1. YAZARLAR

  2. Yılmaz Ensaroğlu

  3. ‘Özel yetkili’ darbe tehditçiliği
Yılmaz Ensaroğlu

Yılmaz Ensaroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Özel yetkili’ darbe tehditçiliği

11 Haziran 2012 Pazartesi 05:39A+A-

Ergenekon, Balyoz, KCK vb. dava sanıklarının tahliye olacağını ileri sürerek ÖYM’leri savunmak bu mahkemelerin adalet için değil, düşman sindirmek için kullanıldığının itirafı olarak okunabilir.

Cumhuriyet’in ilanının üzerinden doksan yıl geçti ama darbe tartışmaları gündemimizden hiç düşmedi. Kuşkusuz bunda, cumhuriyetin kurucu kadrolarının önemli bir bölümünün, asker olmasının payı büyük. Dahası, Mustafa Kemal ve arkadaşları, kendilerine rakip olabilecek silah arkadaşlarını önce ordudan, ardından da siyasetten tasfiye etti ve ordu tamamen Kemalistlerin kontrolüne geçti. “Orduyu siyasetten uzak tutmak” adına yapılan bu operasyonlarla, ordu siyaset üzerindeki yegâne belirleyici aktör haline ge(tiri)ldi. Tek Parti döneminde herhangi bir sorun çıkması zaten beklenmiyordu ancak çok partili siyasi hayata geçtikten on yıl kadar sonra 1960 darbesi gerçekleşti. Bu darbeyle ordu askeri vesayet sisteminin temellerini kurumsal düzeyde attı ve siyasilerle birlikte ama arka planda durarak ülkeyi yönetmeye başladı. Bundan on yıl sonra, 12 Mart 1971 muhtırasıyla siyasete bir kez daha çekidüzen verdi; daha on yıl önce yaptırdıkları anayasanın millete bol geldiği gerekçesiyle bazı maddelerinde değişikliklere gittiler. Ne var ki, sıkıyönetim ve idamlar başta olmak üzere ağır güvenlik tedbirlerine rağmen, anarşi dinmedi.

Deli gömleği biçim biçim

Yine bu anarşiyi bahane ederek 12 Eylül 1980’de yönetime tamamen el koydular, anayasayı ilga ettiler, hükümeti ve Meclis’i feshettiler, tüm partileri, sendikaları, dernekleri vs. kapattılar. Bir kez daha anayasa yaptırarak halkı “ya evet ya da askeri yönetime devam” seçenekleriyle karşı karşıya bıraktılar. Bu dönemde sadece devleti değil, toplumu da yeniden dizayn ettiler ve kendilerini de hukuki koruma altına alarak 1983’te ülkeyi seçimlere götürdüler. Ancak bu arada temel kanunlar da dâhil, yüzlerce çok önemli kanunu ya yeniden yaptılar ya da çok köklü değişikliklere gittiler.

Böylece Türkiye’ye, otuz seneden beri içinden çıkamadığı deli gömleğini giydirdiler. Tabii 12 Eylül, çok köklü bir müdahale olduğundan hemen on sene sonra yeni bir darbeye ihtiyaç duymadılar. Ama yaklaşık 15 sene sonra, 28 Şubat 1997’de, bu kez post-modern bir müdahalede bulundular; hükümeti istifaya zorladılar, yeni pek çok yasanın çıkması için Meclis’i zorladılar. Ayrıca “silahsız kuvvetler”i devreye soktular.

2000’li yıllarda ise, henüz darbelerle tanışmadık ancak bir dizi darbe girişimine şahit olduk. Darbe girişimleri çeşitli nedenlerle başarısız kalan askerlerin epeyce bir kısmı halen yargılanıyorlar. Yargıyla, özellikle de özel yetkili savcılar ve mahkemelerle ilgili tartışmalar da, daha çok, tutuklu yargılanan bu yüksek rütbeli askerler dolayısıyla yapılıyor.

Demokrasi, darbeler ve yargı

Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin bir parçası olarak bizde yargının temel işlevi, bireyin hak ve özgürlüklerini değil, devleti korumak olmuştur. Silahlı bürokrasi de, darbelerle ele geçirdiği iktidarı, yargı eliyle meşrulaştırmıştır, güçlendirmiştir. Ancak bunu genel yargı kurumlarıyla yapmak yerine, tüm otoriter devletlerde olduğu gibi, özel yargı kurumları oluşturmuştur. Divan-ı Harbi Örfi’den İstiklal Mahkemelerine, Sıkıyönetim Mahkemelerinden Devlet Güvenlik Mahkemelerine ve nihayet bugünlerde tartışmaların odağına oturan Özel Yetkili Mahkemelere varıncaya değin, tüm bu istisnai yetki kullanan mahkemelerin hepsi, özellikle devleti korumaya yönelik olarak kurulmuş ve çalışmışlardır.

Ne var ki, söz konusu özel yargı kurumları, hukukun üstünlüğü ilkesini gözetmek, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak, adaleti tecelli ettirmek yerine, devleti, daha doğrusu kendilerini devlet olarak kabul eden “muktedirleri” koruma saikıyla hareket etmiş ve dolayısıyla hepsi de birer devr-i sâbık yaratmışlardır.

Nitekim bu istisnai yetki kullanan mahkemelerin tarihçesine baktığımızda, pek de yüz ağartıcı bir sicillerinin olmadığını görürüz. Tam tersine, bu toprakların hukuk ve yargı tarihine yüz karası kurumlar olarak geçtiklerini söylemek mümkündür. Sadece İstiklal Mahkemelerinin kuruluş süreçlerine, o mahkemelerde binlerce idam kararını kolaylıkla veren görevlilerin niteliklerine bakmak yeter.

Ne var ki, bu mahkemelerin hepsi, bir önceki iktidar kadrolarını pervasızca, hukukun temel kurallarını ayaklar altına alarak yargılayıp, keyfi biçimde cezalandırdılar ama bir sonraki özel mahkemelerin sanığı olmaktan da kurtulamadılar. Bugünün muktedirleri, daha doğrusu kendilerini muktedir sanan kadroları, görevlerini sadece ve sadece hakkı, adaleti hakim ve kaim kılmak için yapmaz da, nefisleri, tercihleri, dostluk ve düşmanlıkları, çıkarları doğrultusunda kararlar alırlarsa, yarın bunların da aynen böyle, tabii hâkim ilkesi başta olmak üzere adil yargılanma hakkının temellerini yok sayan istisnai mahkemelerde yargılanmaktan kurtulamayacaklarını öngörebiliriz. İlginçtir, ayrıcalıklı yetkilerle donatılan özel yargı kurumlarına ve bu kurumların on binlerce insanı çok ağır biçimde cezalandırmasına rağmen, devletin güvenlik sorunu bir türlü çözülememiştir. Siyasi iktidarlar değişmekte ama ne devletin güvenlik kaygıları ne de özel yargı kurumlarına duyulan ihtiyaç son bulmaktadır. Bunun temel nedeni şudur: Dünyadaki tüm özel mahkemeler, adaletin peşinde olmak, zanlıları adil bir yargılamayla muhakeme edip suçluluğu kesinleşenleri yine hak ettikleri caydırıcı cezalarla cezalandırmak yerine, sahip oldukları yargı yetkisini, devlet (ama çoğunlukla kendi) düşmanlarını etkisiz hale getirmek için bir silah olarak kullanmışlardır.

Devletin bitmeyen güvenlik sorunu

Oysa darbecilerden ve yeni darbe tehlikelerinden korunmanın yolu, ele geçirdiğiniz darbe şüphelilerini olabildiğince hızlı ve adil bir yargılama ile yargılayıp cezalandırmaktır; gerçekten hukuku üstün kılmaktır. Ne var ki, olağandışı ölçüde uzun yargı süreçleri, kovuşturma ve soruşturma süreçlerinde gözlenen/iddia edilen çeşitli sorunlar, bu süreçlere eşlik eden medya operasyonları ve dezenformasyonları ile birleşince, kamuoyunda bu özel mahkemelerin de aynen selefleri gibi suçlu ürettiğinden yana kuşkular gittikçe artmaktadır. Öte yandan, darbe yapmayı başaramamış askerlerin yargılanmalarından yana bu tür ciddi şüpheler gittikçe artmaktayken, başarılı darbecilerimiz ise, akıl almaz biçimde ayrıcalıklı olarak yargılanmaktadırlar. Ne hikmetse, özel yetkililerimizin yetkisi, hâlâ Kenan Evren’i ve Tahsin Şahinkaya’yı duruşma salonuna getirmeye yetmedi; Mamak işkencecisi Raci Tetik’i getirtmeye yetecek mi, onu da göreceğiz.

Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması halinde Ergenekon, Balyoz, KCK vb. davaların sanıklarının hemen tahliye olacaklarını ileri sürerek, bu mahkemelerin kaldırılmamasını savunmak, anlaşılır gibi değil. Daha doğrusu, bu tür gerekçeler, tam da bu özel yetkilerin adalet için değil, düşman sindirmek için kullanıldığının itirafı olarak rahatlıkla okunabilir. Siz yargı sisteminizi elden geçirirken, hukukun üstünlüğü ilkesini nasıl daha verimli ve etkili işletiriz, nasıl daha adil bir yargılama yaparız vb. sorulara cevap aramıyor da, elinizdeki kimi dosya sanıklarının dışarı çıkıp çıkmayacakları üzerinden değerlendirmeler yapıyorsanız, yargı sizin elinizde muhteşem bir silah olarak iş ve işlev görüyor demektir.

Kaldı ki, bu tür istisnai yetkiler ve tedbirler işe yarıyor olsaydı, yeryüzünde hiçbir diktatörlüğün son bulmaması gerekirdi. Hukuktan çok devleti, hatta aslında kendilerini önemseyenler, hiç değilse İstiklal, Sıkıyönetim, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kararlarını ve o kararların doğurduğu sonuçları biraz incelemeli ve bu mevkilerde kendilerinin ilânihaye kalmayacaklarını unutmamalıdırlar. Yoksa hem Özel Yetkili Mahkemelerin Türkiye’nin demokratikleşmesinde en önemli rolü oynadıklarını, darbecilerin yargılanmasının sadece bu özel yetkiler sayesinde gerçekleştirilebildiğini söylemek hem de hâlâ ciddi ve “canlı bir dev”le karşı karşıya olduğumuzu, dolayısıyla bu mahkemelere dokunulmaması gerektiğini ileri sürmek, maalesef inandırıcı olmamaktadır. Hukuki düzenlemeler değerlendirilirken, kimlerin sevineceği ya da kimlerin işine yarayacağı gibi sonuca yönelik sorular üzerinden yapılan analizlerin hiçbir değeri yoktur; sadece sahiplerini ve niyetlerini ele vermektedir. Özel yetki(li)lere dokunulmamasını bu kadar naif gerekçelerle savunmak da, galiba hukuki değil, siyasi hassasiyetten kaynaklanmaktadır. Bakalım Özel Yetkili Mahkemeler, daha önce İstiklal, Sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından defalarca çökertilmiş terör örgütlerini, özel yetkililer kaç yılda kaç defa daha çökertecek?

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türkiye, yargılayanlardan ve yargılananlardan, doğuracağı sonuçlardan tamamen bağımsız biçimde, sadece ve sadece hukuk devletini güçlendirmek, yargının adaletin tecelli mekânı haline gelmesini sağlamak, yargının haksızlıklara aracılık etmesine son vermek amacıyla Özel Yetkili Mahkemeler meselesini tartışıp sonuca bağlamak zorundadır. Yoksa sırf yargının yol açtığı haksızlıklar, yeni darbecileri de, yeni terör örgütlerini de yeşertmeye yeter.

[email protected]

STAR 

YAZIYA YORUM KAT