1. YAZARLAR

  2. Uğur Kömeçoğlu

  3. Özcülük ve Kürt siyaseti
Uğur Kömeçoğlu

Uğur Kömeçoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Özcülük ve Kürt siyaseti

02 Haziran 2011 Perşembe 16:57A+A-

Tarihsel süreçte inşa edilmiş etnik kimliğin son derece 'özcü' (essentialist) söylemleri politikleşmekte ve diyalog zorlaşmakta, dışlayıcı tutumlar pekişmektedir.

'Özcü kimlik', etnik bir hakikate bütünüyle sahip olduğunu düşündüğü için sivil alanda başka rakip görmek istemiyor. Bu özcülük, etnik kimliğin adeta 'sabit' özellikleri olduğunu düşünüyor ve bölge içi farklılıkları yok saymaya başlıyor. 'Özcülük' (essentialism), doğası gereği işbirliğine veya rekabete yakın duramıyor; çıkarlarını tehdit altında görürse psikolojik şiddete başvurabiliyor. İnsanlar bir etnik kimliğe sahip olduklarını düşünüp, o kimliğe ilişkin ayrımcılıkla mücadele etmek isteyebilirler, ama insanlar özsel bir kimlikle doğmamışlardır. Özcü kimlik ise bu görüşe yabancıdır. İnsanda 'verili olan sabit bir kök' bulunduğuna inanır. Hâlbuki kimlik sonradan edinilmiştir, kimlik 'yapılandırılmıştır', 'oluşturulmuştur'; hiç kimse şu veya bu kimlikle dünyaya gözünü açmaz, o kimlik sonradan 'inşa edilmiştir', 'kurgulanmıştır'. Bu noktada Eric Hobsbawn'ın 'icat edilmiş gelenekler' (invented traditions) kavramını yeniden hatırlamak ve bu kurguların 'milliyetçi özcülükler' kadar, 'etnik özcülükler' için de geçerli olduğunu anlamak gerekir. Kimlik, aşırı özcü davrandığı zaman, yapılandırmacı (constructivist) perspektife yabancı kalacağından, şiddetin veya sindirmenin politik bir dayanak bulmasına yardımcı olur. Çünkü yüceltilen bu 'özün' kaybolmaması için her yol mubahmış, her şey bir araçmış gibi düşünülür. Özcü kimlik, bir de etno-politizme hapsolursa siyaseten içe kapanarak kapsülleştirici bir politik alan oluşturur.

Demokratik Toplum Kongresi'nin 19 Aralık 2010 tarihli taslak modelinde, "İnsanlığın kök hücresi gibi olan bu halk gerçekliği" diyerek Kürtlerden bahsedilmiştir ve ırk fikrine gönderme yapma riski ortaya çıkmıştır. Söz konusu edilen kapsayıcı 'halk gerçekliği', insanlığın kök hücresi gibi sunulunca 'hakikat' iddiası meydana gelir. Bu hakikat düşüncesi Kürtlerin direnişini yine aynı taslakta 'Kutsal Direniş' diye adlandırmıştır. Hannah Arendt'e göre, her 'Kutsama' veya 'Kutsallaştırma' pratiği, eleştirilmesi mümkün olmayan bir hakikate teslim olmayı gerektirir ve kutsallaştırılmış güçler tarafından yönlendirilmeyi tercih ederek totaliterliği kucaklar. 'Kök hücreler' tabiri genetik biliminde kullanılmaktadır ve vücudumuzda bütün dokuları ve organları oluşturan ana hücreler demektir. Tam da bu kök ve köken perspektifi, şiddetin bir aracına dönüşmektedir. Kürtlerin Cumhuriyet dönemindeki mağduriyeti reddedilemez bir 'olgusallık' arz eder, ancak, "Şiddetin kökeni, kesinlik ve hakikat iddiasındaki bir düşüncenin kendi varlığını muhafaza etmek ve yaymak için, insanın olgusallığını araçsallaştırmasında" yatar... "zira şiddet, her zaman bir araca ihtiyaç duymaktadır". Bu da ölmeyi ve öldürmeyi değil de yaşamı ve yaşatmayı savunan toplumsal değerlere önem veren bir akılcılıktan çok, karşı tahakkümcü araçsal aklın egemen kılınmasına yol açmıştır.

İmralı'dan gelen son çağrılarda Kürtlerin örgütlenmesi Türkiye'deki bütün sol unsurları, feministleri ve çevrecileri kapsayacak bir model olarak öne sürülmüştür. Özcülük bu modele engel olacağı gibi süreç, tek değişkenli değil çok değişkenli ilişkiler ağına dayalıdır. Statü temelli, sınıfsal, politik ve sosyal oluşumlar kendiliklerinden var olmazlar; iç içe geçtikleri eşitsizlik matrisinin ürünüdürler ve etnik bir öncülükle halledilemezler. Etnik hareket ise dünyanın her yerinde tarihin özünü veya anlamını ele geçirmeye yönelik 'özel' ve 'tekil' bir arzu taşır. Etnik 'hakikat siyasetine' inanır. Foucault'nun tabiriyle bir 'hakikat rejimine' yaslanır. Hâlbuki insan, toplumsal iletişim, etkileşim ve ilişkilerin çok uzun dönemli tarihinin ürünüdür. Etnik kimlik ise sadece tek bir ötekisi varmış gibi yapar. O da ulusal kimliktir. Buna karşılık, ulusal kimlik de kendi içinde taşıdığı bütün çelişki ve endişelerini, her türlü irrasyonel eğilimini etnik kimliğe yükler. Etnik kimlik, ulusal kimliğin eleştirmek istediği her şeyi temsil etmeye başlar. Kürtler, kaba sabalıkla, vahşilikle, ihanetle, kan dökücülükle, eğitimsizlikle, köylülükle, bölücülükle, şiddetle, gayri medenilikle, terör örgütü üyeliğiyle ilgili çok kapsamlı devasa önyargıların 'büyük kurbanına' dönüştürülür. Bu kurban edici önyargılar, maalesef eğitimli ve kentsoylu Türkler arasında yaygınlaştığı gibi, lümpen kitle içinde de karşılığını bulur. Böylece kimlik siyasetlerinde mevcut olan şiddet ve aşağılama ortaya çıkar. Kimlik siyaseti hastalıklı bir hal alır. Ortam (medium) karşılıklı olarak iki ayrı özcülük ve şiddet ile ısındıkça, etnisite kendi farklılık iddiasıyla, içinde bulunduğu coğrafyayı tekçi bir kültürel istilaya uğratmaya çalışır. Etnik bilinç, zamansallık (temporality) içinde değil, sadece 'coğrafya' içinde yaşamaya ve şimdiki zamanı yitirmeye başlar. Böyle bir bilinç 21. yüzyılda bile zamanın hareket ve döngüsünü, her şeyin yerli yerinde olduğu Mezopotamya gibi hayali ve mitik bir coğrafyaya dönüştürebildiği ölçüde kendini huzurlu hisseder. İnsanlara bu yüzyılda anadilleri ve etnik kökenleri dışında başka hiçbir şeyleri olmadığı düşüncesini aşılamak, serbest ontolojik varlıklarının başka hiçbir dayanağı olmadığını iddia etmek, toplumsal dokuyu "özcülük" yoluyla çarpıtmak dışında bir amaca hizmet etmeyecektir. Bu durum "diyalog karşıtı" toplumsal eylemden öteye geçmeyecek ve Kürtleri etno-politizm dışında düşünemez hale getirinceye kadar uyuşturmaya çalışacaktır.

El âlem birleşip, bütünleşip refah seviyesini artırmaya çalışırken, Kürtler benim dilim, benim özerkliğim iddiasına mahkûm edilemezler. Etnik kamusallık, geniş anlamda kamunun taşıdığı eşitsizlik ve dışlamalardan efsunlu bir kaçışla, bölgedeki bütün sorunları nihai bir çözüme ulaştıracağını zanneden bir yanılsama ruhunu sürekli olarak taşıyacak ve bölgesel özerklik konusunda saplantı geliştirecektir.

Sadece homo ethnicus'a yaslanan bir siyaset ve "diyalog karşıtlığı" kültürel istiladır. Diyalog karşıtı toplumsal eylemin bu özelliği, aynı manipülatif eylemler gibi boyun eğdirmeye hizmet eder. Bu yüzden etnik kimlik, 'içsel farklılıklarını' geliştirip kendini aşma yeteneğini gösteremezse, yani mutlak ve kesin olmayan, durağan olmayan, doğal olarak verili olmayan, özsel olmayan, yapılandırılmış ve zamanla kayıtlı bir bilinç ve anlatı olduğunu unutursa yeniden bir marjinalleşme sürecine girecektir. Böyle bir durumda etnik kimlik kaybetme anksiyetesiyle dolacaktır. Etnik örgütlenme yoluyla oluşturulmaya çalışılan 'halk iradesi', liberal parlamenter tartışmanın üstünde ve ötesinde görülmektedir. Öz iradeci bir doğrudan demokrasi içinde öne sürülen kararlara karşı çıkan Kürtler, kendilerini Kürt halkından soyutlayan tehlikeli egoistler olarak algılanmaktadır. Zira ahlaki ve politik komün modeline uymazlar. Bu yüzden birleşik popüler iradenin yaratılması adına baskıcı, dayatmacı yöntemlere, hatta şiddete başvurmak meşrulaşmaktadır. Ortak halk iradesinin hiç çelişkisiz ve katışıksız olması ve onun total bütünlüğü tamamıyla bir 'mit' olduğu için bu yöntemler kaçınılmaz hale getirilmektedir. Kürtlerin gerçek çıkarlarının çeşitliliği ve bu çeşitliliğin çok sayıda çelişkiler içeren doğası nedeniyle, total popüler komün, baskı içeren adaptasyona başvurmadan yaratılamaz. Miti 'gerçekliğe' dönüştürmenin yolu budur ve liberal parlamenter tartışma önerilmez. Kompakt bir toplumsal cephe yaratılır ve bu Lenin'in yöntemidir. Bu yüzden radikal demokratizm, totalitarizme evrilme riskini potansiyel olarak taşımaktadır. Çünkü kitlelerin güvenini kutsal, mitik ve karizmatik bir lider yoluyla kazanmak, anonim kurumlar yoluyla kazanmaktan daha kolaydır. Halkın katışıksız iradesini taşıdığını iddia eden popüler bir kişilik yoluyla öncü lider kültü yaratılır. Öcalan, bu halk mitosunu müşahhas kılmaktadır. Modern zamanlarda kitleleri kontrol etmenin teknik, kognitif ve medya-iletişim araçlarına dayanan imkânları da oluştuğu için, belirleyici olan Kürtlerin 'çoğunluğu' değil, siyasi aktivizm içindeki bir 'azınlıktır'. Bunun adı Kürt seçkinciliğidir. Özgün popüler iradenin taşıyıcısı olduğunu düşünen öncü seçkin azınlık, halkın siyasi topluluğunu aynı hizada, muntazam ve tek biçimli (uniform) bir kurguya sokmaya çalışır. Popüler iradeyi 'total birlik' şeklinde kurgular. Buna karşı çıkan herkes ahlaken sorunlu olduğu gibi halk için tehlikeli ve zararlıymış gibi görülür. Hatta örgüt içi infazlarda görüldüğü gibi acımasızca ortadan kaldırılır. Bu yüzden dünya üzerinde denenmiş Leninist-Stalinist bir modelin, bölgede ilericilik ve özgürlükçülük adına yeniden ısıtılıp öne sürülmesi gerçekçi değildir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT