1. YAZARLAR

  2. KEVSER ÇAKIR

  3. Ölümün Yeni Adı: Yermuk
KEVSER ÇAKIR

KEVSER ÇAKIR

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölümün Yeni Adı: Yermuk

11 Şubat 2014 Salı 22:19A+A-

2010 yılında “Bitmeyen Gün; Sürgün” belgeselinin yapımı amacıyla düşmüştük yollara. Amacımız Suriye, Ürdün ve Lübnan kamplarını dolaşıp, orada yaşayan Filistinlilerin dramını bir kez daha gözler önüne sermekti. İlk durağımızdı Şam; eski deyimle Dımeşk… Efsunlu zamanlardan kalma bir şehirdi... Tarihiyle, insanıyla ocak ayında bile insanın içini ısıtıyordu. Hele de gittiğimiz yerde bizi ağırlayan o güzel insanlar. Hemen dinlemek derdindeydik hikayelerini… İlk uğrak yerimiz,  Şam'ın güneyinde yer alan ve şimdilerde Esed rejiminin abluka altında tuttuğu Yermuk Mülteci Kampı’ydı… İsrail zulmüyle yurtlarından çıkarılan Filistinli mülteciler, bir banliyöyü dahi aratan bu kampta yaşıyorlardı. Bitmek bilmeyen sürgün hikayelerine sahipti o kamp… İrtibat kurduğumuz kuruluşlardan birinde üst düzey yetkililerden olan Haci Mazen, bizi yalnız bırakmamak için, onca yaşına rağmen bize şoförlük yapıyor; Ebu Yasin görüşeceğimiz insanları ayarlıyordu.

Oradan oraya sürülmüş, açlık, yokluk, işsizlik ve hastalık yaşamış onlarca mülteciyle konuştuk… Gittiğimiz bir evde kendisi şeyh olan ev sahibi Hacı Ali, bize meyve ve çay ikram ediyor, misafiri olmamızda ısrar ediyordu. “Bundan sonra sizin bir eviniz de burasıdır evladım” diyordu. Yine yetmiş yaşlarında bir ressam amcanın evine konuk olmuştuk ki, modern dönemin fötr şapkalı, fularlı ressam modellerinden farklı olarak, başında kefiye ve üzerinde geleneksel Arap elbisesiyle masallarda anlatılan “ak sakallı dede”yi andırıyordu. Arapça’nın o akustik ve vurgulu tınısıyla, ressam amcanın tok sesi birleşince anlattıklarından tek kelime anlamamıza rağmen  inanılmaz keyif veren bir muhabbeti dinleme şerefine erişiyorduk. Taze “mırra”lar bizim için servis ediliyor, ikramda ve mesafirperverlikte sınırsız olan bu muhacirlerin konukseverliğine bizzat şahit oluyorduk. Hele tek göz odada oturan Hacı Sayid amca ve eşinin hikayesini dinleyince daha bir hüzünleniyorduk. Filistin’den Ürdün’e sürgünün; Ürdün’den Lübnan’a ve oradan da Suriye’ye göçün hikayesiydi bu… Doksana varan yaşına rağmen yine de geri dönüş ümidiydi bu… Yani memleketinde ve elbette onurluca ve özgürce yaşama isteği... Sürgünde bir sığıntı, göçmen, kaçak, muhacir ya da mülteci olarak değil de, insanca kendi yurdunda yaşama talebi... Yaşlı Hacı Said’in; “gözlerim kapalı bulurum köyümü” derken, elleriyle iki gözünü kapatıp o hayalin güzelliğine kendini teslim etmesi… Kurulan derme-çatma kampları lütuf gibi sunan Esed’e karşı, “tutsak gibi yaşıyoruz” diyen Ebu Hasan’ın anlattığı acılar, hüzünler ve kayıplar… Ve elbette daha pek çok hikaye…

Evinde bir tabağı kaybolsa tüm gün üzülecek hanımlar, kalemliğinden sevdiği silgisi kaybolsa bütün gün aklı onda/orada kalacak öğrenciler ve  mal varlıklarından küçük bir kayba bile tahammül edemeyen beyler için Yermuk Kampı müthiş bir yerdi. Oradakiler de müthiş ve örnek insanlardı. Bu güzel insanlar her gittiğimiz evde, onca imkansızlıklara rağmen bize ikramda adeta yarıştılar; mırra içirmeden, bir şeyler yedirmeden kalkmamızı istemediler. Yaşadıkları zorlukları anlatırken bile bir hamd ve şükür eklemeden bitirmediler cümlelerini...

Şimdi Yermük Kampı’nı seyrediyoruz uzaktan. Esed ablukası nedeniyle “açlıktan” ölümlerin yüz kişiyi aştığı haberlerini duyuyoruz. Ekranlarda ölenlerin sadece bir sayıdan ibaretmiş gibi verildiğini farkediyoruz. Ama sonra tanıştığımız o misafirperver insanlar geliyor aklımıza. Birbirimize fısıldıyoruz, Hacı Sayid iyi midir? Ümmü Heysem yaşıyor mudur? Hanne’nin çocuklarından biri midir gıda sıkıntısından ölen? Oysa ne önemi var, ölen bebek Hanne’nin olmuş ya da başka annenin olmuş…  İsrail tarafından onlarca kez sürgün edilen, onlarca kez tutsak edilen bu halk, yıllar sonra yeniden Yermuk’te koyu bir tutsaklığa ve açlığa mahkum ediliyor.

Şam’dan sekiz ay önce çıkış yapıp Türkiye’ye sığınan Sena Hanım ile konuşuyoruz, Esed rejimi ile İsrail için, “bunlar aynı çeşmeden içmişler” diyor. Bu cümlesi aslında her şeyi o kadar güzel ifade ediyor ki… Devam ediyor Sena Hanım; “hani Filistinliler Suriye’de misafirdi? Hani İran Esed’e, İsrail karşısında mücadele etmek için yardım ediyordu? Yermuk Kampı’nda yaşananlar İsrail’in Gazze’ye yaptığından farklı bir şey midir? Esed Filistin direnişini de tutsak ediyor. Bunların hepsi Siyonist…”

Yollarda, kamplarda ömür tüketmiş, tutsak bir halkın yeniden-yeniden ölümü bu… Esed ile işbirliği yapmamalarının bedelini ödüyorlar; onurlu olanı seçtikleri için ölüyorlar. Kendilerine kol-kanat germiş Suriyeli halka arka çıktıkları için öldürülen muhacirler bunlar. Onlar kardeşlerini kendi nefislerine “isar” edip, Allah’ın takdirini kazananlardan… Sürgün edilmiş oldukları topraklarda, sıcak bir tas çorba ve muhabbetle karşılanacakları bir dost samimiyeti bulmayı ümit ettikleri yerde, şimdilerde onları açlıktan ölümler bekliyor.

Dün sürgünün, bugün açlıktan ölümün yeni adı oluyor Yermuk...

yermuk-resim.jpg

Ressam Hasan Sibeyh’in sürgünü anlattığı resmi

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum