1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Pragmatik Bilgeliğin Sonrası
Pragmatik Bilgeliğin Sonrası

Pragmatik Bilgeliğin Sonrası

Cengiz Aktar’ın Ali Galip Gezgin’in “Cengiz Aktar, Ekümenik Patrikhane: Tarihi, Siyasi, Dini ve Hukuki Açıdan” kitabını Haksöz-Haber için Asım Öz değerlendirdi.

05 Mayıs 2011 Perşembe 21:16A+A-

PRAGMATİK BİLGELİĞİN SONRASI

İstanbul'un Eyüp ilçesinde bulunan Patrikhane Ekümenik Patrikhane adlı derlemede yer alan yazılarla ayrıntılı bir biçimde tahlil ediliyor. Çalışma konunun tarihî, dinî, hukuki ve siyasi boyutlarını ele alırken, bilgi eksikliğini gidermeyi ve bilgi kirliliğini temizlemeyi amaçlıyor. 

Asım Öz / Haksözhaber

Türkiye'de bilgi temeli olmaksızın zanlar hatta düpedüz tepkisellik üzerinden sürdürülen başat tartışma konuları arasında yer alan "Patrikhane"nin  siyasallıkla dini olanın  kesiştiği  bir noktada kendine özgü   bir yeri vardır. Başka patrikhaneler olmasına karşın bu tartışmalarda adı geçen patrikhane resmi kurumların Fener Patrikhanesi olarak andığı Rum Patrikhanesi'dir. 

Neresinden bakılırsa bakılsın, gerçekliklerinden öte, yüklendiği simgesel değerle ağırlığını duyurmuş bir konu patrikhane.

Patrikhane ile Osmanlı idaresi arasında ideolojik ve siyasi amaç birliğinin gevşediği ve koptuğu yılların etkisiyle oluşan yaralı bilinç bu simgeselliğin kurucusu niteliğinde. O nedenle kimilerinin duyduğu sevgi, hürmet ve ilginin tam aksi yönde sekülerliğin muhafazakârlıkla ittifakının biçimlendirdiği ama nedense bunun pek farkında olunmayan yoğun bir karşıtlık durumu/duygusu tezahür eder konunun tartışılması sürecinde.

İstanbul'un Eyüp ilçesinde bulunan Patrikhane Ekümenik Patrikhane adlı derlemede yer alan yazılarla ayrıntılı bir biçimde tahlil ediliyor. Çalışma konunun tarihî, dinî, hukuki ve siyasi boyutlarını ele alırken, bilgi eksikliğini gidermeyi ve bilgi kirliliğini temizlemeyi amaçlıyor. Alexis Alexandris, Baskın Oran, Cem Sofuoğlu, Cengiz Aktar, Elçin Macar, Emre Öktem, Kürşat Demirci, Panteleimon Rodopoulos, Paraskevas Konortas ve Samim  Akgönül'ün  makaleleriyle. Bastırılan duygularında etkili olduğu kimi makalelerin bu boyutu üzerinde ayrıca durulabilir. Bu yazıda meselenin siyasallık ve tarihçilik noktasında nasıl ele alındığı, öncelendiği için yazıların bu boyutu üzerinde durulmayacaktır.

Uzun Soluklu İttifak

Dinler tarihçisi Kürşat Demirci, kitapta yer alan yazısında İstanbul'un  patrikhane oluş sürecini tarihi veriler içinden hareketle okumayı deneyerek önemli tespitlerde bulunuyor. İstanbul'un Hıristiyanlık içinde Roma'dan sonra geldiğini belirten Demirci, İskenderiye, Antakya ve Kudüs'ün Hıristiyanlık nazarındaki konumunun İstanbul'un altında yer aldığını belirttikten sonra şunları ifade ediyor: "İstanbul'un patriklik olma sürecinde, 7. yüzyıldan  itibaren Müslümanların Antakya Kudüs ve İskenderiye'yi  ele geçirmeye başlamasının hızlandırıcı bir rol oynadığı söylenmelidir. En büyük rakip şehirler artık tamamen safdışı kalmış olmaktadır.

Sonuçta, Davut zamanında neden Medinah'ha Yahuda'nın başkenti Şekem'den Kudüs'e kaydırıldıysa, neden halifelik Yavuz Sultan Selim zamanında Kahire'den İstanbul'a getirildiyse, benzer nedenlerden Theodosius döneminden itibaren  İstanbul da patriklik merkezi olmuştur."

Paraskevas Konortas, Osmanlı Sarayı ile Büyük Kilise'nin örtüşen menfaat ve siyasi emellerinin  belirlediği uzun soluklu  pragmatik ittifakın kimi veçhelerine   başlangıcından on yedinci yüzyıla kadar  ışık tutarak kimi önemli durumların yeniden hatırlanmasını sağlıyor.

İstanbul Ortodoks Patrikhanesi Bizans'ın sona ermesinden sonra artık farklı bir siyasi düzende, Hıristiyan olmayan bir gücün gölgesinde ve bu gücün belirlediği siyasi çerçevenin sınırları içinde hareket etmek durumunda kalacaktır. Hakikaten Patrikhane, 1453 sonrasında Yeni Çağ boyunca Osmanlı'nın Katolik Batı ve Ortodoks Rusya ile olan güç ilişkilerini belirleyen temel kurumlardan biri  olma niteliğindedir.

Patrikhanenin bu konumundan uzaklaşması genel olarak uluslaşma ve laikleşme süreçleriyle onun öncesinde ise Moskova'nın bir siyasal güç olarak ortaya çıkışı ile yakından ilgili. Osmanlı devletinin geniş ölçekli siyaseti içinden ürettiği pragmatik bilgeliği on dokuzuncu yüzyıldan itibaren işlevini yitirir ve bugün tartışılmakta olan ulusçu yaklaşımlar devreye girer.

Her türden yorum biçiminde görülen ulusçu  yoğunluk ve çelişkili siyaset 1950'li yıllardan itibaren beliren Türkiye ve Yunanistan arasında önemli krizlerin oluşmasına neden olan Kıbrıs olayları sonrasında daha da artmıştır. Tarih kitaplarında Kemalist söylemin  özgüveninin kırılarak milliyetçi muhafazakâr söylemle uzlaştığı bu yılların halini anlamak bakımından;  Kıbrıs meselesinde Patrikhane'nin Rumları desteklediği şeklinde, 1950'li yıllarda dillendirilmiş iddiaların, kitaplaştırılmış hali olması bakımından Bekir Berk'in  Patrikhane ve Kıbrıs (1962) kitabı önemli bir göstergedir. Tabii öncesinde Patrik ve Patrikhanenin "ezelî düşman" Yunanistan'ın çiçeği burnunda Cumhuriyet içindeki uzantısı, beşinci kolu olarak algılanması durumu da var. Lozan Barış Antlaşması'nın hazırlanış sürecinde ve sonrasında yaşanan tartışmaları ele alan epey makale var derlemede. Anılardan antlaşma metinlerine, gazete haberlerinden kimi açıklamalara değin oldukça geniş alanda malzeme sunuyor bu  makaleler.

Rıza Nur anılarında, Türk tarafı Lozan'da "Patrikhane'nin uzaklaştırılmasını hiçbir zaman arzulamadı. Sadece Türkiye tarafından kontrol edilmesini ve  kendisine bağlı bir kurum olarak kalmasını istedi" diye bahseder. Türk Hükümeti, Lozan görüşmeleri sırasında Rum Ortodoks din adamlarının faaliyetlerini sadece dinî alanda sınırlandırması  şartını öne sürer, ileride bu yaklaşımıyla sıklıkla çelişkiye de düşer tabii. Resmi yetkililer bir yandan patrikhanenin sadece dini alanla sınırlı bir söylem üretmesini beklemişler öte yandan da Türkiye'yi ilgilendiren konulardaki siyasi suskunluğunu eleştirerek çelişkili bir yaklaşımın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Patrikhane konusunun bilgi temeli olmaksızın tartışılmasının sebeplerinden biri de konu hakkındaki bilgi kirliliğidir. Osmanlı'nın çöküş yıllarından itibaren oluşan tarih yazımının Cumhuriyet devri ile birlikte daha da sistematik hale gelmiş olması konunun sağlıklı biçimde    tartışılmasını engellemiştir.  Günümüzde Patrikhane'nin çokça tartışılan ekümenik sıfatı, 6. yüzyılda Konstantinopolis Patriği'ne, Roma İmparatorluğu başkentinin episkoposu olduğu için verilmişti. Fethin ardından Fatih Sultan Mehmet, Bizans'tan Osmanlı'ya hiçbir değişime uğramadan devrolan tek meşru kurum olan Büyük Kilise'yi ihdas ederken, söz konusu makamın temsil ettiği evrenselliği siyasetine dâhil etme niyetini ilan ediyordu. Patrikhanenin ekümenik sıfatı  hem Osmanlı Bankası'nın arşivlerinde Patrik ya da Patrikhane'nin hesaplarına ilişkin  belgelerde   hem de Türk tarafının,  Lozan'da  Patrikhane'nin ülke dışına çıkarılması yönündeki isteklerini dile getiren yazılı açıklamasında, "Ekümenik Patrikhane" başlığının belirgin bir şekilde kullanılması özellikle dikkat çeker. 

Lozan görüşmelerinde, ilk başta Rıza Nur, Patrikhane ve bütün Rum Ortodoks cemaatinin Türkiye'den sınır dışı edilmesi konusuna öncelik verilmesini talep eder. 16 Aralık 1922 tarihinde yetkili alt komisyonda yaptığı konuşmada "din adamlarının dünyevi ayrıcalıklarının kaldırılması ve Ekümenik Patrikhane'nin Türkiye sınırları dışına çıkarılmasını" talep eder. Onun yaptığı açıklamalarda şunlar dikkat çeker: Patrikhane çağa uymayan gerici bir    kurumdur ve ülkenin laikleşmesi ve Türkleşmesi yönündeki reform politikasıyla bir tezatlık oluşturmaktadır.

Doğu Roma'dan Cumhuriyet dönemine dek kesintisiz süren Patrikhane'nin dinî olduğu kadar siyasi yeri ve anlamı, Cumhuriyetçilerin dini devre dışı bırakan laik siyaset anlayışıyla sona erdi. Lozan Antlaşması'nda Patrikhane'nin ekümenik sıfatı ve bundan kaynaklanan ruhani yetkileri, münakaşa konusu yapılmadıkları ölçüde onaylandı. Ancak Patrik ve Patrikhane, siyaseten yeni ulus-devletin, dinen de laikliği dünyevi din mertebesinde telakki eden pozitivist tasavvurun, tıpkı hilafet gibi "öteki"si oldular. 

Kemalist Tarihçiliğin Muhafazakârlıkla Uzlaşması

Öteki olma durumunun izinin sürülebileceği alan tarih kitaplarında üretilen efsanelerdir.  Elçin Macar kitapta yer alan yazısında konuyu ayrıntılı olarak ele alıyor. Yeni Şark  Kitabhanesi tarafından İstanbul'da 1341 [1923]'de yayımlanan ve şu ana kadar konuyla ilgili olarak tespit edilen ilk yayın olan Behçet Hami'nin  Tarihimizde Rumlar, Patrikhane, Yunancılık, kitabından başlayarak doksanlı yılların sonuna kadar gerek popüler düzlemde gerekse akademik düzlemde konunun ele alınışını bütün boyutlarıyla ortaya koyan bu makalenin verilerinin biraz daha derinleştirilmesi mümkün olabilirdi. Sözgelimi Büyük Doğu ve Yön dergisinde bu konu hakkında söylenenler de dâhil edilmeliydi bu yazıya. Ama buna rağmen önemli belirlemeleri var yazının.

Efsanelerin üretilmesi, aktarılması ve bir yargı oluşturması Osmanlı'nın son döneminden bugüne istikrarlı bir doğrultuda devam eden tarihyazımından bağımsız düşünülemez. Türkiye'deki Patrikhane efsanelerinin yaygın olanlarından birisi Patrikhane binasının orta kapısı  ile ilgilidir. 1821'deki Mora İsyanı'nı desteklediği iddiasıyla Patrik V. Grigorios idam edilir. İdamın infaz edildiği orta kapı, cesedi denize atılıp bulunamadığı için Patriğin mezarı kabul edilerek Patrikhane tarafından kapatılır ve bir daha kullanılmaz.  Ötekilik üzerinden kurulan tarih anlatısı herhangi bir kaynak göstermeye gerek duymaksızın, "bir Türk büyüğü burada asılmadan" kapının açılmaması için Patrikhane'de yemin edildiğini, bu nedenle bir "kin kapısı" olarak kapalı tutulduğunu tekrarlar durur.

Bu yazıda sunulan verileri başka yazılarla birlikte okumak gerektiği ortada. Hele Lozan ve sonrasının  ele alınma biçimi söz konusu olduğunda bu gereklilik iyiden iyiye  hissettirir kendini: Laik Türkiye için Patrikhane, Megali İdea'nın gerçekleşmesi için mücadele eden bir fesat yuvasıdır. Tevhid-i Efkâr gazetesi, Türk tarafının "Yunanistan ve Anglikan Kilisesi'nin tuzağına düştüğünü" iddia ederek, Lozan'da verilen karara karşı duyduğu şaşkınlığı dile getirir. Ayrıca "Türk ordusunun ve Millet Meclisi'nin en kısa zamanda Lozan'ın bu kabul edilemez düzenlemesini bozacağına" dair inancını da açıklar Mustafa Kemal, 20 Ocak 1923'te (yani meselenin çözümünden sonra) Hâkimiyet-i Milliye gazetesine verdiği demeçte, Patrikhane'nin yeni Türkiye'de yeri olmadığını savunur. Ancak bununla beraber, 16-17 Ocak 1923'te İzmit Kasrı'ndaki basın toplantısında, "İstanbul Rumlarını ve Patrikhane'yi uzaklaştırmayı başaramadık. Yalnız Patrikhane'nin siyasi sorunlarla uğraşmamasını şart   koyduk. Patrikhane sorununu bir Hıristiyanlık meselesi olarak göstermek istediler. Biz de bu noktada daha fazla ısrar  etmedik" diye söz eder.

 Cumhuriyet'in laik devrimci geleneği tarih algısında çifte bir husumeti inşa eder: Hem ulusçuluktan hem laiklikten beslenen bu husumet Niyazi Berkes'in Patrikhane ve Ekümeniklik adlı derlemesinde yer alan yazıların içeriklerinden önce başlıklarında görülür. Birkaç örnek  bunu  daha da  anlaşır kılacaktır: "Atatürk Türkiye'sinde Ekümenik Patriklik"; "Rum Milliyetçiliği, Sömürgeciliğin Aracıdır"; "Saldırgan Kilise Milliyetçiliği 1940 Sonrası"; "Yobazlarla Papazların Perende Atma Devri"; "İstanbul Üzerindeki Haç Resmi"; "Ortodoks  Halifeliğine Paydos"; "Yobaz içeride, Papaz Dışarıda".

 Bu ve başka pek çok kitapta görülen Kemalist tarihçiliğin Cumhuriyetin  kuruluş yıllarındaki İslam karşıtlığı 1950'li yıllardan itibaren önemli ölçüde  farklılaşmaya başlar. Özellikle İstanbul'un fethinin  500.yıldönümü kutlamaları üzerinden gelişen hamasi söylem fethi gerçekleştiren Fatih Sultan Mehmet'in  patrikhane ile kurmuş olduğu ilişki biçiminin tam tersi bir istikamette yol almıştır.

Erken dönem Kemalist tarihçiliği ile milliyetçi muhafazakâr tarihçiliğin uzlaşma sürecini şöyle açıklıyor Elçin Macar: "Cumhuriyet'in ilk dönemindeki tarihyazımı,  dini görmezden gelen, Osmanlı geçmişini atlayıp, İslâmiyet öncesi Orta Asya tarihine yoğunlaşan bir anlayışa sahipti. Bu anlayışın yavaş yavaş terk edilmeye başlanmasının dönüm noktası 1953'teki, İstanbul'un fethinin 500. yıldönümüdür. Bu dönemle birlikte, Kemalist tarihyazımının Osmanlı geçmişi ile yavaş yavaş "barışması" ve Türk tarihine Osmanlı kanalıyla  İslâmiyet'in sokulması gözlemlenebilir olmaktadır. Tek tanrı inancı öncesi dönemin tarihyazımındaki baskın yerini giderek Türk-İslâm sentezi alacaktır. Sebilürreşad, Tarih Konuşuyor, Türk Kültürü, Hayat Tarih Mecmuası gibi dergilerde vurgu bazen Türklüğe bazen İslâmiyet'e yapılacak, ancak milliyetçi-muhafazakâr çizgi korunacaktır." Yazı adı anılan dergilerin  kimliği  üzerinde düşünmemizi de sağlıyor farkında olarak.  Bu çetrefil ittifakın/uzlaşmanın derin biçimde mercek altına alınarak takip edilmesi gerekir. Dünü ve bugünü anlamak için.

Bugünü anlamak noktasında yaşanan kırılma ve farklılaşmalar noktasında en önemli örnek Zaman gazetesi ve çevresinde yaşanır. Samim  Akgönül'ün  "Patrikhane, Patrik Barthoiomeos  ve Türkiye Kamuoyu: Uluslararasılaşmanın Arkeolojisi" başlıklı yazısı bunun örneklerini derleyip toparlaması bakımından önemli.  09.02.1994'te "Patriğin Cihan Rüyası" haberini veren Zaman gazetesi Patrikhane'ye karşı söylemini yüz seksen derece değiştirecektir. Bartholomeos ve Fethullah Gülen'in ABD'de olduğu 1997 yılında başlayan ilişki öncesinde    Zaman gazetesinde 1996 yılının ikinci yarısından  önce ve sonra çıkan  haberlerin veriliş biçimindeki farklılaşmaya odaklanan  yazıda önemli veriler var. Aynı söylem değişikliği Aksiyon dergisinde görülür. Aksiyon dergisi 01-07.07.1995'te "Patrik çizmeyi aştı" başlıklı makalede Bartholomeos'un, Bizans'ı ihya etmek için sinsice planlar yaptığından, Türkiye için tehlikeli olduğundan ve durdurulması gerektiğinden bahsederken 13-19.04.1996'da "Diyaloga doğru" başlıklı bir yazı yayımlar. Makalede, hoşgörü yolunda gerçekleştirdikleri başarılar nedeniyle Bartholomeos ve Fethullah Gülen övülür. Tabii bu yazıda kırılma tarihi olarak ABD'de yapılan görüşmeye işaret edilirken Fethullah Gülen'in 4 Nisan 1996 yılında Patrik Bartholomeos'la görüşmesi ve o tarihten itibaren kontrolü altında bulunan Zaman gazetesinin, Aksiyon dergisinin ve "Samanyolu" televizyonunun Patrikhane'ye karşı olumlu bir tavır sergileme siyasetini uygulamaya koyuşu üzerinde durulmayışı bir eksiklik. Bu eksiklik Alexis Alexandris'in yazısında yok ama onun yazısında da Samim Akgönül'ün kırılmalara dikkat çeken yanı eksik. Makalelerde ortaya çıkan kimi eksiklikler paralel okumalarla tamamlanır nitelikte.

Tabii patrikhane hakkında Türk tarih yazımında üretilen söylem bir yönüyle tümüyle temelsiz değil. Bunun da başlıca sebebi Balkan milliyetçiliklerinin en önemli parçasının din olmasıyla yakından ilişkilidir. Diğer yandan Türk tarihçiliğinin bu noktada oldukça dirençli olduğunu da belirtmek gerekir. Elçin Macar yazısında bunu hem geçmiş dönem üzerinden hem de bugün üzerinden ortaya koymaktadır.  Osmanlı tarihçiliğinin önemli ismi Halil İnalcık, Megali İdea ve Patrikhane hakkında yazmayı Amerika'da kaldığı yıllarda değil Türkiye'ye döndükten sonra yazmıştır. İnalcık'ın yaklaşımını "tribüne oynamak" olarak nitelemeyi tercih eden Macar, Patrikhane konusunda tarihçiliğin içinde bulunduğu açmazlar kadar yeni eğilimlerin tarihyazımındaki yeri hakkında da önemli tespitlerde bulunarak alanın geçmişini ve bugününü kuşatıyor.

 Gerçek ya da hayali faaliyetleri hakkında birçok kitap, yazı ve haberin çıktığı İstanbul Patrikhanesi'nin konumunu bilgi temelli olarak yaklaşmak bakımından önemli ipuçları taşıyan kitabın Patrikhane konusundaki heyecanlı karşı çıkışları daha da köpürteceği bir gerçek.  Bunun yanında  heyecanlı karşı çıkışlar kadar olmasa da selim akla yapacağı katkı da önemli.

Derleyen: Cengiz Aktar, Ekümenik Patrikhane: Tarihi, Siyasi, Dini ve Hukuki Açıdan, İletişim Yayınları, 2011, 253 sayfa

HABERE YORUM KAT