartı kullanmazdı, bunlardan daha önemlisi; hiçbir şekilde putlara saygı duymaz, putperestlerle uzlaşmazdı. İslâm’a düşman olan düzenle mücadele ederdi. Tâğutlara yardımcı olmaz, tam tersine İslâm dışı düzenle mücadele ederdi… diyorsak o zaman bu doğrultuda, sünnet kavramını güncelleştirme konusunda bize çok iş düşüyor. Sünnet, meselâ sabah-akşam kabak yemek değildir. Sünnet, şekil yönüyle Peygamber’i taklit etmekten öte, onun din adına yaptıklarını günümüzün şartlarına uyarlamak, onun yaptıklarının gerekçe ve hikmetlerinden yola çıkarak Kur’an’ı günümüz hayatına geçirmeye çalışmaktır. “Bugün ve burada”yı Muhammed’ce yaşamak, “küçük Muhammed”, “Muhammedcik” olmaya çalışmak, ashabla hayırda yarışmaktır. Sünnet, günlük hayatımızda Peygamberimiz’in yapacağından emin olduğumuz şeyleri yapmak, onun yapmayacağını değerlendirdiğimiz şeyleri terk etmektir. Evimiz, işyerimiz ve sokaklarımızdan tutun da, okullar, mahkemeler, kanunlar, devlet Peygamberin ilkelerine mi daha çok benziyor, yoksa O’nun düşmanı Ebû Cehil’lerin ilke ve uygulamalarına mı benziyor? Kimi örnek aldığımız bu sorunun cevabındadır.   

 

Sünnet: O’nun yolu, tavrı, davranışları ve konuşmaları demek…  Bugün sünnet olarak bildiğimiz birkaç tane, o da şekilden ibaret şey kalmış. Namazların sünnetleri, yaşlı adamların sakalları, erkek çocukların küçük bir operasyonu ve benzer bir-iki şey. Bunların dışında Peygamber’in yaşayışını, meselâ sünnet olarak on tane davranışını bile sayamıyor Müslüman. Hâlbuki sünnet; Peygamberimiz’in din adına yaptığı her şeydir, tavsiye ettiği, uyguladığı her şey. Oğullarını sünnet ettirmeyenleri kınıyoruz da, ondan daha kuvvetli sünnetleri terk edenleri niçin kınamıyoruz? Kendimizin de kınanacak birçok yönümüz olduğunu kabul edelim, çünkü nice sünnetleri terk etmişiz. Esas sünnet, Kur’an’ın hayata geçirilmesinde nebevî modeldir. O, canlı Kur’an’dı. O’nun tüm hayatı sünnettir. Peygamberimiz’in putlarla ve putçularla nasıl mücadele ettiği, cihadları, savaşları, insanları nasıl eğittiği, toplumsal sünnetleri, nasıl devlete gittiği vb. bilinmeden sünnet kavramı da doğru anlaşılmaz.

 

Peygamberimiz kimlerle, niçin mücadele etti? Biz de aynı kimselerle mücadele etmek zorundayız. Peygamber’in düşmanları sadece O’nun zamanıyla sınırlı değildi. Ebu Cehiller, Ebu Lehebler günümüzde belki daha etkin roldeler, ama onları tanıyacak ve gereğini yapacak Sünnet ehli insanlar aranıyor. O’nun düşmanlarını dost kabul edemeyiz. O’nun düşmanları “ben O’nun düşmanıyım” demeyebilir, sinsi olabilir, O’nun getirdiği vahye, Kur’an’a ve O’nun yaşayışına yani Sünnetine düşman olanlar, Müslümanlara bu konuda özgürlük hakkı vermeyenler, kim olurlarsa olsunlar bizim dostlarımız olamazlar.

 

Peygamberimiz, Kur’an’ı hayata taşıyıp Sünnetiyle tefsir edip uygulayarak o günkü câhiliye hayatını tarihin çöplüğüne atmıştı. Şimdi daha feci bir şekilde ortada duran sosyal ve siyasal câhiliyeyi yine yeniden uzaklaştırmak için Kur’an ve Sünnetin hayata geçirilmesinden başka yol yoktur. Bu görev, hem dünya kurtuluşu ve hem de âhiret ödülü için şarttır.

 

Peygamberimiz’e karşı, O’nun mirasına ve bize bıraktığı emanete karşı bu ve benzeri görevleri düşünüp planlamadan kuru kuruya güller ve gül edebiyatlarıyla, duygusal hitaplarla Peygamber’i anmak, O’nun aziz hâtırasına saygısızlık olabilir.  

 

Hayatımız Onun yaşayışına, evlerimiz Onun evine, sokaklarımız Onun Medine’sinin sokaklarına, okullar Onun Suffe okuluna, devlet Onun devletine ne kadar benziyor? Onun, nice zahmetlerle kurduğu devleti ne yaptık? Onun adını destanlaştırması gereken dillerimiz ne adlar belledi? Kimleri putlaştırdı? Artistleri, şarkıcıları, futbolcuları, tâğutları ezbere bilen, fakat Peygamberin hayatını onların yaşayışı kadar bile tanımayan, Peygamberin izi yerine başka izler takip eden nesiller nasıl onun ümmeti olacak?! Bugün yine câhiliye hayatı her şeyiyle hâkim. Peygamberimiz’in hayata geçirdiği prensipleri bireysel, sosyal ve siyasal hayatımıza hâkim kılarsak, yaşanılan câhiliye asrı da mutluluk asrına dönüşecektir. İşte, sünneti gerçek anlamda o zaman yaşamış olacağız.   

 

Muhammed’siz ümmet, öndersiz vâris olunmaz. “Ilıman İslâm” projesinin devamı olarak “Ilıman Muhammed” şeklinde, küfre ve şirke müdâhale etmeyen bir portre sunuluyor. Suya sabuna dokunmayan, hiç kılıç kuşanmamış, putlarla ve putçularla hiç mücadele etmemiş, eli tesbihli, herkese gül dağıtan şeyh görüntüsünde bir peygamber… Hayır, bin defa hayır! Bu, benim peygamberim değil.

YAZIYA YORUM KAT

27 Yorum