1. YAZARLAR

  2. Nehir Aydın Gökduman

  3. Yıldızlara Yürümek

Nehir Aydın Gökduman

Yazarın Tüm Yazıları >

Yıldızlara Yürümek

Mart 2008A+A-

Yeğenim Gökhan'ın Ardından...

Aylardır gündemi meşgul eden sınırötesi harekât başlar başlamaz, acısı da yürekleri dağlamaya başladı. Harekâtın ilk gününde ölen beş askerden birisi de, ne yazık ki benim akrabamdı. Irak operasyonunda hayatını kaybeden Gökhan Özkan teyzemin torunuydu. Gökhan'ın annesi ile teyze kızlarıyız. Doğrusu akraba ilişkilerinin gittikçe zayıfladığı, kimsenin kimseden haberdar olmak istemediği bir çağda yaşıyoruz. Getirdiği girdaplardan uzak durmaya çalışsak da kentleşme çoğu zaman bizi de etkisine alıyor.

Teyzemin kızını daha çok çocukluğumdan bilirim. Şehirden köye yaz tatillerinde gezmeye gittiğimde teyzemin evinde kalırdım. Emine Abla, o yıllarda genç bir kızdı. İki kız kardeşiyle birlikte tarlada bahçede çalışır, dur durak bilmezdi. Geceleri ise iki gözden ibaret evlerinde kanaviçe işler, bir taraftan da yanık sesiyle türküler söylerdi. Köyde kanaviçe işinde onun üstüne gelen yoktu. Kanaviçe işi, yüreğini döktüğü bir nevi sanattı belki de. İşlediği kanaviçeden yastık başlarında, karyola eteklerinde yarına dair umutları, düşleri, istekleri saklıydı. Mor menekşeleri, eyvanlı cami motiflerini işlediği patiskadan seccadelere ise adeta inancını, tevekkülünü yansıtırdı… Elinde su kovasıyla köşeyi dönüp, seri adımlarla yürüyüşü hâlâ hatırımda…

Hayat işte… Çocukken can ciğer olduğunuz insanlarla araya yollar, yıllar, fikri ayrılıklar girince, bazen bayramlar bile birleştirici olamıyor. Aradaki boşluğu dolduracak söz bulunamıyor… İlkokul yıllarından sonra köye pek yolum düşmedi. Emine Abla'yla da uzun zaman görüşemedik.

Bir gün annemden evlendiğini duydum. Çok fakir bir yere gelin gitmişti. Kocası iş bulabildiği kadarıyla inşaatlarda çalışıyormuş. Evleri derme çatma bir kulübeden ibaretmiş. Bir okul dönüşü, yaz tatilinde denk getirip evine gittim. Doğudaki mezraları aratmayacak yoksullukta bir köyde yaşıyordu. Tavanı tabanı toprak sıvalı, üzerine bassan yıkılacakmış gibi bir merdivenle çıkılan bir evin hanımı olmuştu Emine Ablam. Ortada bir hasır, bir su ibriği, birkaç kap kacaktan ibaretti eşyaları… Tıpkı baba ocağında olduğu gibi yine gün boyu tarlada çalışıyor, akşam olunca da evinin işine gücüne kapılıyordu. Durumu acınmayacak gibi değildi. Ama o yine de halinden memnun görünüyordu. Hoş baba ocağında da fakirlikten başka ne görmüştü ki?

Sonraki yıllarda Emine Ablamın art ardına bir kızı bir de oğlu olduğunu söyledi annem. Oğlunun adını Gökhan, kızının adı Fatma koymuştu. Ne yazık ki çocukları hiç tanıma fırsatım olmadı. Birkaç yıl sonra ise, Emine Ablamın beyninde tümör olduğunu, doktor doktor gezdiklerini, ama fakirlikten dolayı tedavi olamadığını yine annemden öğrendim. Velhasılı Emine Ablamın hayatı bir Yeşilçam filmi dramında geçiyordu. Ve sülaledeki herkes bu durumu kanıksamış görünüyordu.  

Emine Abla'yı unuttum mu? Ya da belleğim vefa duygusuyla onu bir köşesinde muhafaza mı  ediyordu bilmiyorum; o beni şaşırtmayı sürdürdü. Beş gün önce yine usulca, yine hazin bir şekilde giriverdi gündemime…

Usulca ama bomba gibi… Emine Ablamın hayattaki tek erkek evladı Gökhan ölmüştü… Yani yüzünü ya görmediğim ya da bir kez görüp unuttuğum yeğenim, Irak operasyonunda yaşamını yitirmişti. Emine Abla geldi gözlerimin önüne. Bir annenin hayatta yaşayabileceği en büyük acılardan birine tutulmuş bu kadına karşı büyük bir suçluluk, bir utanç, bir çaresizlik, bir derbederlik kapladı içimi… Sonra Gökhan'ı tahayyül ettim. Kaşı gözü nasıldır? Anasına mı benzer babasına mı, medyadan anlamaya çalıştım kederli gözlerle… Asker ocağında çektirdiği resimdeki bakışlarındaki garibanlığı anlamak için akraba olmaya gerek yoktu. Sanki o masum bakışlarda hiç alışık olmadığı bir dünyanın ürkekliğini yaşıyordu. Köyünün ovasına dağına alışık, belki de köyünden yalnızca askere gitmek için çıkmış bu karayağız delikanlı, kirli bir savaşın ortasında kaybolup gitmişti demek. İnternette gün boyu haberleri taradım durdum. Ne acı! Yeğenimi tanımak için son fırsattı hepsi de. Sonra Emine Ablam akşam haberlerinde bir balyoz gibi iniverdi televizyon ekranlarından evimizin orta yerine. Mıhlanıp kaldım. Başında örtüsü, dilinde duası, o derme çatma evinde, o güne kadar hiç alışık olmadığı kameraların önünde, yana yakıla, sağa sola salınırken "Allah'tan geldi, çekeceğiz!" diyordu Emine Ablam…

İçimden kabaran koca bir isyan!... Keşke her şey Emine Ablamın genç kızken seccadelere işlediği eyvanlar, menekşeler, küstüm çiçekleri kadar masum olabilseydi. Umutlarımız, canlarımız birilerinin hegemonyaları uğruna budanmasaydı da Allah'a feda edebilseydik encamımızı…

Emine Ablamla hiç bu kadar konuşmayı isteyeceğimi bilemezdim doğrusu… Gidip sarılsaydım, kucaklasaydım ablamı… Kürt, Türk binlerce genç bize ait olmayan bir kavganın içinde kayboluyor… Birileri evlatlarımız üzerinden prim yapmaya çalışıyor desem anlar mıydı beni? Kutsal söylemlerle avutuluyoruz, çocuklarımızın canları skorlara yansıyan rakamlar olarak düşüyor haber portallarına. Bugünkü bilanço kaça kaç diye uğulduyor medya!... Kan ve kin kusan manşetler bizi anlatmıyor Emine Abla diye uyarsam, dinler miydi? Gökhan'ı karlı dağa gönderenlere bir sözün olmalı, sorulacak hesabın diye diretsem, daha fazla Gökhanlar gitmesin desem tutar mıydı elimden? Yoksa bugüne kadar uyutulmuş binlercesi gibi, bundan sonra da satılmış cennet avuntusuyla mı ayakta durmayı tercih ederdi? Kendi topraklarımızda insanca ve özgürce yaşamak istediğimizde bizi kaile almayanlar, evlatlarımızı elimizden alınca mı insan olduğumuzu hatırlar ya da hatırlamış görünürlerdi!...

Yazık! Sıradaki canları ve daha nice yıkılacak ocakları düşünmek bile istemiyorum.  Yalnızca Emine Ablamı kucaklamak istiyorum. Belki biraz geç... Ama umutsuz değil hiçbir şey! Karanlığı aşıp yıldızlara yürümek çok da güç olmasa gerek!

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR