1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Umudumuzu Satacak mıyız?

Umudumuzu Satacak mıyız?

Mart 2003A+A-

Haydut devlet ABD korkutarak, büyüleyerek veya nemalandırarak uzlaşmacıları teslim alıyor. Yerli işbirlikçilerin geleceğimizi zifiri bir cahiliyeye teslim etmesi karşısında sadece hayıflanacak mıyız ya da üç maymunu mu oynayıp iç dünyalarımıza çakılacak mıyız? Muhataplarımız; yakınlarımız veya birlikte yaşadığımız bu halk. Evimiz yakılırken, kardeşlerimiz bombalanırken fıtratını harekete geçiremeyen bir fıtrat bozukluğu mu bizi sarıp sarmalayan? Yoksa insanlığımızı ve imanımızı henüz oluşturamamış bir sefillik mi bizimkisi?

TBMM'de "asker tezkeresi" onay alamayınca savaş lobisi, medya kazanını fokurdatıp yeni büyüler ve korkularla harekete geçti. İnsanları fakirlik korkusu ile, ulusal hamaseti tahrik edebilecek Kürt kartı ve "vatan"ın bölüneceği edebiyatı ile büyüleyip kandırma çabalarına hız verildi. Reel politika adına ahlak ile çıkarı, değer ile faydayı, duygu ile akılcılığı karşı karşıya getiren Amerikancı savaş lobisi, "düğümlere üfüren şerlinin" ne demek olduğunu, kullandığı propaganda aygıtlarıyla örneklendirir gibi. İşbirlikçiler "ahlak ile menfaat, değer ile güç, ilke ile realite çatışırsa ne olur" diye istihzada bulunuyorlar. Ve peşinden yalan ve ajitasyonlarını sergiliyorlar. En çok akıl tutulması da halkın temsilcileri olan milletvekillerinde ortaya çıkıyor. Onurlarını teslim etmeyenler de bu sefer süngü zoruyla pisliğe batırılmak isteniyor. İsteniyor ki herkes egemenlerin sunduğu düşünce kalıplarıyla düşünsün. Kuklacılarla değil, kuklalarla meşgul olunsun.

Dergimizin bu sayısında ağırlıklı olarak, sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın gündemini oluşturan emperyalist savaşla ilgili yazılar yer alıyor. Gündem yazımız milletvekillerini ABD'nin vicdansız robotları olmamaya çağırırken, savaş suçuna ortak olduklarında ödeyecekleri bedele de hazır olmaları ikazı ile bitiyor.

M. Pamak, R. Kaya ve Y. Çakır yazılarında TBMM'ye dayatılan "ABD'ye yardım ve yataklık tezkeresi" karşısında hükümetin ve Meclis'in tavrını ve kamuoyuna yansıyan tartışmaları ele alıyorlar.

1 Mart'ta asker tezkeresinin Meclis'ten geri dönmesi, ABD ve İsrail haricinde tüm dünyada Türkiye'nin itibarını artırırken, birilerinin de rahatını kaçırıyordu. Asker tezkeresini ABD'den sonra Ak Parti hükümetine ve Meclis'e dayatan ikinci silahlı gücün TSK olduğunu açık seçik bir şekilde 5 Mart günkü Genelkurmay Başkanı'nın açıklamasından öğrendik. Muhtıra gibi sunulan açıklamada, savaşın mutlaka çıkacağı kehanetinde bulunuluyor ve halk adına iki kötüden birisinin tercih edileceği bildiriliyordu. TÜSİAD'la başlayan savaş lobisi böylece hükümet ve Amerikancı medyadan sonra "zinde güç"ün açık desteği ile karşımıza çıkıyordu. Tezkere Meclis'ten geçmemişti ama Genelkurmay Başkanı'nın 'muhtırasından sonra ABD askerleri ve silahları Türkiye limanlarından ve hava alanlarından istedikleri hedefe doğru geçiş yapmaya başlamışlardı.

Türkiye'deki ABD askeri sevkiyatı, Meclis Başkanı'nın da feryadındaki ima ile açık bir işgal girişimini ifade etmektedir. Türkiye'nin kiralamayla veya tahsis edilen alanlarla işgal edilmeye başlanması karşısında ulusal onuru zedelenmeyen Genelkurmay Başkanı, söz konusu açıklamasında aba altından sopa göstererek, savaş karşıtı etkinlikleri "milli menfaatlerimize zarar verecek yanlışlıklar" olarak ilan edebiliyordu. Ulusalcılık kartını kullanarak savaş demagojisi içine giren ABD yandaşları, Türkiye'nin çıkarları ve bütünlüğü söylemiyle kamuoyunu ve milletvekillerini iknaya dönük iki argümanı öne çıkartmaktadırlar. Birincisi Kürt tehlikesi, ikincisi ekonomik muhtaçlık.

Savaş lobisinin yalan ve ajitasyon temelinde oluşturduğu bu iki temel argümanın nasıl da abartıldığını ve gündemi saptırdığını B. Kavuncu'nun yazısından ve M. Özel'le yapılan röportajdan okuyabilirsiniz. A. Kalkan'ın terör ve cihad konusunu irdeleyen yazısı da gündemimizin kavramsal tartışmalarını izah edici bir katkı sağlıyor.

Etkinlik haberlerinden kültür sanat sayfalarımızda yer alan çalışmalara kadar uzanan gündem yoğunluğu içinde çeşitlilik oluşturan diğer yazılarımıza fazla yer veremedik. Ancak Z. Bangaş'ın silahlı mücadelenin ya da seçim mücadelesinin en iyi yol olup olmadığını irdelemeye çalıştığı tartışma yazısının önemine vurgu yapmadan geçemeyeğiz. Bu yazının metod bazında dikkate alınabilir bir tartışmaya kapı açacağı düşüncesindeyiz.

Biz egemen şeytana karşı iç donanımlarımızı da ihmal etmeksizin mücadele etmeyi ibadi, şahitlik görevi olarak biliyoruz. Şahitliğimizi yerine getirirsek reelpolitik alanda da Rabbimizin, önümüzü açacak vesilelere bizi götüreceğine inanıyoruz. Selam ve dua ile...

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR