1. YAZARLAR

  2. Mehmet Ali Aslan

  3. Üniversitelerde F Tipi Modeli mi?

Üniversitelerde F Tipi Modeli mi?

Ocak 2004A+A-

"İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nu bilim hırsızlığı yaptığı gerekçesiyle eleştirmek ve hakkında suç duyurusunda bulunmak, afiş asmak, gitar çalmak, harçların ve yemek fiyatlarının yüksekliğinden şikayet etmek, Irak'ı işgal eden Amerika'yı protesto etmek, çeşitli yerlerde hatta okulun bulunduğu il sınırlarının dışında da olsa gerçekleştirilen işgal karşıtı eylemlere, basın açıklamalarına katılmak, gasp edilen formasyon haklarının geri verilmesini talep etmek, Filistin'de gerçekleştirilen katliamları kınamak, 19 Aralık 2000'de eş zamanlı olarak birçok cezaevinde gerçekleştirilen operasyonlarda mahkumların öldürülmesini protesto etmek, ana dilde (Kürtçe) eğitim hakkı talep etmek, Newroz günü ateşin üstünden atlamak, okula başörtülü girmeye çalışmak, ideolojik halay çekmek, solcu öğrencilerle dolaşmak, alternatif okul açılış şenliklerine katılmak, 'terör' örgütüne yardım etme potansiyeli taşımak… vs." Bu şekilde uzayıp giden "suç"lar, son yıllarda üniversitelerde öğrenciler aleyhinde eş zamanlı olarak başlatılan soruşturmaların gerekçeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öğrencilere soruşturma furyası başlatan üniversiteler arasında özellikle İstanbul Üniversitesi (İÜ), diğer üniversitelere model olma görevini hakkıyla ifa etmektedir. İÜ, daha önceki öğretim dönemlerinde olduğu gibi bu sene de liderliği kimseye bırakmayarak tam bir rekora imza attı. 100'ün üzerinde öğrenciye yaklaşık 550 soruşturma açan İÜ Rektörlüğü, fındık kabuğunu dahi doldurmayacak basit gerekçelerle insanın en temel hakkı olan eğitim ve öğrenimi engellemiş bulunmaktadır. İlginç olan kendilerine soruşturma açılanlar arasında mezun olanların, o sırada olayın gerçekleştiği şehirde bulunmayanların ya da ideolojik olarak olayla bir ilgileri olmayanların da bulunması. Öğrencilerin her adımında potansiyel bir tehlike sendromu yaşayan İÜ Rektörlüğü, bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde de kendi ekibi/beslemesi Atatürkçü Düşünce Kulübü'nü Türk Solu Dergisi'nde çıkan küçük bir eleştiri sonucunda tasfiye etmişti.

Soruşturmalar Nasıl Açılıyor?

Üniversitelerde sorgulamayan, apolitik, örgütsüz öğrenciler hedefleyen ve adeta sürek avına dönüştürülen soruşturmalar, okul içerisinde görevli sivil polislerin kayda aldıkları görüntüler ve isimleri idareye vermeleri üzerine açılmakta. Kime soruşturma açılacağını söz konusu polislerin keyfi tutumları belirliyor. İÜ'de, öğrencilerin yıllardır kazanılmış bir hak olarak gördükleri afiş asmak, forum düzenlemek, basın açıklaması tertip etmek gibi eylemlilikler, özellikle kazanılmış haklar konusunda öğrencilerin örgütlülüğü ve birlikteliği söz konusu olduğundan polis tarafından engellenememektedir. Buna karşın öğrencileri bu eylemliliklerinden vazgeçirmek için soruşturma mekanizması devreye sokulmaktadır. Rektörlük tarafından soruşturma mevzusu ile ilgili olarak bir soruşturma kurulu oluşturulmakta. YÖK Yönetmeliği esas alınarak gerçekleştirilen soruşturmalarda YÖK yargıç konumundayken, kuruldaki profesörler sorgucu kimliğine bürünmektedirler. Sorgulanan konunun içeriğine göre sorgu esnasında öğrenci bazen tehditlerle, şantajlarla karşılaşabilmekte ve itirafçılığa, "ikna"ya, pişmanlığa zorlanabilmektedir. Soruşturmalar sonucu öğrenciye kınama cezasından belirli bir süre okuldan uzaklaştırmaya veya tamamen okuldan atmaya kadar çeşitli cezalar verilebilmektedir. Uzaklaştırma sonucunda öğrencinin okulla ilişiği ve öğrencilik hakları, aldığı ceza süresi müddetince kesilirken, okuldan atılma durumunda ise öğrenci tamamen YÖK'ten ihraç edilmekte ve af dışında bir daha başka bir üniversiteye dahi girememektedir.

"İhtiyati Tedbir": Öğrenciler Giremez!

Bu sene özellikle de 6 Kasım YÖK gündeminden sonra mezkur soruşturmalarla ilgili olarak başlatılan bir uygulamaya göre soruşturmaya muhatap kalan öğrencilerin okula girmeleri engellenmektedir. Okul kapısında hazır kıta bekleyen sivil polisler ve Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) elemanları idareden temin ettikleri fotoğraflar ve kimlikler aracılığıyla "soruşturulan" öğrencileri "nezaketle" geri çevirmekteler. Son derece onur kırıcı kontrollerle gerçekleştirilen bu uygulama idare tarafından hukuki bir kılıfa da büründürülmüş: Soruşturmanın selameti ve ihtiyati tedbir. Öğrencilerin, derslerine ve hatta sınavlarına girişini engelleyen bu uygulamanın dayanağı ise YÖK Yönetmeliği. Kişi hak ve hürriyetleri önünde önemli bir engel teşkil eden bu yönetmelik, en temel insani haklardan olan suçun kesinleşmeden hüküm verilemeyeceği ilkesinin de ihlali anlamına geliyor. Zira hüküm kesinleşmeden 'ihtiyati tedbir' gerekçesiyle adeta ceza infaz ediliyor. Çoğunlukla okul yönetiminin öğrencilere verdiği cezaların yürütmesi idari mahkemece durdurulduğu göz önünde tutulduğunda, öğrencinin gerekçesiz yere yaşadığı mağduriyet daha bir açığa çıkıyor.

Soruşturmaya alınan öğrencilerin okula girmesini engellemek için okul idaresinin aldığı önlem, kapıda sivil polisleri ve ÖGB'leri bekletmekle kalmıyor, okul adeta çevik kuvvet polislerince de kuşatma altına alınabiliyor. Beyazıt, Vezneciler ve Laleli'de bulunan fakülteler, panzerler eşliğinde çevik kuvvet tarafından çembere alınıyor. Okula misafirlerin girmesi bir yana, öğrenciler fakülteler arası geçiş dahi yapamıyorlar. Sıkı denetim ve kontrolle daraltılan üniversite alanı F Tipi zihniyetinin cezaevlerinde hakim kılmaya çalıştığı düzenin üniversitelerde de hakim kılınmaya çalışıldığını gösteriyor. Özerk bir alan olduğu iddia edilen üniversitelerde polisin bu kadar rahat hareket etmesi insanın aklına sık sık gündeme getirilen "Üniversiteler bilim yuvası mı, polis kışlası mı?" sorusuna cevap oluşturuyor. 12 Ocak Pazartesi günü polisin, elinde 7 öğrencinin isminin yazıldığı bir listeyle fakültelerde dolaşması da bu cevabı izah edici nitelikte! 11 Ocak'ta Beşiktaş'ta soruşturmaları protesto eden öğrencilere sert bir şekilde müdahale eden polis 20 kişiyi gözaltına almış; bir gün sonra da okulda, eylemde gözaltına alamadığı 7 kişiyi aramaya koyulmuş. Aradığı bazı öğrencilerin yeni bir soruşturmadan dolayı savunma vermek üzere İÜ Öğrenci Kültür Merkezi'nde (ÖKM) olduğunu öğrenen polis, bu sefer de ÖKM'yi kuşatmış. Daha sonra adliyeye götürülen öğrencilerden 6'sı 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine muhalefetten tutuklandılar.

Hadisenin sadece bu kısmı dahi hukuksuzluğun ve keyfiliğin diz boyu olduğunun bir göstergesi. Kendilerine yapılan bir haksızlığı temel hakları olan bir basın açıklamasıyla topluma duyurma girişimleri tutuklamayla sonuçlanan öğrencilerin 27'si de aynı eylem ve aynı gerekçeyle yargılanmalarına rağmen niçin 6'sına tutuklama çıktığı AB uyum yasalarının dahi izah edemeyeceği bir Türkiye gerçeği herhalde!

İdeolojik Halay Nasıl Çekilir?

Yukarıda değindiğimiz "ideolojik halay" çekmenin bir soruşturma gerekçesi yapılmasındaki "ideolojik" ifadesi, sistemin işleyiş mantığını, resmi görüşün dışında kendini ifade etmeye çalışan ve örgütlenen öğrencilere tahammülsüzlüğünü tanımlama biçimi olsa gerek. Kürtçe öğrenim talep edersiniz; bu ideolojiktir. Başörtülü öğrenim hakkımız dersiniz; bu siyasi amaçlıdır. Muhalif düşüncelere "ideolojik" damgası vurarak yaşam hakkı tanımamak, bu ülkede herkese resmi ideolojik kalıplarla düşünmeyi dayatmak sistemin bir klasiği artık. Peki halayın neresi ideolojiktir? İdeolojik halayın nasıl çekildiği anayasanın ya da YÖK Yönetmeliği'nin neresinde tanımlanmış? Bugün, halkın geleneğinde yaşayan halaya "ideolojik" anlam yükleyerek soruşturma açanların, yarın en basit bir eyleme, örneğin selamlaşma biçimine soruşturma açmayacağı garanti edilebilir mi?

Bilimsel eğitimin, özgürlüğün, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün olduğu iddia edilen özerk kurumlarda yaşanan bu traji-komik baskılar sadece öğrencilere karşı değil, aynı zamanda öğretim üyelerine karşı da uygulanmakta. Ulus-devletçi Kemalizm'den, laiklikten ödün veren öğretim üyelerinin gözünün yaşına bakmayan ve İÜ Rektörlüğü koltuğunda oturan Kemal Alemdaroğlu'nu son zamanlarda bu kadar kızdıran faktörün Türk Tabipler Birliği'nce bilim hırsızı olduğunun onaylanması ve ceza alması olsa gerek. Buna rağmen Alemdaroğlu, İÜ'yü çiftliği gibi kullanmaya ve rektörlüğe devam ederken, öğrencilerin soruşturma dahi sonuçlanmadan okullarına alınmayarak eğitim haklarının gasp edilmesi ciddi bir çelişkiye olduğu kadar Alemdaroğlu'nun dokunulmazlığına da bir işaret herhalde.

Önceleri polis baskısı ve tek tipçi ideolojik dayatmadan dolayı üniversiteler 'kışla' ya da 'yarı açık cezaevi' olarak nitelendirilirdi. Oysa şimdi yalnız İÜ'de değil, ülkenin birçok üniversitesinde idare-YÖK-polis işbirliğinin doruğa çıktığı ve öğrenci gençliğin mücadelesinin soruşturmalarla tasfiye edilmeye çalışılarak üniversitelerin 'F Tipi'leştirilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Siyasal görüşlerine katılmadıkları öğretim üyeleri ile öğrencileri baskılarla yıldırmaya çalışan YÖK'ün ve Rektörlüklerin, öğrencileri okula gelmeye ve derslere girmeye teşvik etmeleri gerekirken eğitim/öğrenim haklarını engellemeleri-kısıtlamaları ve üniversite kapılarını öğrencilere kapatmaları faşizan otoriteryanizmin üniversitelerde kurumlaştığının bir göstergesi olsa gerek.

Yasaklar Örgütlülük ve Ortak İradeyle Aşılabilir

Burada yasaklar karşısında gösterilen tepkilerin yetersizliğine ve gasp edilen haklarının büyüklüğüne karşılık öğrenci gençliğin mücadelesinin zayıf kaldığına vurgu yapmak gerekir. Sol görüşlü öğrencilerin, soruşturmaların geri çekilmesine yönelik oluşturdukları inisiyatifi geniş öğrenci tabanına yaymadıkça tüm öğrenci kesimlerini hedefleyen yasaklar karşısında geliştirdikleri eylemliliklerin dar bir çerçevede kalacağı ve yasakçıları geriletemeyeceği görülmelidir. Bununla birlikte bu inisiyatifin, okul önünde alternatif üniversite oluşturma gayretleri, bedel ödemeyi göze alarak okul duvar ve koridorlarında soruşturmaları hedef alan afişlemelere devam etmeleri, polisin tüm müdahale çabalarına rağmen açlık grevine girmekteki kararlılıkları takdir edilmelidir. Bu sene okulda yeterli düzeyde örgütlenemeyen Müslüman öğrenciler ise henüz soruşturmalara karşı ciddi bir etkinlik içerisinde bulunmadılar. Üniversitelerdeki İslami çalışmalar açısından da talihsiz bir döneme denk gelen soruşturma saldırısı ciddi bir muhasebeyi gerektirmekle birlikte, gelecek dönemlerdeki çalışmaların zemininin ve meşruiyetinin bunun üzerinden geliştirilecek güçlü bir YÖK muhalifliğiyle sağlanabileceği kanaatindeyiz.

Sisteme muhalif düşünen bütün öğrenci gençliği hedeflemesi yönüyle ortaklaşmış bulunmakta olan bu saldırılar örgütlü bir birlikteliği kaçınılmaz kılmaktadır. Parasız, polissiz, soruşturmasız, ana dilleri gözeten, özerk, evrensel olanı yakalama çabasını üreten bir öğretim sistemini var kılan; inanç ve düşünce özgürlüğü sunan ve üniversitelerdeki tüm unsurların katılımını mümkün kılan bir üniversite önündeki engeller ancak, öğrencilerin geliştirecekleri ortak bir iradeyle aşılabilecektir. Hassaten Müslüman öğrencilerin, üniversitelerdeki konumlarını gözden geçirerek üzerlerindeki sorumlulukların bilincinde hareket etmelerinin geleceğe umut taşımak anlamına geleceği görülmelidir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR