1. YAZARLAR

  2. Altan Tan

  3. Ortadoğu'nun gelecek perspektifi: Ya çatışma ya uzlaşma
Altan Tan

Altan Tan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ortadoğu'nun gelecek perspektifi: Ya çatışma ya uzlaşma

22 Şubat 2009 Pazar 15:55A+A-

Dünyanın en önemli kriz bölgelerinden biri olan Ortadoğu'nun geleceği ile ilgili bir perspektif ve öneriler ortaya koymadan önce bölgenin geçmişi ve bugünü ile ilgili bazı tespitlerin belirtilmesinde yarar vardır.

Bölge tarihin derinliklerinden bu yana: 1. Farklı dinlerin (Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik, Yezidilik, Zerdüştilik...), 2. Farklı mezheplerin (Sünni, Şii, Alevi, Dürzî, Nusayri, Ortodoks, Katolik, Protestan..), 3. Farklı halkların (Arap, Türk, Kürt, Fars, Süryani...), 4. Farklı sınırların (Zengin-fakir, köylü-şehirli, Bedevi-Hadari...) Bir arada yaşadıkları bir yapıya sahiptir. Farklı din ve mezhebe bağlı halklar çoğu kez aynı şehirde, hatta aynı köyde birlikte yaşamaktadır. Batı toplumunda görüldüğü gibi katı sınırlarla belirlenmiş bir ayrışma ve arındırma mevcut değildir. Geçmişte zengin ve fakirler bile aynı mahallelerde birlikte yaşamışlardır. Zengin-fakir ayırımının gittikçe belirginleştiği ve yaşama alanlarının ayrıştığı mevcut durum ise modern zamanın ürünüdür.

Ortak paydalar

Bölge, ekonomik olarak bir bütünlük teşkil etmektedir.

Tarım ve hayvancılıkla ilgili üretim Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük zarara uğramıştır. Yazları kuzeydeki yaylalara, kışları ise güneydeki ovalara göç edip hayvancılıkla uğraşan göçebeler mevcut sınırlar çizildikten sonra bu durumu sürdüremez duruma düşmüşlerdir.

Bölgenin su kaynakları ortaktır. Özellikle Dicle ve Fırat nehirleri başta olmak üzere bölgenin tarım ve içme suyu ihtiyacını sağlayan nehirler aynı havzadan beslenmektedir. Aynı nehirlerin suyunu bütün bir bölge paylaşmaktadır.

Kadim zamanlardan beri Akdeniz üzerinden yapılan ticaret Beyrut ve Halep yoluyla Musul ve Bağdat'a, oradan da İran ve Azerbaycan içlerine; Halep ve Musul hattındaki ticaret de Diyarbakır üzerinden Kafkasya'ya ulaşmaktaydı. Bugün de bu pazar birbirine muhtaç durumdadır.

Günümüzdeki petrol ve doğalgaz üretiminde de bölgeyi birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Azerbaycan petrollerinin de, Irak petrollerinin de dünyaya açılma güzergâhları aynıdır. Tüm bir bölgenin enerji nakil hatları birbirine bağımlıdır.

Bölgedeki halkların kültürel dokuları büyük benzerlikler göstermektedir. Aile içi ilişkiler, aile yapıları, nişan, düğün, taziye ve yemek kültürleri birbirinden etkilenmiştir. Bu durum, Müslüman halkların yanında Ermeni, Süryani ve Nesturiler için de geçerlidir. Ortadoğulu Hıristiyanlar kültürel olarak Batılı dindaşlarından daha çok, komşuları Müslüman halklarla benzeşmektedir.

Özellikle Müslüman halkların (Türk, Kürt, Arap, Fars) birbirleriyle yaptıkları evlilikler ve yaşam alanlarının iç içe olması ortak paydaları daha da arttırmıştır.

Günümüzdeki kriz alanları: İsrail-Filistin sorunu Kürt sorunu, Kürtlerin statüsü Sünni-Şii ayrışması İslamcılarla laikçiler arasındaki çatışma Gelir dağılımındaki çarpıklık, yoksulluk.

Ortadoğu barışının önündeki engeller: İsrail Devleti'nin Nil'den Fırat'a kadar uzanan Siyonizm düşüncesi. Laikliği klasik tanımının da ötesinde topyekûn bir İslam düşmanlığı olarak algılayan bölgedeki Batı destekli 'laikçi' yönetimlerin halklarıyla bir uzlaşma ve geçiş dönemi arayışına gireceklerine kendi halklarıyla çatışmaya devam etmeleri. İran'ın Şiiliği bir 'ulus devlet' formatında uygulamada ısrar etmesi, İslam dünyası ile daha toleranslı bir kültürel ilişkiye geçmemesi. Körfez ülkelerindeki emirlik ve krallıkların demokratik, şeffaf bir düzene geçememeleri. Trilyonlarca dolarlık petrol gelirlerinin hiçbir ciddi yatırıma ve gelecek tasarımına dönüşmemesi.

Bölgedeki güç merkezleri: 1. İran 2. Türkiye 3. Mısır

4. İsrail. Bölgenin siyasî, kültürel ve ekonomik hayatında oldukça etkili ve belirleyici olan bu ülkelerden İran dünyadaki hâkim sistemle çatışmakta, Mısır ise büyük oranda tam bir teslimiyet içine girmiş bulunmaktadır. Türkiye ise Batı ittifakı içinde yer almakla birlikte özellikle son yıllardaki politikaları göz önünde bulundurulduğunda ne tam bir teslimiyet ne de tam bir çatışma politikasını benimsemiş gözükmektedir. İsrail'in konumu ve politikaları ise tamamen farklıdır. Uzlaşma ve birlikte yaşama ile ilgili bir tez ve politika ortaya koymamaktadır.

Gelecek perspektifi:

Bölgenin geleceğinde çok genel bir tanımlamayla iki ihtimal bulunmaktadır: 1. Ayrışma ve çatışma, 2. Uzlaşma ve birlikte yaşama. Büyük Ortadoğu Projesi, birinci ve ikinci Körfez savaşlarında tüm Ortadoğu'ya demokrasi ve refah vaat etti. Sonuç olarak gelinen noktada refah gelmediği, yoksulluk daha da arttığı gibi, bırakınız uzlaşma ve demokrasiyi, dinî, mezhebî ve etnik çatışmalar daha da arttı ve bir milyondan fazla insan öldü. Büyük Ortadoğu Projesi uygulayıcıları ve uygulamalarıyla birlikte iflas etmiştir ve yeni bir Ortadoğu projesine ihtiyaç vardır. Bu yeni proje Ortadoğu'nun tarihi, kültürü, coğrafyası ve mevcut realitesiyle barışık olmak zorundadır.

Ayrışma ve çatışma: Bölgeyi dinî, mezhebî ve etnik olarak ayrıştırma ve arındırma mümkün değildir. İstanbul, Şam, Halep, Musul, Kerkük, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Tebriz, Tahran, Bağdat ve Urmiye gibi yüzlerce şehir ve kasabada farklı dinlere, mezheplere ve dillere sahip halklar birlikte yaşamaktadır. 'Tekleştirici ve ötekileştirici' bütün projeler kıyamete kadar 'savaş' demektir. Bu durumu göz önünde bulundurmayan veya aksine bilerek ve tasarlayarak kasten çatışmacı siyasetten 'yarar' uman güç odaklarının reçeteleri bölgeye huzur getirmeyecektir. Bugün dünyanın en büyük petrol yataklarının üzerinde bulunan Kerkük halkı Türkmen'i, Kürt'ü, Arap'ı; Müslüman ve Hıristiyan'ı ile aynı sefalet ve perişanlığı yaşamaktadır. Her halükarda bölge halklarının birbirleri ile uzlaşma ve birlikte yaşama mecburiyetleri vardır.

Kısa vadede olabilecekler ve olması gerekenler

Türkiye, birçok nedenden dolayı bölgede merkez ülke olma özelliğindedir. Türkiye'de devam etmekte olan demokratikleşme ve dünyaya entegre olma süreci engellenmemeli ve Türkiye'nin Avrupa Birliği süreci desteklenmelidir. Türkiye, AB'ye alınsa da alınmasa da demokratik ve şeffaf bir ülke olma yolunda ilerlemelidir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi demokratik bir yapıda olmalıdır. Klasik jakoben bir 'ulus-devlet' anlayışı yerine çağdaş, demokratik bir hukuk devleti anlayışı benimsenmeli, bölgede yaşayan Türkmen, Arap, Nesturi, Asurî, Süryani, Keldani, Yezidi tüm halklara eşit seviyede vatandaşlık hukuku uygulanmalıdır. İslam karşıtı 'laikçi' yaklaşımlardan özellikle kaçınılmalıdır.

Kerkük ve mümkünse tüm Türkmenler, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlanmalıdır. Halen yarıdan fazlası Şii olan Türkmenlerin bir kısmı mezhebî politikaları takip etmekte, bir kısmı merkezî hükümete bağlı bulunmakta, bir kısmı ise Erbil ve çevresinde olmak üzere Kürdistan Bölgesel İdaresi hudutları dâhilinde yaşamaktadır. Üçe bölünmüş durumdaki bu yapı, Türkmenleri her geçen gün eritmektedir. Her üç kesiminde aynı bölgeye bağlanmaları halinde Irak Türkmenleri Kürdistan bölgesi içinde % 30'luk bir nüfusa sahip olacak ve her türlü hakları çok daha fazla teminat altında olacaktır. Bugüne kadar uygulanmış bulunan bunun tam tersi politikalar Türkmenlere hiçbir fayda sağlamamıştır. Kerkük petrollerinin Kürdistan Bölgesel İdaresi'nin yönetimi altına girmesinden çekinilmemelidir.

Türkiye ve Kürdistan Bölgesel İdaresi arasındaki siyasî, kültürel ve ekonomik her türlü ilişki güçlendirilmeli, vize ve gümrük kaldırılmalıdır. Entegrasyon en üst düzeyde olmalıdır.

Bir sonraki aşama olarak Türkiye, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Ermenistan arasında geçmişte Hollanda, Belçika ve Lüksemburg arasında olan Benelux anlaşması benzeri bir yapı hayata geçirilmelidir.

Uzun vadede ise İran'dan Arabistan'a kadar tüm bölge aynı entegrasyona dâhil edilmelidir.

Bu süreç içerisinde dünyadaki hakim güç odakları ile mümkün olduğu kadar çatışmadan kaçınılmalı, uzlaşma yolları aranmalıdır.

Entegrasyonda iki önemli unsur

Ortak çıkarlar ve mecburiyet: Yukarıda özet olarak anlattığımız nedenlerden dolayı bölgenin enerji nakil hatlarından tarıma, ticaretten su kaynaklarına kadar çıkarları ortaktır. İç içe yaşadıklarından dolayı bütün halkların birlikte yaşama mecburiyeti vardır.

İslam dini: Bölge halklarının en büyük ortak paydası İslam dinidir. Bölge ile ilgili senaryolar hazırlayanların ısrarla görmedikleri veya görmek istemedikleri en çarpıcı gerçek budur. Şüphesiz ki kastettiğim, içi boş kardeşlik söylemleri ile dolu halkların afyonu haline getirilmiş bir din değil, gerçek ve sahih İslam dinidir.

İslam dinini bölgedeki gelecek tasavvurunun dışında görmek ve tutmak isteyenler İslam'ı ve Müslümanları da manipüle etmektedirler. Bu meyanda: İslam ve Müslümanlar terörize edilmek istenmektedir. İslam dini ve tüm Müslümanlar modernlik karşıtı, çağın tüm değerlerine düşman 'gericiler' olarak ötekileştirilmektedir.

Şüphesiz ki İslam dini ve onun mensupları olan Müslümanlar, Batı medeniyetinin bugün iflas etmiş olan modernlik ve postmodernlik anlayışından farklı bir dünya, insan ve hayat tasavvuruna ve medeniyet anlayışına sahiptir. Ancak Batı'nın yanlışlarını doğru, Müslümanların tüm doğrularını ise yanlış ve 'terörizmle' damgalamak bu konudaki hata ve en büyük saptırmadır.

İslam dünyasının iç sorunları

Günümüz İslam dünyasının da kendi içinde siyasî ve fikrî sorunları bulunmaktadır: Bu konuda Müslüman dünyasında ciddi bir özeleştiri yapmaya ihtiyaç vardır.

Neo Selefizm adı altında çok dar ve şekilci bir İslam anlayışı. Tasavvufu ve sufiliği esas özünden ve İslam şeriatından uzaklaştırmış bulunan hurafelerle dolu tarikatlar. Siyasette büyük oranda tarihteki Hariciliği çağrıştıran ve yer yer anarşizme varan yaklaşımlar. Ilımlı İslam adı altında İslam'ı Protestanlaştırma ve adeta 'gazı kaçmış gazoz' misali Müslümanları namaz kılan, oruç tutan ve 'arınmak' için yılda bir sefer hacca veya umreye giden kapitalistler haline getiren anlayış.

Bu şekilde modern dünyaya 'özünde itirazı' olmayan şekilci bir İslam anlayışı kendini inkârdır ve bir aldatmacadır. İslam dünyası bugün ciddi anlamda sıkıntılar yaşamaktadır.

Modernizm ve postmodernizme karşı tüm insanlığa kâinat, madde, insan ve hayat ile ilgili yeni bir tasavvur ortaya koyulmalıdır. Bu meyanda yeni bir tecdit ve ihyaya ihtiyaç vardır. Günümüz dünyasında gittikçe yalnızlaşan, çaresizleşen, mutsuzlaşan insanın selefi bir tasavvufa ihtiyacı vardır. Müslümanların kendileri gibi düşünmeyen Yahudi, Hıristiyan, Budist ve ateistlere karşı anlayışlı ve yeni bir birlikte yaşama modeli üzerinde düşünmeleri gerekmektedir. Gelinen bu noktada dünya "büyük bir köy" haline gelmiş bulunmaktadır, mekânları ve ilişkileri ayırmak mümkün değildir.

Sonuç: Bölge, çatışma ve ayrışma yerine mutlaka birlikte yaşamanın yolunu bulmalıdır. Bölgenin yeniden şekillenmesinin anahtarı Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile arasındaki ilişkileri düzeltmesidir. Bölgedeki tüm halkların kaderleri ortaktır. Hiçbir halkın kendi geleceğini ve mutluluğunu diğerinin felaketi üzerine kurması mümkün değildir. Ya hep birlikte kazanılacak veya hep birlikte kaybedilecektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT