1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Ölüm ayini
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölüm ayini

22 Ekim 2011 Cumartesi 10:38A+A-

Ölüm dolu bir günün ardından, bu yazıyı yazmaya oturduğum zaman bir şey fark ettim. Ne kadar çok yazı yazmışım “ölüm” üzerine... Ölümler olmuş; hayata karşı ölümü yüceltenlerin gücünü anlamaya ve dilim döndüğünce anlatmaya çalışmışım. Sonra gene ölümler olmuş, gene yazmışım... Bütün devlet erkânının, siyaset erbabının, yazar-çizer takımının, televizyonlarda “terör uzmanlarının” her yoğun ölüm olaylarından sonra yaptıkları gibi... PKK vurur, gencecik insanlar ölür; âdet olduğu üzere, “ölümlere çare bulmak üzere” “uzmanlar” da masanın etrafına toplanıp, sebepler, sonuçlar, hâl çareleri –sınırötesi harekât, profesyonel ordu başta olmak üzere, bir miktar da demokratikleşme, müzakere vs.– üzerine tartışırlar, tartışırlar... Sonra aradan zaman geçer, aynı döngü tekrar başlar...

Neredeyse, kendini besleyen bir “ölüm mantığı” var ve bütün bu konuşan insanlar aslında herhangi bir çare olmayacağını bile bile sadece “görevlerini” yerine getiriyorlar. “Ölüm zamanında bir şey söylemiyor” olmanın ağırlığını kaldıramayacak olduklarını düşünerek, konuşuyorlar, konuşuyorlar...

Konuşarak, mezarlığın yanından geçerken ıslık çalmaya benzer şekilde, o ânın geçmesini bekliyorlar...

Sonra susuyorlar. Kendi “normal” hayatlarına dönüyorlar.

Bir sonraki sefere kadar. Sonra gene gencecik insanlar ölüyor...

Bu arada ölüm çok olduğu zaman, televizyon haberlerinde “vatandaş” diye tabir edilen kitleler “teröre lanet okumak üzere” sokaklara iniyorlar; evlerinin pencerelerine bayraklar asıyorlar.


“Ölümlerle” döngüsel olarak tekrarlanan bir ritüeller zinciri içindeyiz adeta... Sanki bir ayin...

Hepimiz bir ayindeyiz... Din olmayan bir dinselliğin ayininde adeta... Ayini tekrarladıkça, ölüm dinine tapıyoruz. Ölümlerden “inanç” tazeliyoruz. Ve “Türk ulusunu” yeniden kuruyoruz...

“Vur gerilla vur, Kürdistan’ı kur” oyununu oynayan cenah da ölümlerden kendi dinini kuruyor.

Nasıl geldik bu ayinleşmiş ölüm oyununa?

Neden PKK çıktı? PKK neden başka bir yol bulamadı?

Uzun lafa gerek yok; bir sürü anlayabildiğimiz sebebi var ve asla anlayamayacağımız sebebi de vardır. Anlayabildiğimiz, en azından anlamak için ipuçları verebilecek sebepler arasında bu ülkenin ölüm ritüelleri var.

Öncelikle “PKK’lı terörist” adı verilen o insanların hangi okullarda yetiştiğini biliyoruz, değil mi? Hatırlayalım; “Türk” okullarında... Hani her sabah ant içtiğimiz, kendimizi kurban etmeyi, çocuk halimizle feda etmeyi öğrendiğimiz okullarda... Onlar okulda, caddelerde, dağların yamaçlarına nakşedilmiş ve kafalarına çakılan “Ne mutlu Türk’üm diyene”ye karşı kafa tutmak için, tam da o okullarda öğretilen “ulus”u, “ulusal kahramanlık” kurgularını, “ulus mitolojisini” ve “feda”, “kurban” kültürünü sermaye olarak kullandılar; ona “ezilen ulus” retoriğini eklediler.

Mesela bir devlet kurumunun önünde sergilenen, birisinin ayağına ip bağlanmış iki PKK’lı militanının ölü bedenlerini gözünüzün önüne getirin... Adına “sol” diyen, “derin” bir yayın organı, bu ölü PKK’lıların görüntülerinin üzerine “özlenen fotoğraf” gibi insan aklını donduran bir başlık koyarken, sıradan PKK militanları ve sempatizanları ne görürler o fotoğrafta? Herhalde “iki adam kaybetmişiz” demekle yetinmezler... O iki cansız beden, “ulus” retoriğinde dayanılmaz bir dinsellik üretir, ikonlaşır. Yani can verildiği zaman ölüm ikonlaşır...

Peki, 24 askeri öldüren saldırılarından sonra, üzülmüşler midir? Ne hissedeceklerini bilmem mümkün değil ama herhalde kalplerinin bir kenarından üzüntüye benzer bir şey geçmiş olsa bile, “savaşmayı çok iyi bilmekle” gurur duyan bir örgütün elemanları “kurtuluş mücadelelerinde kazandıkları bir zafer” olarak derin bir tatminle not düşmüşlerdir akıllarının bir kenarına. Yani can alındığı zaman da ölüm ikonlaşır...

Çünkü “ulus kurgusuna” inandırma tornasında büyüyen bütün Türkiye çocukları “kahramanlık” hikâyeleriyle büyüdüler. Ölümü ikonlaştıran PKK’lılar da “ant içtiler”, “alınan düşman kellelerini”, “vatan için düşen şehitleri” okudular; bir ölüm mitolojisinin formatını öğrendiler; şimdi o mitolojinin içini yeniden dolduruyorlar; ölüm ayini yapıyorlar.

Aslında uzun lafa gerek yok; bir tarafımızla, dumura uğratılmış zihinlerimizle hayata dört elle sarılacak gücümüz kalmadı. Ayin gibi tekrarlarımızla ölüme inanmaktan hayatın yaratıcı gücüne inancımız kalmadı. Sadece alıştığımızı, ezberlediğimizi yapıyoruz. Ancak ölümle harekete geçen bir ayin duygumuzu tatmin ediyoruz.

Geçenlerde o yağmurlu ve soğuk günlerde Şişli’de sokakta bir insan ölmüş... Ertesi gün adamı cansız buldukları zaman, başka bir adam “dün akşamdan beri orada yatıyordu” demiş... Yani görmüş o ölen adamın o soğukta ve yağmurda sokağın bir köşesinde kıvrılıp yatmakta olduğunu... “Görmüş”... O kadar...


Biz şefkati öğrenmedik ki... Ya da o kadar çok unuttuk ki...


[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT