1. YAZARLAR

  2. Cengiz Alğan

  3. Paralel Toplum Aygıtları
Cengiz Alğan

Cengiz Alğan

Yazarın Tüm Yazıları >

Paralel Toplum Aygıtları

29 Kasım 2016 Salı 14:50A+A-

Bugün artık Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne de girmiş ve mahkemelerde bu isimle anılan örgüte bir isim koyma çabaları sırasında ortaya atılan Paralel Devlet Yapısı (PDY) tanımlaması, bana bir açıdan hep eksik geldi. Evet, 17-25 Aralık yargı-polis darbesi girişiminden sonra, devletteki yasal silsile içinde değil, kendi örgüt silsilesi içinde emir-talimat alıp verdikleri, devlet içinde bir tür ‘otonom yapı’ oluşturdukları ortaya çıkınca, bu adlandırma gayet açıklayıcıydı. Ceza kanununa göre, yasadışı örgüt muamelesiyle yargılamak için de elbette bir isimlendirme gerekiyordu ve bu da FETÖ/PDY olarak belirlendi. Ancak söz konusu örgüt sadece devletin içinde, devlet dışı bir otoriteye bağlı olarak yayılan bir yapı değil, adeta toplumun bütün hücrelerine sızan ve dönüştürmeye çalışan bir yapı.

Başlarda herkes bu örgütün yargı, ordu, polis gibi kilit devlet kurumlarını ele geçirmeye çalışmasına odaklanıyordu. Sonradan görüldü ki cezaevlerindeki infaz koruma memurlarından, Milli Piyango İdaresi’ndeki küçük pozisyonlara kadar devletin bütün kurumlarına elemanlarını yerleştirmiş bir örgütle karşı karşıyayız. Ancak örgütün aynı zamanda bir iddiası var: Altın Nesil yetiştirmek. Bu ‘nesil’ sadece devlette memur olmakla yetişmiyor.

Hayatın her alanında, kendi iddiası etrafında, gizli bir örgütlenme yürütüyor. Spor kulüplerinden müzik derneklerine, yazılı ve görsel medyadan edebiyat dergilerine, sendikalardan Alevi derneklerine (ve başka derneklere tabii), iş dünyasından magazin âlemine, yerel yönetimlere kadar her yerde var. Hatta stand-up sanatçıları ve TV’lerde yayınlanan ses yarışmalarına katılımcılar bile düşünülmüş. 50 yıllık macerası boyunca kendisi bir siyasi parti kurmuyor ama ideoloji farkı gözetmeksizin, bütün siyasi partilere sızıyor. Her yere oradan sorumlu ‘imamlar’ atıyor. Yurtdışında lobiler oluşturmuş.

Üyelerinin, bütün bunları kimliklerini gizleyerek yapmasını sağlıyor. Güya din ve dindarlık etrafında örgütleniyor ama izlediği din anlayışı bir tuhaf. Örgütün lideri kendisini “Allah ile Peygamber arasında” bir yere konumlandırıyor. Gizlilik esas olduğu için “oruç tutarken yemek yiyebilirsin”, “zevk almadan zina yapabilirsin”, “alkol haram ama topluluk içindeyken alabilirsin” gibi sınırsız esneklikte tuhaf kurallar koyuyor. Hatta sohbetlerinde Kur’an için “Bir kitabın peşinden 1.400 yıl yürümek yetmez mi?” diye sorabiliyor. Toplumun geleneksel din anlayışına ‘paralel’, bir başka din anlayışı görüyoruz.

Henüz üzerinde derinlemesine düşünülmeye muhtaç bir tez; ama bana öyle geliyor ki FETÖ/PDY, 170 ülkedeki okulları aracılığıyla, uluslararası bir istihbarat örgütü işlevi görmenin yanı sıra, bir ‘paralel toplum’ yaratma aygıtı aynı zamanda. Toplumun geleneksel yapısına, adetlerine, göreneklerine, inanç sistemine, aile yapısına, yüzyıllar içinde oturmuş kişiler ve gruplar arası ilişki biçimlerine uygun olmayan; toplumun içinden çıkmış ama ona pek de benzemeyen, onu yukarıdan, tek merkezden üretilmiş bir şemayla, reorganize etmeye programlanmış bir aygıt. Önce dindarlar arasında örgütlenmeye başlayıp, bugün toplumun bünyesinde nüfuz etmediği nokta kalmamış bir kanser hücresi.

                                                                         *   *    *

FETÖ bu konuda tek değil. Onun, esasen dindar Sünniler arasında başlatıp her kesime yayılarak gördüğü işlevi, Kürtler arasında da PKK görüyor. FETÖ ile hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkan PKK da aslen geleneksel Kürt sosyolojisine hiç de benzemeyen bir yapıya sahip. Örneğin, dindarlık araştırmalarına göre, Türkiye toplumunun en dindar kesimleri Doğu ve Güneydoğu’da yaşıyorken, aslen orada taban bulan PKK, tam aksine dini dışlıyor. Hatta sık sık kendisini “laikliğin teminatı” olarak sunuyor.

Kürtlerin aile yapısını, kadın erkek ilişkilerini, çocukların ebeveynlerine yaklaşımını, aşiret sistemini, güya “gerici feodal ilişkilerin tasfiyesi” adı altında aşındırıyor, parçalamaya çalışıyor. Kürt dilini değiştiriyor, tarihine yeni bir anlatım getiriyor; Kürt tarihini neredeyse PKK’nın doğuşuyla başlatıyor. FETÖ’nün “Altın Nesil”i gibi, bir tür “Yeni Kürt” yaratıyor.

Öte yandan, FETÖ’nün devlet içinde örgütlenerek yaptıklarını, bölgede PKK mahkemeleri, PKK asayişi, vergi/haraç sistemi, şehitlikleri, eğitim kurumları vb oluşturarak bir ‘paralel devlet’ kuruyor. Bunları da tıpkı FETÖ gibi, tepeden, tek merkezden yürütüyor. Her iki yapı da yukarıdan aşağıya bir sosyolojik dizayn, bir toplumsal mühendislik projesi uyguluyor.

Bu zaviyeden bakıldığında, her ikisi de, İttihatçılık’la başlayıp Kemalizmle süren toplum mühendisliği projesinin, daha dar alanlara (dindarlar ve Kürtler) özgü üretilmiş varyantları gibiler. Kemalizm de Anadolu sosyolojisine uymayan bir toplum modeli geliştirmek istiyordu. Alfabesinden giyim kuşamına, dinlediği müzikten hayat tarzına, inancından kültürüne kadar her alanda, toplumu yukarıdan aşağıya, yeniden dizayn etmeye çalıştı. Bunu, ele geçirdiği devlet aygıtı eliyle, zorla dayattı. Kendisinden öncekini çöpe atıp, tarihi Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışıyla başlattı. Ancak, bugün CHP ile ona angaje olmuş sol çevreler dışında, toplumun çoğunluğuna ideolojisini benimsetemedi.

Her üçü de ‘ölümsüz lider’ kültüne bağlı Kemalizm, Gülenizm ve Apoizm, elbette belirli başarılar elde ettiler. Fakat Atatürk heykelleri önünde tapınanların da, Gülen’in giyilmiş atletlerini koklayanların da, her doğum gününde Öcalan’ın doğduğu evin önünden toprak yiyenlerin de toplumdaki oranı, hiçbir zaman istedikleri seviyeye ulaşmadı.

Mustafa Kemal’in kendisi bu iki örgüt lideriyle aynı parantez içinde anılmayı istemezdi herhalde. Zaten benim de anlatmaya çalıştığım, kişi olarak Mustafa Kemal değil; onun adıyla anılan ideolojiyi esas alan, bugün ana zemini CHP olan paralel toplum aygıtı. Belki de diğer ikisi Mustafa Kemal’in yöntemine öykündüler. Onun yapmaya çalıştığını, daha dar bir çerçevede yapabileceklerini sandılar. Belki Öcalan’ın Atatürk hayranlığı da, Gülen’in kendi doğum tarihini (öyle olmamasına rağmen) 10 Kasım olarak ifade etmesi de bundandır.

Fakat bu sonucu değiştirmiyor. Toplumun genel dokusuna uymayan, onu yukarıdan bir akılla yapısal dönüşüme uğratmaya çalışan, her üçü de toplum içinde toplum yaratmaya uğraşan, paralel toplum aygıtları. Son yıllarda şahit olduğumuz üzere, “beş benzemez” sandığımız CHP, PKK ve FETÖ’nün belli konularda şıp diye anlaşıvermeleri bundandır kanaatimce. Aynı argümanları, neredeyse aynı kelimelerle savunarak, aynı anda bu kadar öfkeli olmalarının sebebi de üçünün aynı zaman diliminde tasfiye olmaya başlamasından olsa gerek.

Serbestiyet

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum