1. YAZARLAR

  2. Cengiz Duman

  3. Zülkarneyn Kıssasının Kur’an Perspektifinde Anlaşılması -1

Zülkarneyn Kıssasının Kur’an Perspektifinde Anlaşılması -1

Mart 2011A+A-

Zülkarneyn Kıssasının Kur’an Perspektifinde Anlaşılması ve Mesajları Üzerine Düşünceler – I

Giriş

Cenab-ı Hak insanlara bir yol gösterici, rehber olarak inzal ettiği Kur’an’la iletmek istediği mesajları, çeşitli vesilelerle, doğrudan ya da dolaylı olarak vazetmiştir. Kur’an’ın neredeyse üçte ikisini oluşturan kıssalar,1 muhataplara verilmek istenen mesajların en önemli dolaylı anlatım metotlarından biridir. Allah, Kur’an’da yer alan kıssalar üzerinden Resul’ün de içinde bulunduğu cahiliyye Arap toplumuna ve kıyamete değin gelecek nesillere kimi zaman ahlaki, kimi zaman psikolojik, kimi zaman ekonomik, kimi zaman da sosyal mesajlar vermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de yer alan kıssalardan biri de Zülkarneyn kıssasıdır. Ebu’l-Kelâm Âzâd bu kıssayı şöyle tanımlamaktadır: “Kur’an’da geçen en önemli ve en karmaşık kıssalardan biri de Zülkarneyn kıssasıdır.”2 Anlaşılması üzerinde bir hayli spekülasyon ve polemik bulunan bu kıssa; her isteyenin, istediği istikamette yorumlayarak, kendi arzusu istikametinde kullandığı bir kıssa konumundadır. Kimileri Zülkarneyn’i Türklere gelen peygamber olarak yorumlarken kimileri de onu uzayda seyahat ettirmektedir.

Kehf Suresi’nde üç yerde açıkça ismi zikredilen Zülkarneyn, surenin 83 ile 98. ayetleri arasında konu edilmiştir. Kur’an’daki Zülkarneyn kıssasına dair bu ayetler Zülkarneyn’in şahsiyeti, yaşadığı dönem ve yeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmuyor.3 Dolayısıyla Kur’an, anılan şahsiyetin ne adını ne de vatanını zikretmiştir.4 Binaenaleyh Zülkarneyn’in anlatıldığı kıssasının en bariz özelliği, tarihsel bir kişiliği ele almış olmasına rağmen bu şahsiyet hakkında çok cüzi/mücmel tarihsel bilgiler serdetmiş olmasıdır.

Zülkarneyn’in kimliği ve kişiliği hakkında Kur’an’da verilen bu mücmel malumat ve kıssada geçen diğer konular üzerinde, müfessirler tarafından yapılan mufassallaştırmalarda malum şahsiyetin kim olduğuna dair kesin bulgulara ulaşılamamıştır. Bundan dolayı Zülkarneyn’in kim olduğunu belirlemek ilk dönemlerden beri tartışmalı bir konu olagelmiştir.5

Bu olgudan hareketle bazı günümüz modernist yorumcuları Zülkarneyn’in gerçek bir şahsiyet olmayıp muhayyel/sembolik bir kişilik olduğuna dair çok çeşitli yorumlar yapmışlardır. Bunlardan ilginç bulduğumuz bir örnek verelim: “Bir an için Zülkarneyn’in tarihsel bir şahsiyet olduğu kabul edilse bile, bahse konu olan ayetler nazil olduğundan bugüne değin Zülkarneyn’in tarihsel kimliği, nereye yolculuk yaptığı, niçin yaptığı konusunda sahabe ve tabiîn de dâhil olmak üzere hiç kimsenin kesin bir kanaat belirtememesi; diğer taraftan, konuyla ilgili rivayetlerin büyük ölçüde Ka‘bu’l-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi isrâiliyyât kaynaklarına dayandırılması ve bu rivayetlerdeki bilgilerin tamamına yakınının mitik motiflerle örülmesi, söz konusu kabulün gerçekte varsayımdan öte bir değer taşımadığını ortaya koymaktadır.”6

Modern yorumcular arasında Zülkarneyn’i uzaya çıkarıp galaksilerden galaksilere yolculuk yaptıranlar da bulunmaktadır. Bu Kur’ani anlatının İskender Türe versiyonu ise özetle şu şekildedir: “Zülkarneyn’e sebep yani kendisini binlerce ışık yılı uzağa götürecek bir uzay aracı verildi. Zülkarneyn ilk seyahatinde Solar Apeks’e gitti. Burada bulunan güneşin [bizim güneş değil] bir karadeliğe batmak üzere olduğunu gördü. Bu güneşin bir gezegeninde akıllı canlılar yaşıyordu ve tabiatıyla güneşi ile birlikte gezegen de o kara deliğe doğru kayıyordu. Tam bu sırada Allah, Zülkarneyn’e, belki on belki elli senelik bir zaman dilimi içerisinde karadeliğe gömülecek bu gezegen sakinlerinden dilediğini kurtarabileceğini bildirdi. Bu ilâhî bildiri gereğince Zülkarneyn de onları uyardı ve inananları o gezegenden götürerek kurtaracağını, inanmayarak o gezegende kalanları ise kara deliğin dehşetli azabının beklediğini söyledi. Zülkarneyn ikinci seyahatini Solar Antapeks’e yaptı. Burada iki güneşli bir gezegenle karşılaştı ve iki güneşten de ışık almasından ötürü bu gezegende gece olmadığını gördü. Üçüncü seyahatinde ise iki nebula=iki bulutsu arasındaki iki gezegenden birine gitti; oradakiler kendisine, diğer gezegende bulunan Ye’cûc-Me’cûc denen yaratıklardan şikâyette bulundu. Mağdur gezegen sakinleri, Zülkarneyn’den ücret karşılığı koruyucu bir set yapmasını talep etti; ancak Zülkarneyn onların vereceği ücretin Allah’ın kendisini içine yerleştirdiği vasıtanın (uzay gemisi) yanında hiçbir değer taşımadığını belirtti.”7

Irkçı bir bakış açısıyla Zülkarneyn kıssası içerisinde geçen bazı ifadelerden hareketle onun Türk bir peygamber olduğunu öne sürenler de bulunmaktadır. Bu yorumcular tarihî süreçte hiç rastlanmadık biçimde bir yaklaşımla kıssaya olmadık yorumlar getirmektedirler. Dolayısıyla üzerinde durulmayacak derecede atmasyon yorumlar yapan bu kişiler, kıssanın vermek istediği mesajlara aykırı bir biçimde Zülkarneyn ve kıssasını iğrenç ırkçı emellerine alet etmektedirler.

Marjinal veya istisnai bu yorumları bir kenara bırakırsak; Zülkarneyn kıssasının Kur’an-ı Kerim’deki mücmel vasfından dolayı dün olduğu gibi bugün ve belki gelecekte de Zülkarneyn’in kim olduğu ve onun etrafında anlatılan tarihsel gerçeklerin mahiyetinin inananların zihinlerini meşgul etmeye devam edeceği kanaatindeyiz.

Bu olgudan hareketle biz bu çalışmamızda Zülkarneyn kıssası çerçevesinde, Kur’an’ın mezkûr kıssayla anlattığı çeşitli konuları ve içerdiği mesajları Kur’an perspektifinde mufassallaştırarak tahlil etmeyi amaçlamaktayız. İleriki başlıklarda da üzerinde ayrıntılı duracağımız gibi bu konunun mufassallaştırılmasında birçok verilerden hareket edeceğimiz gibi özellikle Tevrat verilerine başvuracağız. Buna mümasil olarak bilhassa Kur’an ve Tevrat anlatımlarından ortak sonuçlar çıkarmaya gayret edeceğiz.

Çalışmamız üç aşamadan oluşacaktır. Birinci aşamada kıssanın nüzul esası ve ortamı, muhatap toplumun Zülkarneyn hakkında bilgileri vb. hususlarını inceleyeceğiz. İkinci aşamada Zülkarneyn’in, Tevrat ve Kur’an’da serdedilen vasıfları üzerinden; diğer dinî ve tarihî, coğrafi vs. verilerle tarihî kişiliğini tespit ve detaylandırmaya çalışacağız. Üçüncü aşamada ise kıssanın vermek istediği mesajları tahlil ederek yeni idrakler elde etmeye çalışacağız.

Nüzul Ortamı Zülkarneyn Olgusu

1) Zülkarneyn Hakkında Arap Cahiliyye Toplumunun Bilgileri

Bilindiği üzere Kur’an ihtiyaç hâsıl olduğu, gerek duyulduğu haller oluştuğunda veya oluşmaya başladığında, aşama aşama (tedricen) inzal edilmiştir. Dolayısıyla Kur’an, ilk muhatapları olan Resulullah ve sahabe neslinin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde nazil olmuştur.8 Kur’an, topluca indirilmemiş; gelişen olaylara istinaden ya Allah’ın takdiri, ya Resulullah’ın isteği ya da toplumdaki beklentileri karşılamak üzere inmiştir. Bu olguyu Kur’an şöyle beyan eder: “Biz Kur’an’ı parça parça indirdik ve onu insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık.”9

Zülkarneyn kıssasının anlatıldığı Kehf Suresi’nin 83. ayetinde de bu durum açık olarak görülmekte ve Resulullah’ın vahyin iniş sürecindeki konumunu ve Kur’an’ın iniş yapısını bir kez daha görmemiz mümkün olmaktadır. Kıssanın başlangıcındaki ayet şöyledir: “Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. De ki: Size onunla ilgili bazı şeyler anlatacağım.” Ayetten anlaşıldığı gibi Resul’e yöneltilen Zülkarneyn ile ilgili soru üzerine, isteğe binaen, gündemi oluşturmak veya oluşan gündeme tevhidî açıdan hâkim olmak için Zülkarneyn ile ilgili ayetler vahyedilmekte ve böylece Kur’an’ın tedriciliği bir kez daha gerçekleşmektedir.

Yanı sıra Cenab-ı Hakk’ın durup dururken ve de kuru bir tarih anlatmak için kıssa vazetmediğini de göz önünde tutmak gerekmektedir. Muhatap ilk toplumda tevhidî açıdan bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır ki; bu ihtiyaç ister müşrikler, ister Ehl-i Kitab, isterse Müslümanlarca gündem edilmiş olsun fark etmemektedir. Cenab-ı Hak, oluşan ihtiyaca binaen tevhidî ve hidayete yönelik mahiyette Zülkarneyn kısassını muhatap topluma sunmaktadır. Amaç, gündem edilen konunun tevhidî açıdan örneklenmesidir.

Konuyla ilgili ayetlere “Sana soruyorlar...” diye giriş yapılması, bu ayetlerin inişini önceleyen bir arka planının olduğunu göstermektedir. Yani bu ayetler Hz. Peygamber’e birileri tarafından tevdi edilen bir sorunun ardından inmiştir. Bu noktada, Zülkarneyn hakkında soru soranların kim oldukları ve niçin böyle bir soru sordukları son derece önem kazanmaktadır.10

Süleyman Ateş bu hususta şunları kaydetmektedir: “İlk ayetinde bir soru üzerine indiği belirtilen kıssanın, Hz. Peygamber’in yaşadığı ortamda duyulduğu, işitildiği anlaşılmaktadır. Zira duyulmayan bir şey sorulmaz. Demek ki soranlar bu hikâyeyi duymuşlar ama Peygamber’in bunu vahiy yoluyla anlatıp anlatamayacağını denemek veya hikâyeyi peygamber’den duyup işin aslını öğrenmek için sormuşlar.”11

Eğer Zülkarneyn konusu Arap cahiliyye toplumunca hiç bilinmeyen bir konu olmuş olsaydı, bu hususta onlar tarafından bir soru gelmemesi gerekirdi. Bilinmeyen bir konunun sorulması mümkün olmadığı gibi bu hususta Resulullah tarafından cevap verilmesi de akla yatkın değildir. Kur’an’ın üslubu da hiç değildir.

Kur’an açısından bakıldığında; şayet Zülkarneyn mevcut olmayan biri olsaydı, Kur’an bu hususta ya sükut eder ya da “Sana Zülkarneyn’den soruyorlar…” hitabı ile başlamaz, kıssa başka bir şekilde veya başka bir süreçte nazil olabilirdi. Veyahut Allah, Resulü’ne bu soruyu yöneltenlere, böyle bir kişi veya böyle bir olay olmadığını belirterek boş yere soru sormamaları veya bu konu üzerinde durmamalarını beyan ederdi.

Bu aşamada şu tespiti yapmamız gerekmektedir: Kur’an, Arapların dağarcığında olmayan bir bilgi ve lisanla onlara hitap etmemiştir. “Özellikle bu olay ve kıssaların, bildikleri -en azından bir kısmının bildikleri- külli veya ayrıntılı olarak haberdar oldukları şeylerden söz etmesi bu etkilenmeyi artırır. Bu anlatılanların bilmedikleri şeylerden ibaret olması durumunda ise anlatma, etkilenme ve ibret alma hususu gereği gibi gerçekleşmiş olmaz… Muhataplar ibret almaya, hal ve davranışlardan dersler çıkarmaya çağrıldıkları olayları daha önce hiç duymamışlarsa, gereken etkilenme gerçekleşmez.”12

Mesela Kur’an onlara kutuplardan, fok balığından, balinadan, atomdan, protondan, Avustralya ve Amerika kıtalarından vs. bahsetmemiştir. Bundan ötürü Arap arka planı dediğimiz toplum hafızasında yer etmeyen unsurlar, Kur’an-ı Kerim’de yer almamıştır. Dolayısıyla Zülkarneyn ve kıssasını da bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.

İzzet Derveze, Resulullah’a Zülkarneyn hakkında soru sorulması mevzuunda şu tespiti yapmaktadır: “Ayetler, Zülkarneyn ile haberleri ve fetihlerinin, Peygamber (s)’in yaşadığı toplumda ve çağda anlatıldığını, şahsının da tanındığını ima etmekledir. Bu sebepten de konu çevresinde tartışmalar meydana geliyor, şaşkınlık ve sorgulamaya neden olacak derecede aşkın, abartılı şeyler anlatılıyordu. İşte soru olarak sorulmasının sebebi de buydu.”13

Binaenaleyh, bütün bu tespitlerden sonra nüzul sürecinde cahiliyye toplumunun hafızasında bu konuda yazılı ve sözlü kültür yoluyla kazanılmış birtakım bilgiler olduğu sonucuna ulaşmaktayız. Şimdi bu bilgi kaynağı ve buna istinaden Resul’e soru soranların kimler olduğu üzerinde mütalaada bulunabiliriz.

2) Zülkarneyn Hakkında Resul’e Soru Soranlar Kimlerdir?

Cenab-ı Hak, Kehf Suresi’ndeki ayetlerde, Zülkarneyn’e dair soru soran muhataplara; Zülkarneyn’in tarihî kişiliği, yaşadığı yer ve zamanı gibi teferruatlı tarihsel bilgiler vermese de Zülkarneyn’in manevi vasıflarını, gerçekleştirdiği bazı fiilleri mücmel de olsa beyan etmiştir.

Öncelikle önemli addettiğimiz bir hususun altını çizmemiz gerekmektedir. Zülkarneyn ile ilgili ayetlerin iniş süreci sonunda ne Kur’an ve ne de hadislerde bu konunun anlaşılmadığı, Zülkarneyn’in kimliğine itiraz vb. gibi soru soranlar açısından problem yapılan bir vakıa veya polemiğin geçmediği göz önüne alındığında; Kur’an’ın Zülkarneyn hakkında verdiği bilgilerin, soru soranlar açısından bakıldığında kâfi görüldüğü anlaşılmaktadır.

Bu çok dikkat çekici bir durumdur. Halbuki ‘Ashab-ı Kehf’ kıssasında mağaradaki kişilerin sayısının polemik konusu olduğu bir vakıadır. Hatırlanacağı üzere konuyla ilgili muhatapların zanni tahminleri aktarıldıktan sonra şöyle bir değerlendirme yapılmaktadır: “De ki: ‘Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır.’ Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme.”14 Belki de bu yüzden Zülkarneyn kıssası tek seferde inzal olmuştur. Kıssa üzerinde muhataplar tarafından ihtilaf veya itiraz gerçekleşmediği ve dolayısıyla ihtiyaç hâsıl olmadığı için Cenab-ı Hak kıssanın üzerinde bir daha durmamıştır.

Zülkarneyn hakkında Resul’e soru sorulması üzerinden gittiğimiz bu yöntemde, bu sefer Zülkarneyn hakkında soru soranların kimler olması gerektiği gündeme gelmektedir. Çünkü Kur’an’ın nüzul sürecinde Müşrikler, Ehl-i Kitab ve Müslümanlar olarak üç ana dinî grup bulunmaktaydı. Soruyu yöneltenlerin de bunlardan birinin olması gerekmektedir. Şimdi bunlar üzerinde duralım:

Derveze’ye göre Zülkarneyn hakkında soru soranlar Müslümanlardır. “Bizim tatmin olduğumuz görüş, söz konusu sorunun diğer Kehf ve Rakîm ehli ile ilgili soruyla birlikte Mekke’de sorulduğudur. Kehf ve Rakîm ehli hakkındaki sorunun Müslümanlar tarafından sorulduğunu daha önce tercih ettiğimiz gibi bu sorunun da onlar tarafından sorulduğunu tercih etmekteyiz.”15 Zülkarneyn kıssasının nüzulünden sonra bu mevzuda hiçbir polemik olmaması soranların Müslümanlar olabileceğini düşündürebilir.

Ancak soruyu yöneltenler Derveze’nin iddia ettiği gibi Mekke’deki Müslümanlar olsaydı Kur’an’ın açıklamasının ‘Ey inananlar!’, ‘Mü’minlere söyle…’ vb. hitaplarla gerçekleşmesi daha mantıklı olurdu. Kaldı ki soruyu soranlar Müslümanlar olarak kabul edilse bile, bu Müslümanların da Zülkarneyn hakkında onları soru sormaya iten bilgilerin kaynağı ya müşrik Arap toplum hafızası ya da Ehl-i Kitab kaynaklı olması gerekmektedir. Çünkü Kur’an’da, Kehf Suresi’nden başka Zülkarneyn’e dair bir anlatım bulunmamaktadır. Dolayısıyla Zülkarneyn hakkında soru soran Müslümanların da buna dair bilgilerini Kur’an dışı mezkûr kaynaklardan edinmiş olmaları gerekmektedir.

Buna mümasil olarak Zülkarneyn ile ilgili soruyu yöneltenleri müşrikler olarak düşünürsek; bu durumda Zülkarneyn’in, Kur’an’da yapmış olduğu belirtilen sefer veya fetihlerine dair tarih bilgisini cahiliye toplumu açısından izah etmemiz gerekecektir.

Şimdi bu olgunun üzerinde detaylı olarak duralım. Mekke ve Medine’yi de içerisine alan Hicaz bölgesi Araplarının, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i annesi ile beraber Mekke’ye bırakmasından sonra oluştuğu varsayılmaktadır.16 Arab-ı Müsta’rebe17 adı verilen Hicaz bölgesi Arapları tarihini incelediğimizde; bunların kabile boyutunu aşarak Mekke ve Medine toprakları haricinde, Kur’an-ı Kerim’in, Zülkarneyn kıssasında anlatılan kapsamdaki gibi büyük ölçekte fetih organizasyonlarına dair bulgulara rastlamamaktayız. Yani, Hicaz Araplarının tarihen “doğu”, “batı” ve “set”in inşa edildiği kuzey/güney yönleriyle ilgili herhangi bir savaş seferi ve fetih başarılarının kaydedildiğine veya rivayetlerine rastlamamaktayız.

Kaldı ki sosyal yapı olarak kabileciliğin hâkim olduğu Arap cahiliye toplumundan Zülkarneyn gibi mümtaz bir fatih çıkmış olsaydı, müşrik Araplar nezdinde bunun bir övünç kaynağı olarak efsaneleşmesi ve en azından yazılı ve sözlü aktarım kaynağı olan Arap cahiliye şiirine ya da mitolojik/efsanevi diğer kaynaklara mutlaka yansımış olması mümkün olurdu diye düşünmekteyiz.

Muhatap toplum tarafından Zülkarneyn ile ilgili soru tevcih edilene kadar Kur’an-ı Kerim, onun hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir. Özellikle Resulullah sonrası dönem tefsir ve siyer kitaplarında Zülkarneyn’in peygamber olduğu yorumlarının yapıldığını dikkate aldığımızda şunu diyebiliriz: Eğer Zülkarneyn Kur’an’da kıssaları anlatılan Hz. Hud, Hz. Salih gibi Arap kökenli Hicaz bölgesinde bir peygamber olmuş olsa idi, Hud ve Salih gibi ondan da bahsedilmiş olurdu. Âzâd, bu hususta şu yorumu yapmaktadır: “Zülkarneyn eğer Arap asıllı olsaydı Hicaz sakinlerinin ondan habersiz olmaları, dolayısıyla Peygamber’in onu bilme ihtimalinin bulunmaması düşünülemezdi. Bilinmesi muhtemel bir şeyin sorulması da abes olurdu.”18

Bilindiği gibi Kur’an, Hicaz bölgesi peygamberlerinden arta kalan arkeolojik nitelikli kalıntılardan ders alınmasını istemektedir.19 Zülkarneyn’in Hicaz bölgesi resullerinden veya kahramanlarından olması durumunda büyük bir ihtimalle Kur’an’ın onunla ilgili olarak da maddi kalıntılara dikkat çekeceği kanaatindeyiz.

Bu durumda “Arap toplumunun en azından bir kısmının hafızasında yer edinecek ve Hz. Peygamber’e yönelik soru konusu olacak çapta bir değere sahip olan Zülkarneyn kimdir? Muhataplar nezdindeki bu önem ve değerinin kaynağı ne olabilir?” sorusu üzerinde durmamız, düşünce ve araştırmalarda bulunmamız önem arz etmektedir.

Şöyle bir tez de öne sürülebilir: Cahiliyye dönemi müşrik Araplarının, Tevrat menşeli olan Zülkarneyn hakkındaki bilgileri; Ehl-i Kitab sözcüsü haham ve papazların yazılı kaynaklarından -Tevrat ve Talmud- ürettikleri rivayete dayalı bilgi kırıntılarıdır. Yanı sıra ticarî seferler aracılığıyla uğradıkları Şam, Filistin ve Mezopotamya topraklarından edindikleri -Pers ve Roma/Yunan/Makedon- kaynaklı esatir ve hikâyeler de olabilir.

Bilindiği gibi cahiliyye Arap toplumunda kussas, meddah denilen kişiler bulunmaktaydı. Bu kişiler ticaret kervanları marifetiyle kuzeyde Suriye, Irak, İran; güneyde Yemen, Umman, Habeşistan gibi ülkelerin bulunduğu bölgelere seyahat ederek o toplumların kültürlerindeki hikâye, efsane ve mitolojileri öğrenip bunları Arap figürleri ve temaları ile de mezcederek belâgatle cahiliyye dönemi Arap toplumuna naklederlerdi.

Müşrik Arapların da yoğun ilgisini çeken bu meddahlar; Hz. Peygamber, Kur’an’daki kıssalarla ilgili ayetleri okurken, toplanmış kalabalığa kendilerinin efsanelerini, hikâyelerini dinlemeleri için çağrıda bulunurlardı. Bir kısım insanların bu çağrılara uyarak Kur’an dinlemeden yüz çevirdikleri siyer kitaplarında anlatılmaktadır. İslam tarihçilerinin anlattığı bu tip insanlardan biri de Kureyşli Nadir Bin el-Haris’tir. Denildiğine göre o, Rüstem ve İsfendiyar gibi kimselere ait Acem kitaplarını satın almıştı. Haris Mekke’de oturur, Kureyşliler “Muhammed böyle dedi!” dediler mi, o da buna güler ve kendilerine Pers hükümdarlarının başından geçen olayları anlatır ve şöyle dermiş: “Benim bu anlattıklarım Muhammed’in sözlerinden daha güzeldir.”20

Muhtemeldir ki, meddah veya kussasların anlattıkları bu efsaneler ve mitolojik hikâyeler içerisinde, Zülkarneyn’e ait bilgi parçaları veya mitolojik hale getirilmiş Zülkarneyn hikâyesi de yer almaktaydı. Kitap Ehli’nden de Zülkarneyn hakkında duyumlar edinen cahiliyye Arapları, hem tevatür ve hem de Ehl-i Kitab etkileşimi vesilesi ile birtakım zannî, mitolojik vasıflı malumat sahibi olmuş olabilirler. Uzak bir ihtimal olarak gözüken bu tezde bile Zülkarneyn hakkındaki bilgi kaynağının yine Tevrat veya Ehl-i Kitab referansını gündeme getirdiğine dikkat çekmek isteriz.

Kadim İslam kaynaklarında, Zülkarneyn hakkında soru soranların, müşrik Araplar olduğu yönünde rivayetler yer almaktadır. Ve sorularının bilgi kaynağının da Yahudiler olduğunun altı ayrıca çizilmektedir. “Bütün rivayetler, bu soruyu soranların Yahudiler ya da Mekke müşrikleri olduğunu ifade etmektedir. Kehf Suresi’nin Mekke’de indiği hatırlanacak olursa, soruyu soranların müşrikler olduğu ihtimali daha da kuvvetlenmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu sorular her ne kadar müşrikler tarafından sorulmuş olsa bile, soruların kaynağında Medine Yahudileri bulunmaktadır.”21

Tefsirlerde Zülkarneyn kıssasının sebeb-i nüzulü hakkında bu minval üzere rivayetler aktarılmaktadır. Razî; “Yahûdilerin müşriklere, Hz. Peygamber (s)’den Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh hakkında sormalarını tavsiye ettiklerini söylemiştik. İşte ‘Sana Zülkarneyn’i sorarlar.’ ifadesi ile de bu sorma kastedilmiştir.”22 demektedir.

Seyyid Kutub, Zülkarneyn kıssanın nüzul sebebi hakkında şunları nakletmektedir: “Muhammed b. İshak bu surenin indiriliş sebebine ilişkin olarak şunları anlatıyor: ‘Bize, kırk küsur seneden beri yanımıza gelip giden Mısırlı bir ihtiyar anlattı. O da İkrime’den, o da İbn-i Abbas’tan dinlemiş: Kureyşliler, Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt’ı Medine’ye Yahudi hahamlarının yanına göndererek şöyle dediler: ‘Onlara Muhammed hakkında bazı şeyler sorun, onun niteliklerini ve söylediklerini anlatın. Çünkü Yahudiler kendilerine kitap gönderilen ilk toplumdurlar. Onlar peygamberler hakkında bizim bilmediğimiz bilgilere sahiptirler.’ Bunun üzerine bu şahıslar çıkıp Medine’ye gittiler. Onlara Peygamber Efendimiz’e (s) ilişkin birtakım sorular sordular. Onun durumunu anlatıp bazı sözlerini aktardılar.”23

Kadim kaynaklardaki Zülkarneyn kıssası hakkında soru soranların kimler olduğunu irdelediğimizde genel kabulün Ehl-i Kitab ve müşrikler birlikteliği olduğu anlaşılmaktadır. Mehmet Vehbi, Kehf Suresi’nin 83. ayetini soruyu yöneltenlerin kimliklerini de içerisine alacak biçimde şu şekilde meallendirmektedir: “Yani, Resul-ü Ekrem! Yehûd, Nasârâ ve müşrikler tarafından imtihan suretiyle Zülkarneyn’in ahvalinden sana sual ederler.”24

Bütün bunlardan şu sonuçlara varmaktayız: Mekke cahiliye toplumunda Ehl-i Kitab’la sosyal ve ticarî ilişkileri esnasındaki bilgi iletişimleri ile ve cahiliyye dönemi hikâye-efsane-esatir anlatıcıları olan kussasların anlatımları yoluyla zannî manada ve mitolojik de olsa kültürel olarak bilgi sahibi olan müşrik Araplar vardır. Eğer böyle bir olgu olmamış olsa idi, bilinmeyen bir Zülkarneyn hakkında soru yöneltilerek Hz. Muhammed’den (s) görüş istenilmezdi.

Sonuçta mükerreren dikkat çekmemiz gereken realite şudur: Zülkarneyn kıssası nazil olurken, Mekke veya Medine ya da her iki toplumun kültürel yahut dinî arka planında Zülkarneyn hakkında bilgilerin mevcut olması gerekmektedir. Aksi halde Resul’e bu hususta soru yöneltilmezdi. Buna istinaden Resul’e yöneltilen sorunun bilgi kaynağının da illaki Tevrat kaynaklı bir bilgi olması kabulü kaçınılmaz bir gerçeklik olarak ortadadır. Dolayısıyla Zülkarneyn’in tarihsel kimliğinin ipuçlarının da Tevrat metinlerinde ve İsrailoğulları kültüründe aranmaya başlanması en doğru metot olacaktır.

Bu aşamada vurgulamamız gereken bir başka husus daha vardır. Kur’an, Zülkarneyn kıssasını beyan ederken onun hakkında soru soranlar kim ve hangi dinî grup olursa olsun ayrım yapmamıştır. Kur’an, bu kıssadan haberdar olan veya olmayan tüm Mekke toplumuna, kıssanın gerçekleştiği ortamdaki muhtevasından, hidayet edici tevhidî mesajlar içeren nitelikte ve gerektiği kadarını beyan etmiştir. Bu vesileyle öncelikle nüzul süreci muhatap cahiliye toplumundan, sonrasında kıyamete dek tüm muhatap toplumlardan, Zülkarneyn kıssasından gerekli ibret ve öğüdü almalarını istemiştir. Kur’an nokta-i nazarından önemli olan da budur.

Burada esas olan, Zülkarneyn hakkında tarihsel bilgi sahibi olunması değil, mevcut bilginin Allah’a itaat, kulluk şuuru yani hidayete yönelik, yalnızca Allah’a kulluk etmeye yönlendirici olmasıdır. İşte bu yüzden Allah, Zülkarneyn hakkındaki soruyu vesile kılarak; Müslümanlar veya Ehl-i kitab veya müşriklerin Zülkarneyn hakkındaki bilgi edinme isteğine muharref kitaptaki ve muhtemelen sözlü rivayetlerdeki tevhidî mesajdan uzak, mitolojik muhtevayı, hidayet ve tevhidî mesajlar içeren aslî konumuna irca etmekte. Ve bunun için de Zülkarneyn kıssasını inzal ederek cevap vermektedir. Süleyman Ateş’in de belirttiği gibi Kur’an-ı Kerim, bilinen ve tedavülde olan bu kıssayı ibret için dinî bir atmosfer içinde ve öğüt üslubuyla anlatmıştır ki, dinleyenler Allah’a yönelsinler. Kur’an’ın kıssa anlatımındaki amacı budur. Yoksa herhangi bir tarihî olayı anlatmak değil.25

Zülkarneyn’le İlgili Soruların Amacı Neydi?

Kehf Suresi inmeden önce, Kur’an’da yer alan Zülkarneyn kıssası veya bu kıssa içersinde yer alan bazı konularla ilgili benzeri ifadelerin, Tevrat ve İncil metinlerinde bulunduğunu dikkate almalıyız. Zülkarneyn hususunda Tevrat metinleri yoluyla malûmat sahibi olan Yahudi ve Hıristiyanlar ve yeni gelen vahye karşı, Ehl-i Kitab ile beraber karşı tutum alan Mekkeli müşrikler; Resulullah’ın, Zülkarneyn hakkındaki bilgisini sınamaya, onu sordukları sorular yoluyla sıkıştırarak mevcut bilgisini polemik konusu yapmaya ve daha ileri giderek bu bilgileri, Tevrat ve İncil’den devşirdiğini iddia ederek sıkıntıya sokmaya kalkışmışlardır.

Ehl-i Kitab ve müşrikler, Resûl’e attıkları/atmak istedikleri iftiralarla onu ve getirdiği vahyi Mekke toplumu nezdinde küçük düşürmek, vahyin ve Resûl’ün toplum üstündeki etkisini önlemek, en azından azaltmak niyetindeydiler. “Mekkelilerin bu girişimi, Hz. Peygamber’in risalet konusundaki doğrululuğunu test etmek; daha doğrusu cevaplayamayacağını düşündükleri birtakım sorular sormak suretiyle onu sıkıştırmak ve bu suretle nübüvvet olgusunu tahrip etmeyi hedeflemektedir.”26

Malum sebeb-i nüzul rivayetinde Mekkelilere, Zülkarneyn ve diğer konularla ilgili sorular yöneltilmesini isteyen ve onlara ipucu veren Ehl-i Kitan müntesiplerinin de en az müşrikler kadar Hz. Muhammed’i risalet konusunda sıkıştırmak ve acze düşürmek peşinde oldukları aşikârdır. Dolayısıyla ellerine geçen fırsatı kaçırmayarak Mekke müşrikleri ile birliktelik yapmış ve aynı zamanda bu mevzuda onları kullanmışlardır.

Zülkarneyn ile ilgili soruları soranların kimliği ne olursa olsun en nihayetinde gayelerinin Zülkarneyn hakkında bilgi almaktan ziyade Hz. Peygamber’in müşkül hale sokulması, toplum ile arasının açılması ve inkârcı grup müntesiplerine bu konuların kendi kitaplarından devşirildiği propagandası yapılarak onların gelen vahye karşı tutum belirlemelerinin sağlanmasına mebni olduğu açıktır.

Zülkarneyn ve Kıssasını Anlamaya Çalışırken Mufassallaştırma Metodumuz Ne Olmalı?

Buraya kadar Zülkarneyn hakkında Kur’an’ın nüzul süreci, muhatap toplumun arka planı ve bu husustaki bilgi kaynaklarını irdeleyerek soru soranların kimlik tespitini yapmaya gayret ettik. Zülkarneyn ve kıssası hususunda yaklaşık 1450 yıllık İslami tefsir/siyer birikimini de dikkate alarak bütün bu edinilmiş bilgilerin harmanlanmasıyla oluşacak Kur’ani perspektifte bir Zülkarneyn tipolojisi ortaya koymak gerekmektedir.

Dolayısıyla Zülkarneyn’in Kur’an’da zikredilen vasıfları üzerinde yoğunlaşarak ve buradan hareketle eldeki tüm verileri değerlendirip onun tarihî kişiliğini ortaya çıkarmamızın ancak Zülkarneyn kıssasının nüzul amacını dikkate aldığımızda isabetli sonuçlara ulaştıracağı düşüncesindeyiz.

Bu bağlamda konuya dair çalışmaların yönelmesi gereken amaç; tarihî bir şahsiyet olan Zülkarneyn tipolojisi değil, Kur’an’daki tevhid ve hidayet önderi bir şahsiyet olan Zülkarneyn portresi olmalıdır. Keza kıssanın Kur’an’da serdediliş amacı da bu değil midir?

Nitekim müfessirler Zülkarneyn’in tarihsel kimliği üzerinde dururlarken ulaştıkları Zülkarneyn nitelikli krallardan biri olarak İskender’in, Kur’an’da zikredilen Zülkarneyn’in vasıflarına uymadığını gördüklerinde; daha önce vardıkları bu tespiti terk etmiş, Zülkarneyn’in Kur’an-ı Kerim’deki hidayete yönelik vasıflarını baz alarak Makedonyalı İskender’in Zülkarneyn olamayacağını belirtmişlerdir. “Böylesine hali (herkesçe) bilinen büyük kral da İskender’dir. Binaenaleyh ‘Zülkarneyn’den murad onun olması gerekir. Fakat bu görüşte şöyle güçlü bir müşkül bulunmaktadır: O, feylesof Aristo’nun talebesi idi ve onun inancı üzere idi. Binaenaleyh (Kur’an’da) Allah’ın onu yüceltmesi Aristo’nun mezhebinin (inanç ve düşüncesinin) hak ve doğru olduğuna hükmetmeyi gerektirir. Hâlbuki buna imkân yoktur.”27

Son dönem müfessirlerinden Seyyid Kutub da aynı metodu takip ederek şu yorumda bulunmaktadır: “Yazılı tarih İskender-i Zülkarneyn adlı bir kraldan söz eder. Ancak bu kralın Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen Zülkarneyn olmadığı kesin. Çünkü Yunan kralı İskender putperestti. Oysa Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn, Allah’ın birliğine inanan bir mü’min, ölümden sonra dirilişe ve ahirete inanan birisidir.”28 Özetle müfessirler Kur’an’ın hidayete yönelik mesajlarına uygunluk derecesinde Zülkarneyn kimliğinin doğruluğuna ulaşmaya çaba sarf etmişlerdir.

Mevdudi, Zülkarneyn’in kimliğini araştırırken izlenmesi gereken metoda dair şunları söylemektedir: “Zü’l-Karneyn (iki boynuzlu) adı Yahudiler tarafından çok iyi biliniyor olmalı, çünkü onların teklifi üzerine Mekkeli müşrikler bu soruyu Peygamber’e (s) yönelttiler. Bu nedenle ‘iki boynuzlu‘ diye bilinen şahsın kim olduğunu veya ‘iki boynuzlu‘ diye bilinen krallığın hangi krallık olduğunu öğrenmek için Yahudi edebiyatından yararlanmalıyız.”29 Buna göre Tevrat ve onun Talmudik yorumlarındaki malumatın Kur’an perspektifinden araştırılması gerekmektedir.

Esasen Kur’an-ı Kerim’de de hidayete yönelik mesajlar öncelikli olduğu için verilecek mesaja uygunluk derecesinde tarihî ve coğrafi anlatımlara yer verilmiştir. Bunun haricinde Kur’an kendisinden önce nazil olan Tevrat ve İncil’deki kıssaları da baz almaktadır. Dolayısıyla, bu kitaplardaki tarihsel nitelikli bilgiler de Kur’an’ın mücmel anlatımını belirlemiştir, diyebiliriz. “Ancak Kur’an salt bir hikâye anlatmamış; dahası, Allah’a yakinen iman eden bir Zülkarneyn profili ekseninde her zaman olduğu gibi satır aralarına kendi mesajını yerleştirmiş… İslâm’ın özünü oluşturan iman-amel ilişkisine ait mesajlar uygun bir kontekst içerisinde muhatabın dikkatine sunulmuştur. Nitekim Hz. Yusuf’un, zindan arkadaşlarının rüyalarını tabir etmeden önce araya tevhidî öğretiye ilişkin birtakım mesajlar sıkıştırmasında da aynı durum söz konusudur. Burada önemli olan Kur’an’da sunulan Zülkarneyn imajının Allah’ın birliğine yakinen inanan biri olarak karşımıza çıkmasıdır.”30

Bundan dolayı Kur’an’da anlatılan kıssalarda tarih, coğrafya, zaman, biyografi vb. gibi mefhumlar ikincil planda kalmıştır. Ancak bu demek değildir ki Kur’an tarihe, coğrafyaya, zamana, kronolojiye yer ve önem vermemiştir. Bu öğeler Tevrat, İncil, Arap arka planının tarihsel bilgileri ve insan bilgi ve muhayyilesinin akışına bırakılarak süreç içerisinde ulaştıkları bilgilerle birlikte Allah’ın mesajlarına uygun olarak tabii zemine oturmuş/oturmaya devam edecektir.

Buna bir örnek verelim: Kur’an’da sunulan Yusuf (a) ve Musa (a) kıssalarındaki Mısır şehir medeniyetinin din, kültür, ekonomik ve sosyal hayatı, kronolojisi günümüz arkeoloji, Mısıroloji gibi modern bilim dalları ile daha da ayrıntılı bir biçimde incelenebilmektedir. Bu bilimsel çalışmalar neticesinde ulaşılan veriler Kur’an’da geçen kıssalarda ayrıntılarına yer verilmemiş olayların tarihî ve coğrafi vd. hususlarının daha ayrıntılı biçimde anlaşılması ve yorumlanması hususunda yararlı olmuşlardır.

Çağdaş dünyadaki modern bilimlerin arkeoloji, tarih, coğrafya ve diğer dallarındaki çalışmalarını engellememiz mümkün değildir. Buna mümasil Müslümanlar olarak bunlardan bigâne kalmamız da mümkün değildir. Dolayısıyla kıssaların anlaşılması; kıyamete kadar her zaman diliminde Kur’an’ın ayetleri çerçevesi ve ışığında, o devrin ulaştığı bilimsel disiplinlerin verileri de kullanılarak yeni yeni perspektif ve vizyonlarda idrak edilmeye devam edecektir.

Kur’an’da Zülkarneyn’in tarihsel kişiliği öncelikli bir konu olsaydı Allah; Davud (a), Süleyman (a), Yusuf (a) ve Sebe melikesi ile ilgili kıssalarda yaptığı gibi Zülkarneyn hakkında da kişiliği, yaşadığı yer ve zamanı vb. tarihsel hususlarda muhataplara daha kesin ve detaylı bilgiler verebilirdi. Anlaşılıyor ki Cenab-ı Hak açısından Kur’an muhataplarının Zülkarneyn kıssasından istenilen mesajı almaları için bu hususlardaki tarihsel ayrıntılar öncelikli değildir. Esasen bu tip bilgiler Tevrat ve İncil gibi Kur’an öncesi nazil olan kitaplarda kısmi de olsa bulunmaktadır. Mesela Kur’an bahsetmemiş olsa da Yakub’un (a) çocuklarının biyografisi, kıssanın kronolojisi, olayın geçtiği coğrafyalar gibi tarihsel unsurlar zaten Tevrat metinlerinde mevcuttur. Ve Kur’an bu yüzden Yakub/Yusuf kıssasını mücmel olarak özellikle tevhid ve hidayet edici vasıflarına yoğunlaşan şekliyle vazetmiştir. Bunun yanı sıra günümüze kadarki süreçte beşeriyetin edindiği çeşitli ilim dalları -arkeoloji, tarih, coğrafya vb.- vasıtasıyla da yukarıda değindiğimiz gibi kıssaya ait tarihsel nitelikli bu bilgiler geliştirilebilmektedir.

Kur’an’ın iniş dönemi uzaklık anlatımı ile bugünkü uzaklık tanımlarının ve anlatımlarının -edebî, tarihî, coğrafi vs. olarak- dil açısından farklılaşması, Zülkarneyn veya diğer kıssalardaki anlatımların daha iyi idrak edilmesi açısından yaşanılan zamana göre yorumlara gidilmesini zaruri kılmaktadır.

Yeri gelmişken önemli gördüğümüz bir hususun üzerinde durmakta yarar görüyoruz. Zülkarneyn kıssasını anlama hususunda modern tarih, coğrafya ve arkeoloji biliminden yararlanırken şu hususun farkında olmalıyız: Kıssaları tarih, coğrafya ve arkeoloji bilimine doğrulatma gayesiyle hareket etmemeliyiz. Ancak bu ilimleri kıssaların anlaşılması yolunda yararlanılacak metodik araçlar olarak görmemiz gerekmektedir.

O halde kıssaları anlamada yeni bakış açıları sağlayarak bizlere yardımcı olacak tarih, coğrafya, arkeoloji ve diğer modern ilim dallarından yararlanmak bizler için bir amaç değil, metodik bir araç olacaktır. Bu husustaki Kur’an hatırlatması şöyledir: “Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmıyorlar mı?”31; “Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!”32

Allah’ın buyurduğu bu ve diğer ayetlerde; tarih, coğrafya ve arkeolojiden de yararlanılarak Kur’an’da anlatılan kıssalardan dersler çıkarmamız, ibret almamız istenmektedir. O halde yorumlamakta akim kaldığımız durumlarda; ilerdeki süreçte bu konuyla ilgili tarihî, coğrafi, arkeolojik verilere dayanan gelişmeler olabileceğini öngörerek o noktada durmak, ilmî olmaktan ziyade zannî olacak bilgiler üretmeye tevessül etmemek gerekmektedir.

Burada şöyle bir kaygı doğabilir: Acaba kıssaları yorumlarken yapacağımız bu çalışmalar evvelki kitaplarda olduğu gibi Kur’an’daki kıssaların mesajlarını saptırabilir mi? Ya da onları tahrife sebep olabilir mi?

Bizce yaptığımız bu tip metodik çalışmalar asla böyle bir soruna yol açmaz. Çünkü Kur’an’ın değişmesi gibi bir durum asla olmayacaktır. Kıyamete kadar baki Kur’an-ı Kerim’in her çağda en iyi, en ideal şekilde anlaşılması için gerekli olan çabaların önü her zaman açık olacak ve Kur’an’ın uygulanabilirliği, hayata tatbik edilmesi önünde hiçbir engel olmayacaktır.

 

 

Dipnotlar:

1-Kıssalar, Hicrî III. asır müfessiri Taberi’ye göre Kur’an’ın üçte birini; çağdaş müfessirlerden M. Reşid Rıza’ya göre ise dörtte üçünü oluşturur.

2-Ebu’l-Kelâm Âzâd, Zülkarneyn Kimdir?, s. 23, İz Yay.

3-Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’an, c. VII, s. 437.

4-Ebu’l-Kelâm Âzâd, A.g.e., s. 23.

5-Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c. III, s. 191.

6-Mustafa Öztürk, “Zülkarneyn: Kur’an’da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan” Adlı Kitabın Düşündürdükleri, www.dinbilimleri.com/dergi/cilt1/sayi1/M_Ozturk_Zulkarneyn.htm

7-İskender Türe, Zülkarneyn: Kur’an’da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan, s. 15, Karizma Yay., İst., 2000; Mustafa Öztürk, A.g.m., a.g.s.

8-Doç. Dr. Suat Yıldırım, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, s. 98, Ensar Neşr.

9-Kur’an; İsra, 17/106.

10-Mustafa Öztürk, A.g.m., a.g.s.

11-Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. V, s. 321.

12-İzzet Derveze, Kur’an’ı Anlamada Usul, s. 136, Ekin Yay.

13-İzzet Derveze, Et-Tefsirü’l-Hadis, c. III, s. 519, Ekin Yay.

14-Kur’an; Kehf, 18/22.

15-İzzet Derveze, A.g.e., c. III, s. 520; Süleyman Ateş, A.g.e., c. V, s. 321.

16-M. Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, s. 165, Ankara Okulu Yay.

17-M. Şemsettin Günaltay, A.g.e., s. 104.

18-Ebu’l-Kelâm Âzâd, A.g.e., s. 31.

19-Kur’an; Saffat, 37/137-138.

20-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c. XIII, s. 517; M. Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s. 52, Ankara Okulu Yay.

21-Mustafa Öztürk, A.g.m., a.g.s.

22-Fahruddin er-Razî, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. XV, s. 245.

23-Seyyid Kutub, A.g.e., c. VII, s. 436; Abdülfettah el-Kâdi, Esbâb-ı Nüzûl, s. 246.

24-Mehmed Vehbi, Hülâsatü’l-Beyan, c. VII-VIII, s. 3165.

25-Süleyman Ateş, A.g.e., c. V, s. 326.

26-Mustafa Öztürk, A.g.m., a.g.s.

27-Fahruddin er-Razî, A.g.e., c. XV, s. 248; Süleyman Ateş, A.g.e., c. V, s. 326.

28-Seyyid Kutub, A.g.e., c. VII, s. 437; Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, C. III, s. 500; J. M. S. Baljon, Kur’an Yorumunda Çağdaş Yönelimler, s.49, Fecr Yay.

29-Mevdudi, A.g.e., c. III, s. 191.

30-Mustafa Öztürk, A.g.m., a.g.s.

31-Kur’an; Yusuf, 12/109.

32-Kur’an; Âl-i İmran, 3/137.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR