1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Akın

  3. Ölüm bilgisi
Hüseyin Akın

Hüseyin Akın

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölüm bilgisi

25 Eylül 2009 Cuma 00:57A+A-

Başımıza gelen olaylar içerisinde hakkında tek gerekçe üretemediğimiz şeydir ölüm. Olan olmuştur. Ne itiraz edilebilir bir yanı vardır, ne de temyize gidilebilir bir tarafı. Onu kanıksamak, kabullenmek ve hoş tutmaktan başka yapacağımız bir şey olmadığından, sonuç bellidir: Zaman aşımından takipsizlik kararı!

Şakaya gelir bir tarafı olmadığı halde, ölüme dair şaka yapmak, onun üzerimizdeki baskısını biraz olsun hafifletmekten başka bir şey değildir elbet. Ölüm-dirim arasındaki hava değişimi, mezarlık önünden geçerken ıslık çalan kişinin psikolojisine denktir. Korkuyu azaltmak için başvurulan bir savunma mekanizmasıdır bu. "Ne ölüden, ne de ölümden korkuyorum" dercesine mezar taşlarına ıslık düşürmek neyse, yakın akraba ölülerini hayatla iç içe şehrin orta yerine ya da evin bahçesine gömmek de aynı şeydir.

Ölüm herkesle bildiği değil ama anladığı dille konuşur. Hayatı doğru okumanın yolu ölümü ve ölümün izleri olan mezarlıkları iyi okumaktan geçiyor. Batı medeniyeti ölümü bir trajedi olarak algılayıp mezarlıkları kentlerin göz görmeyecek en tenha yerlerine kurarken, İslam medeniyeti ölümü hayatla bağdaştırıp şehrin orta yerlerine kurmuştur. Nasıl hayat gözler önünde cereyan ediyorsa ölüm de onun süregelen davamı olarak neden göz ardı edilsin. Mezarlar ve mezarlıklar yaşam hızımızı frenleyip dengeleyen yerlerdir. Kur'an'ın ölüm ayetlerinin yorumu ve tefsiridir. "Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile." (Nisa, 78) "Her canlı ölümü tadacaktır" (Enbiya, 35) gibi ayetleri hiçbir müfessir yaşanan bir ölüm ânı kadar güzel tefsir edemez. Evet, 'Ölüm en güzel hatiptir.' Ve tabi ki mezarlıklar da anısı en derin ve en dokunaklı olan anıtlardır.

Naşı toprağa gelin verir gibi teslim eden, yaşamın gürültüsüne inat biçilmeye direnen burçaklar gibi büyüyen ölümü hayatın içerisinde yaşatan ve ona soluk aldıran başka hangi millet ve medeniyet vardır?

18. yüzyılın gezgini müntehir şair Nerval "Doğuya Seyahat"inin İstanbul ayağını anlatırken, mezarlıkları es geçmez ve şöyle söyler: "İçinde bulunduğum, özenilerek yapılmış bir resim kadar güzel manzaralı ve iç açıcı bu ormanın bir mezarlık olduğunu söylemeye artık gerek duymuyorum. İstanbul'da hemen hemen bütün eğlence ve mesire yerlerinin mezarların ortasında yer aldığı bilinmelidir. Şimdi büyük ve sık ağaçların arasında, bir güneş huzmesinin bazen pek seçik belirlediği sıra sıra dikilmiş şu beyaz hayaletlere bakınız. Bunlar, yüksekliği bir adam boyunda olan mezar başlarına dikilmiş beyaz mermer sütunlardır. Üst kısımları insan başına benzemekte ve başın etrafı bir sarıkla sarılmış bulunmaktadır. Bunların bazıları insanların yanılmasını kuvvetlendirmek için ayrıca boyanmış, hatta yaldızlanmıştır. Şimdi mezarların arasından gelen uğultulu gülüşme seslerine kulak verelim. Bunlar, hiçbir zaman unutamayacakları sevgili ölülerinin mezarları başında toplanmış bulunan dullar, analar ve kız kardeşlerdir."

17. yüzyıl ortalarında Türkiye üzerinden İran'a seyahat yapan J. B. Tavarnier de yolu mezarlıklara düştükçe, ilgi ve şaşkınlığını belirtmeden geçemez: "Üsküdar'dan ayrılırken iki gün gayet zevkli geçer; mevsimin çiçekleriyle kaplı güzel kırlardan geçilir. Yolun iki kenarında mezarlıklar vardır; erkek ve kadınlara ait mezarlar, kolayca birbirinden ayırt edilebilir. Erkeklerin mezar taşlarının üstünde bir sarık, kadınlarınkinde ise bir kadın başörtüsü bulunur."

İbn-i Batuta, meşhur Seyahatname'sinin bir yerinde Eğridir Beyi'ne yaptığı ziyareti anlatırken şöyle söyler: "Bugünlerde idi ki, Bey'in çocuklarından biri öldü. Bunlar Mısır ve Suriye ahalisinin yaptıkları gibi Tanrı'nın rahmeti olsun diye öyle fazla feryat etmezler. Hele Lor halkının hükümdar çocukları öldüğü zaman yaptıkları tutumların hiçbirini göstermezler. Cenaze gömüldükten sonra, Sultan ile medresedeki öğrencileri üç gün süre ile sabah namazını izleyen anlarda kabristanı ziyaret ettiler."

Hayatın olanca ağırlığıyla üzerimize çöktüğü bir zamanda mezarlıklardan gelen serinliği ruhunda olmasa da alnında hissedebilen şunun şurası kaç kişi kaldı acaba? Bunun cevabını da bir sonraki yazıya saklayalım.

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT