1. YAZARLAR

  2. Müslim Coşkun

  3. Ölçüyü kaçıranların ölçüsüzlüğü
Müslim Coşkun

Müslim Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölçüyü kaçıranların ölçüsüzlüğü

17 Ağustos 2009 Pazartesi 04:02A+A-

Levent'ten Mecidiyeköy'e doğru giderken burnunu göğe doğru kaldırmış, başı bulutlara değen ve insanoğlunun şımarıklığını ortaya koyan iki gökdelenin önünden geçerken, yanımda bulunan çok kıymetli bir dostum "bu gökdelenlere sahip olmak ister misin" diye sordu. Ben de "istemem" cevabını verdim. Modern dönemde dünya saltanatının işareti olan bu iki gökdelenin sahibi, basından takip ettiğimiz kadarıyla, açılışa bir hafta kala vefat etmiş. Bu yüksek binaların önünden her geçişimde, sahip olduklarımız, elde etmek için çırpındığımız ve uğruna birçok şeyi kırıp döktüğümüz değerlerin beyhudeliği konusunda bize önemli dersler vermektedir. İstanbul'un her tarafında son zamanlarda bir mantar gibi çoğalan başı göğe değmiş çok katlı binaların gölgesinde bir karınca mesabesinde kalan insanoğlu, aslında çaresizliğin de fotoğrafını çekmiş oluyor. Çok katlı binalar, şımarıklığı, geçmişi alaya alma, insanın mütevazılığını dinamitleme, onu bir makineye dönüştürme çabasının bir ürünüdür.

Gökdelenlerin hızlı bir şekilde yaygınlaşması modern dünyanın yeni tapınakları olarak karşımıza çıkmakta ve insanoğlunun hırsının hangi sınıra dayandığını göstermesi bakımından oldukça manidardır. Ayrıca Müslüman ülkelerde hızlı bir şekilde yaygınlaşan bu gökdelen dikme merakı, modern dönemin putları gibi gözükmektedir. Biz Müslümanlar, ayağı toprağa değen bir ümmetin parçasıyız. Hayatı dikine değil de, yatay olarak yaşarız. Bu da Müslümanlar arasında derin farklar olmasının önüne geçer. Mütevazılığın ölçüsü toplum üzerinde kendisini gösterir. Ölçüyü kaçıranların ölçüsüzlüğü hemen kendini ele verir. Batı medeniyeti ise hayatı dikine yaşar. Hep yükselmeyi ister. Bunu yaparken de hiç hak, hukuk gözetmez. Mazlumların sırtına basarak, onları ezerek gücünü gösterir. Bir tarafta gücün zirvesinde olanlar, diğer tarafta bu güç karşısında ezilenler... Batı medeniyeti dediğimiz işte böyle bir şey. 11. yüzyılda İslam dünyasına yönelik başlayan Haçlı Seferleri, aradan on asır geçmesine rağmen yöntem değiştirmiş olarak yoluna devam ediyor. Batı dünyası, Müslüman dünyasına karşı güç kullanmak yerine, belli tuzaklar hazırlama yolunu seçti. Yaptıkları şey, modern hayatı güzel bir ambalajla takdim etmek oldu. Rahata erme, dünya nimetlerinden sonuna kadar yararlanma isteğiyle birlikte Müslümanlar hızlı bir değişim ve dönüşüm içine girdiler. Önce deniz ve kumsal girdi hayatlarına. Bunu meşrulaştırmak için de sözde helal ve haramı gözeten oteller ve tatil beldeleri oluşturuldu. Sonra bu yerlerin neye dönüştüğünü hep birlikte gördük (Tıpkı faizsiz finans kurumlarının bankaya dönüşmesi gibi). Sonra Arap dünyasından başlayarak Türkiye'ye kadar uzanan, dünya saltanatının yeni göstergesi olan gökdelenler ve lüks alış-veriş merkezleri girdi Müslümanların hayatına. Artık yeni bir evreye girildi. Yapılması gereken şey belli; ye, iç, eğlen...

Müslüman kimliğin neye karşılık geldiğini, bu topraklar üzerinde yaşamanın anlamını kavrayanların sayısı her geçen gün azalıyor. Köleliğe razı olanların sayısı artıkça, bu ülkede hayatlar da sıradanlaşıyor. Zihinler kuşatıldıkça, vatan kabul ettiğimiz bu topraklar üzerine zar atanların sayısı artmaktadır. Hassasiyetlerimizi, kırmızı çizgilerimizi batı emperyalizminin bize sundukları karşısında kaybediyoruz. Eskiden uğruna canımızı feda edebileceğimiz çok şey vardı. Şimdi ise uğruna yaşayacağımız şeyler var: Para, mevki, makam, şan, şöhret vs. Yaşananlardan anlaşılıyor ki, kimsenin Türkiye diye bir derdi kalmamış. Ezilmişlerin, horlanmışların hakkını, hukukunu kendini dert edinenler, bunu bir mesele olarak görenlerin sayısı gittikçe küçülüyor. Bu kesimler, sermayeyi putlaştıranların kurdukları zalim çarklarda ezilmeye devam ediyor. İşte geldiğimiz yer...

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT