1. YAZARLAR

  2. BAHADIR KURBANOĞLU

  3. Ortadoğu’da Seküler Güçlerin Sinerjisi ve Çözüm Süreci
BAHADIR KURBANOĞLU

BAHADIR KURBANOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

Ortadoğu’da Seküler Güçlerin Sinerjisi ve Çözüm Süreci

07 Kasım 2014 Cuma 20:48A+A-

Geçtiğimiz günlerde AK Parti'ye karşı seküler güçleri harekete geçmeye çağıran HDP Van Milletvekili Aysel Tuğluk, sözlerine açıklık getirmiş ve bunların “AKP Kalemşorları”nın iddia ettiği gibi “darbeciler” ya da ordu değil; Gezi hareketi, Alevi toplumu, barışseverler, demokratlar, farklı inançlar, azınlıklar, diğer tüm “ötekiler” ve muhaliflerden oluştuğunu basına verdiği bir mülakatta dile getirmişti.

Aysel Tuğluk bu durumu şu net cümleyle özetledi: “Ya Bölge Gericliği ya da Özgürlükçü Umut Hareketi”.

“Özgürlükçü Umut Hareketi” şatafatlı tanımlamasını bir kenara bırakırsak aslında, İslamla arasına mesafe koymuş; hatta bizatihi Kobani Temerrüdü(isyanı)nde görüldüğü üzere İslam düşmanlığını açık ve net ortaya koyacak tüm güçler. Dün Gezi, bugün Kobani, yarın neden doğusuyla batısıyla daha kapsamlı bir temerrüd/isyan olmasın ki? Üstelik bu toplumsal kesimlerin sıfatı da hazır: Özgürlükçü Umut Hareketi!

Bu yeni bir şey değil. Geçmişte de siyasal atmosfer her kızıştı(tırıldı)ğında Tuğluk ve benzerleri ya da PKK/BDP liderlikleri generallere seslenip “gelin laikliği birlikte koruyalım!” çağrıları yapmışlar ve asıl konumlandıkları yeri işaret etmişlerdi. Tıpkı Sırrı Sakık’ın yıllar evvel Kanal D’de katıldığı bir programda CHP’yi tutarlılık testine tabi tutarken ağzından kaçırdığı “Hani siz de Şeriata karşı idiniz?” siteminde olduğu gibi.

Aysel Tuğluk da Cemil Bayık da Çok Net

Tuğluk Türkiye’nin içerideki “ilerici güçleri”ne çağrı yaparken, Marksist-Leninist Gerilla lideri Cemil Bayık da “ilerici güçlerin” global koalisyonuna seslenmekteydi: ABD, AB, NATO.

İkisinin birden yarattığı sinerji önemli. Çünkü birini diğerinden ayırdığınızda pek bir anlam ifade etmiyor. Biri olmadığında diğeri ciddi manada kadük kalıyor. Kobani Temerrüdü ardından gelen bu açıklamalar da artık zamanın geldiğinin işareti sayılıyor olmalı.

Tuğluk ile (içeriden) devam edelim:

“Darbecileri güçlere çağrı” nitelemesinden rahatsız olan Tuğluk, düşlediği modelin sosyo-politiğini ve niteliğini şöyle tanımlamış:

“…Kürt siyasetinin sivil toplum, demokratik kurumlar ve sivil siyaset dışında muhatabı yoktur, olamaz. Hele ki, meşru ve demokratik olmayan hiçbir yöntemle bizi yan yana getiremezler. Darbecilik muktedire ait bir yöntem. İktidar sahipleri birbirine darbe yapar. Toplum ise, demokratik devrim yapar!.. Velhasıl itici güç; demokrasi ve barış talep eden toplumsal tüm kesimlerdir...”

“Kültürel İslam-Siyasal İslam” ayrımı da yapmayı ihmal etmeyen Tuğluk IŞİD üzerinden bölgenin geleceğinin “Ya Gericilik Ya Özgürlük” olarak okunmasını salık vermiş.

Burada bir parantez açıp hemen belirtelim: Ne ilginçtir ki tüm seküler güçler bu ayrımı Ortadoğu üzerine konuşurken -Ortadoğu halklarının kadim kimliğinden ötürü- yapmak zorunda kalmaktalar. Esed’i istisna tutarsak genelde PKK/PYD gibi örgütler de ABD, İngiltere gibi güçler de “Bizim Savaşımız İslam’la” gibi gerçeği tüm çıplaklığıyla dile getirecek safiyane bir üslubu kullanmaktan imtina etmekteler. Tüm yapıp etmeler buna işaret etse de “retorik” çok önemli. Tabii tıpkı Esed’de olduğu gibi Tuğluk için de “daha ne deseydi ki, gayet dürüst!” denebilir; ama dedik ya o meşhur tespit olmadan olmuyor: Kültürel İslam ayrı, Siyasal İslam ayrı!

Şöyle devam ediyor Tuğluk IŞİD üzerinden yaptığı (ama zımnen tüm İslami direniş grupları üzerinden dile getirdiği) tespitlerine:

“Mesela neden bu radikal gericilik gelip gelip Kürt hareketini vuruyor? Çünkü demokratik, seküler ve komünalisttir Kürt hareketi. Hiç gözden kaçırmamak lazım; IŞİD kendisini bir dünya görüşü, bir hayat tarzı ve bir üslup olarak bölgenin tarihiyle kurduğu ilişkilere göre ortaya koyuyor. Artık tüm bu hatlarda oldukça net olmak ve mücadeleyi daha ideolojik kılmak gerekiyor. Bir karar vereceğiz yani: Ya tarihsel olarak birikip süzülmüş kristalize bölge gericiliği; ya da bölgenin tüm komüncü hareketlerine dayanan ve kadın özgürlük hareketiyle evrensel değerleri süzüp kristalize eden demokratik/Özgürlükçü Umut Hareketi. Sorun bizim için esas olarak hangi tarafta yer alacağımız değildir. Sorun bunu nasıl savunacağımızdır!..”

Demokratik, Seküler ve Komünalist Halk Devrimi ABD’siz Neden Olmuyor?

Tuğluk’un tespitlerindeki çelişkiler ve tespitlerin meşruiyetini sağladığı düşünülen ideolojik retorik bir yanda dursun. Biz hem onun hem de Bayık’ın safının kimlerle ve hangi saiklere dayalı olduğunu Ortadoğu bağlamında ve çözüm sürecine ilişkin olarak saptamaya çalışalım:

Tuğluk’un analizlerinde ziyadesiyle çelişki ve propaganda mevcut. Mesela “Radikal Gerici” unsurların gelip gelip Kürt Hareketi’ni vurduğu kocaman bir propaganda. Yerinde kuzu kuzu duran, bölgedeki çatışmalarda fırsatçılıkta bulunmayan, seküler güçlerden yana pragmatik siyaset gütmeyen masum bir yapı var da kimsenin haberi mi yok! Bırakalım İslami yapıları Barzani yanlısı partiler başta olmak üzere diğer Kürt hareketlerine göz açtırmayan, konuşturmayan, sivil ve legal platformlarda siyaset güden kurumlarına tecavüzde bulunan, liderlerini tutuklayan, gerektiğinde infaz eden; onların da birçoğu seküler ve demokrat olmalarına rağmen, sırf muhaliflerin yanında tuttukları saftan ötürü pozisyonunu saldırgan, fırsatçı, özcesi Komünalist mi Stalinist mi karar vermesi gereken pozisyonda olan bir yapı var.

Kadın özgürlük hareketinin evrensel değerleri safsatası ise gelip bölgedeki Stalinist-Kemalist-aydınlanmacı kadın modelinin Batı dışı kadim değerleri sahiplenen kadınlara örgütün neler çektirdiği gerçekliğine toslamakta. Kobanili kadınlara da, Belediyeler önünde evlatlarını geri isteyen analara da yaşattıkları buna dahil. Suriye ve Irak’taki kadınların yıllardır çektiği acılar bu Özgürlükçü Umut Hareketi’nin hangi toplantısının konusu olmuştu, hatırlayan var mıdır acaba?

Şimdi bu Özgürlükçü Umut Hareketi açıkça, sadece Türkiye içindeki örgütlü muhalefete dönüşmesi arzulanan yapılarda değil, aynı zamanda umudun üçüncü tarafta, yani ABD’de olması için çırpınmakta. Bütün o uzun cümlelerin adresi ve umudu ABD olarak belirginleşmekte.

Cengiz Çandar ağabeyleri bunu ta Gezi’den beri dillendirmekte idi ama o zaman ortam ve proses buna müsait değildi. Bağlandıkları umut kapısı henüz tam olarak aralanmamıştı. Meşruiyet umdeleri (Kobani gibi) olgunlaşmamıştı. Rojava gibi denemeler henüz retoriklerinin uluslararasılaşmasına yetmemişti! Yüzlerine gözlerine bulaştırmaları da cabası.

Çözüm Süreci Şimdi Bütün Ortadoğu’yu Kapsamakta

Çözüm sürecine ilişkin, Ortadoğu’daki gelişmelerle de bağlantılı olmak kaydıyla bazı hususları hatırlatmakta fayda var:

Bölgedeki sosyal yapılar birkaç parçaya bölünmüş durumda. Kabaca;

1) PKK tabanı: Bunlar Müslümanları ve İslami yapıları kontra olarak görüyor. İkna edilmeleri de kısa vadede mümkün değil.

2) Çözüme destek olan ama PKK tarafından sindirilmiş çevreler.

3) Hükümete oy verenler: Ortadoğu siyasetine de çözüm sürecine de destek olanlar.

4) İslami yapılar, parti, stk ve etkili çevreler.

Bunlardan PKK tabanını ikna mümkün değil. Hükümetin İslamcıları kontra olarak kullanıp kendilerine saldırttığını/saldırtacağını düşünüyorlar. Kara propagandaya muhataplar. Bunların propagandalarının zayıflatılması ancak Çözüm Süreci'nde (anadilde eğitim vb. konularda) ciddi ve hızlı adımlarla mümkün.

Muhataplık Zemininin Yelpazesi Genişletilmeli

Çözümün devamından yana tabanın ve bölgedeki İslami yapıların ciddi muhatap alınarak cesaretlendirilmeleri gerekiyor. Muhataplık zemininin yelpazesi genişletilmeli. PKK ve tabanının propagandalarını zayıflatmak amacıyla süreç bir yandan hızlandırılırken öte yandan bu zemin geniş yelpaze tarafından sosyo-politik olarak doldurulmalı. İslami yapılar, parti ve stk'ların siyasete katılım ve muhataplık gücü artırılmalı. PKK/BDP zaten bu zemin yokken de varmış gibi davranarak propaganda ve icraatlarını sürdürmekte.

Çözüm İradesi’nin Bölgesel Olduğu, Baltalayıcıların İşbirlikçiliği Üzerinden Anlatılmalı

Bu sürecin sadece "milli" olarak adlandırılması ve ülke içi bir mesele imiş gibi sunulması değil; tüm bölgesel ve küresel argümanlar içine katılarak değerlendirmeler yapılmalı. PKK'nın hem bölgesel hakimiyet hem de Suriye zemininde attığı adımlar, kullanışlılık zemini genişledikçe futûrsuzlaşma ve şımarıklık düzeyinde seyretmekte (gücüyle doğru orantılı olmayan bir tarzda) Bunun da en önemli sebebi bölgedeki gelişmeler ve aktörler.

İran-Irak-Esed ve ABD gibi küresel yapılara sırtını dayayabileceğini iyi bilen PKK, bu tür bölgesel gelişmeler yaşandıkça tavrını rahatlıkla süreci baltalamakla gösterecektir. Dün Diyarbakır'da neredeyse bir İhvan sempatizanı gibi konuşan Apo'nun yeri geldiğinde bölge halklarının menfaatlerine mugayir, bölgeyi ateşe atan diktatörlerin lehine (temerrüdcü) bir dil kullanması da bundan.

O yüzden Suriye ve Irak sürecinin yönetilmesiyle Kobani ya da Çözüm Süreci aslından birbirinden çok da bağımsız değil. Bu yüzden Suriye muhalefetine destek olan Kürt unsurlarla Barzani'nin PYD üzerindeki baskılarının artmasını sağlayıcı, onun Esed'e verdiği desteği törpüleyici zeminler desteklenmeli.

ABD'nin ve İran politikalarının PKK'ya direkt ve dolaylı misyon yüklediği; Ortadoğu halklarının maslahatına mugayir (bölge halklarının da) siyasetleri kendi ideolojisi ve bekası adına rahatlıkla yürütebildiği ve bu beka probleminin asla sonlanmayacağı (gücü bölgesel gelişmelerle kırılmadıkça) bir gerçek. Şu unutulmamalı: IŞİD de benzeri bir rolü farklı saiklerle Suriye'de oynamakta. Yani bu çatışmanın bölgede Esed'e ve Irak'a karşı mücadele eden güçler açısından hiçbir faydası yok. Aksine zararı var. İran'ın da, Irak'taki diktatörlüğün de, Suriye Oligarşisinin de Suudilerin de ellerini güçlendirmekte; Fas'tan Filistin ve Yemen'e, hatta Endonezya’ya kadar İslam topluluklarının elini zayıflatmakta.

Şu unutulmamalı; Mezhep çatışmaları asla bölgedeki zayıf-muhalif sünni unsurların bir tercihi olmadı. Aksine mezhepçi siyasetleri İran ve taşeronları körükledi. Suud yangına benzin taşıdı. Ortadoğu'ya yönelik dış müdahaleleri kolaylaştıran da işte bu çatışma gibi görünen zemin. Bu bir çatışmadan ziyade; birbirlerine yaslanarak hinterlandlarını koruma savaşı. Bunun Suriye ve Irak'ta haklı mücadele veren gruplarla hiçbir ilgisi yok. Eğer bu gruplar gerçekten körfez tarafından desteklenseydi, çoktan ağır silahlara kavuşurlar ve Esed'i Suriye'de devirirler, Irak'ta daha ciddi başarılara imza atarlardı. Tam tersine Suud burada ABD'nin taktiğini uyguladı. Taraflar zayıflasın, birbirini yıpratsın istedi. Asla Suriye muhalefetinin zemin kazanacağı ortamları desteklemedi. Aksine tıpkı İsrail gibi Esed'den Suriyeli muhalafet lehine vazgeçmenin yarın kendisini de vuracak bir siyaset olduğunu iyi biliyordu. Mısır'da İhvan'ı bunun için ezdi. İran ile bu noktalarda izdüştüler. Birbirlerine aslında destek oldular. Söylem ve endişelerini "Esed düşerse.. İsrail kendisini güvende hissedemez!" diyecek kadar bu coğrafyaya yabancı ve hatta ihanetle eşdeğer siyasal tahlilleri açık etmeye kadar işi vardırdı. Eğer bugün coğrafyada ciddi mezhep ayrılıkları başgöstermişse bundaki en büyük rol ABD ile birlikte önce Irak'a ardından bölgeye kendi lehine nizam vermeye çalışan İran'ın rolü çok büyük. Şimdi aynı İran (ve Velid Muallim’in son açıklamalarında da açıkça görüldüğü üzere Suriye rejimi) PKK/PYD'yi de cesaretlendiriyor. Farklı Kürt unsurların elinin zayıflamasını isterken, Suriye muhalefetinin karşısında, Esed'in yanında olan yapıların Kürtler içerisinde de güçlenmesini istiyor, buna oynuyor.

ABD ve koalisyon yapısı da, şimdilerde geçmiş Suriye politikalarına ilişkin günah çıkartma seansları düzenlemekteler. Yani artık Esed'siz, (ya da o statükoyu koruyucu olmaktan uzak) alternatifler mümkün görünmediği için, gelişmeleri bu yönde seyretmesi için çabalıyorlar. Şimdi bütün bu gerçekler ortadayken, Çözüm Süreci'nin sadece Türkiye içi saiklerle yürüyebilecek bir zemini olduğunu düşünmek hamhayaldir. Çok şükür ki bu sözünü ettiğim konularda bilinçli siyasi mekanizmalar var. Davutoğlu'nun sürdürmeye çalıştığı zemine İslami kesimler olarak katkı yapmak kadar, yapılan hataları (gerek söylem, gerekse icraat zemininde) hatırlatmakla yükümlüyüz. Özellikle bugüne kadar es geçilen, önemsenmeyen, hafifsenen hususlarla ilgili. Ve yine özellikle Gezi sürecinde olduğu gibi bazı zaafların bu sürece ilişkin olarak da hatırlatılması elzem.

PKK'nın Ortadoğu’daki İttihad-ı İslam zeminine asla uyum sağlayamayacak olan seküler bir ideolojiyle beslendiğini, tıpkı Kemalistler gibi halkını yozlaştırma ve Ortadoğu'ya yabancılaştırma bağlamından ödün vermeyeceği unutulmamalı. Bu hep böyleydi, ancak yeni gelişmeler (Irak ve Suriye'deki) ve bölge dışı aktörlerin daha fazla müdahil oluşları maalesef eski zemini (tıpkı eski Türkiye reflekslerine duyulan özlem gibi) yeniden körükledi. O yüzden bunu sadece küçük hakimiyet alanları (kısır) mücadelesi olarak görmek eksik ve zaaflı olacaktır. Bölge dışı güçlerin müdahale hırsı ve İran-Esed-Suud-Irak gibi güçlerin zemin ve hakimiyet mücadelesi Ortadoğu halklarının Fas'tan Endonezya'ya maslahatlarına mugayir; İhvan hattının kültürel zeminine düşman; aynı hattın sosyo-politik taleplerini engelleme üzerine kuruludur. Bu hat zayıfladıkça, maalesef aynı hatta yeni sahve güçlerinin üretimi de söz konusu olmaktadır. İşte İŞİD de basiretsiz siyasetlerle bu zemini güçlendirdi maalesef. Esed'e ve Maliki'ye potansiyel tehdit unsurları olan güçlerin bölünmesi maalesef bu gelişmeler sayesinde olmuştur. Irak'ta da, Suriye'de de ister istemez bu bölünmeler muhalif unsurları zaafa uğratmıştır. İşte onların bu zaafa uğradığı zeminlerde PKK/PYD gibi güçlerin ya da IŞİD gibi yapıların hakimiyet çabası ve fırsatçılığı kimseyi şaşırtmamalı. Ancak bu durumun bizlerin lehine de olmadığı ve Çözüm Süreci'ne ilişkin de geriletici mahiyetler taşıdığı görülebilmeli. (Buna rağmen küresel baskıları hafifletme adına Erdoğan’dan sadır olan ya da Irak liderliğiyle olan görüşmelerde olduğu gibi IŞİD’e yönelik retorik üzerinden değil; sözünü ettiğimiz çelişkiler ve Sünni halklarla Şii halkların kaderlerinin birlikteliği siyasetine vurgu yapılmalı.)

Kobani-Çözüm Süreci ilişkisi elbette ziyadesiyle örgüt propagandası olarak kullanıldı ama bunun böyle olması madalyonun diğer tarafında bunun bir vakıa olduğu, kullanışlı olduğu, her an tehdide, şantaja mebni olduğu ve bölgesel gelişmelerde kullanışlı olduğu gerçeğini değiştirmiyor maalesef. Tüm çelişkileri de ortaya koysanız, ulusalcı sapkınlık zaten olabildiğince bu çelişkilerden besleniyor.

O halde ülke içi boyutlarıyla Çözüm Süreci’ne ilişkin eksiklerin tamamlanması, halkın hak ve taleplerinin örgütün tüm propaganda mezkanizmalarını yerleyeksan edici biçimde hızlandırılması elzemdir. Diğer sosyo-politik İslami unsurların muhataplık zeminin güçlendirilmesi ve kamu düzeni hukuku ve siyasetinin de bu zemini zaafa uğratmayacak, propagandalara malzeme vermeyecek şekilde bilinçli kadrolarca (sürecin önemi ve vahameti noktasında iyi eğitim almış) ortaya konmalı. Asla eski Türkiye’yi hatırlatacak fotoğraflara müsaade edilmemeli. Suriye ve Irak politikalarında da tutarlı ve ısrarlı zeminin korunabilmesi için bölge idarecileri buna göre seçilmeli. Mesela Suriyelilere yaklaşık iki yıldır kök söktüren bazı kaymakamların ve bölge idarecilerinin halen görevde tutulması gibi yanlışlardan vazgeçilmeli.

Esed statükosunun bozulması ve sonrası yapılanmanın oluşturulmasında ısrarcı olunmalı. En azından Irak'takine benzer bir yapının oluşmaması, Esed'in gönderilip aynı statükonun korunması gibi -dostlar alışverişte görsün- şeklindeki -ABD ve Batı'nın muhtemel Suriye senaryosuna- karşı direnilmeli. Suriye'de Irak'tan farklı olarak ciddi bir Sünni nüfus olduğu, bu nüfusun demografik yapısının diasporadakilerle birlikte yeniden oluşması, siyasi yapının bu demografiye rağmen oluşmaması için çaba gösterilmeli. Bütün bu çabalar aynı zamanda Çözüm Süreci'nin devamından yana olan güçlerin elini güçlendirici, bölge halklarının maslahatlarını koruyucu bir politik tutum olacaktır.

İşte ahlaklı-vicdanlı siyaset zemini, aynı reel politiğe de bu şekilde uygulanabilecektir.

İran ve Suud'un çatışmacı ve müdahalelere zemin hazırlayıcı politikaları da ancak bu zemin politik olarak korunabilirse ve eksikler tamamlanıp, sürece ilişkin özeleştirel yaklaşımlar dikkate alınırsa hedefe doğru yürünebilecektir. Bu konuda Davutoğlu'na güvenmekle birlikte, bu politik tutumu sürdürebilecek yeterli kadroların da olduğuna inanmak isteriz.

Bu noktada İslami kesimlerin de kendi muhataplıkları konusundaki zeminleri zorlamaları gerektiğinin de izahtan vareste olduğunu hatırlatmakla yetinelim.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum