1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Türkiye'de Bağımsız Müslüman Kimliğinin Oluşum Süreci ve Sorunlarımız

Türkiye'de Bağımsız Müslüman Kimliğinin Oluşum Süreci ve Sorunlarımız

Mayıs 1995A+A-

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de gündemin ön sıralarına İslami hareketler sorunu yerleşiyor. İslami hareketlerle ilgili sorunlar çeşitli platformlarda ele alınmakta ve İslami harekete sıcak bakmayan çevrelerce değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu değerlendirmeler genelde İslami hareketi mahkum etme gayesi gütmektedir.

Bu çerçevede müslümanların kendi sorunlarını bir araya gelerek ele almaları ve gündem oluşturmaları amacıyla, ilki İslam Dünyası Tarih ye Kültür Araştırmaları Merkezi (İDKAM)'inde düzenlenen tartışmanın ikincisi de yine İDKAM tarafından 14 Nisan'da Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.

"Türkiye'de Bağımsız Müslüman Kimliğinin Oluşum Süreci ve Sorunlarımız" konulu bu panele konuşmacı olarak Beşir Eryarsoy, Ali Bakaner, Hamza Türkmen ve İhsan Eliaçık katıldılar. Paneli yönetmesi beklenen Burhan Kavuncu rahatsızlığı sebebiyle panele katılamadı. Panel Avukat Muharrem Balcı tarafından yönetildi.

Yoğun katılımın olduğu panelin açılış konuşmasını yapan Muharrem Balcı, Türkiye'de bağımsız müslüman kimliğinin oluşum süreci ve sorumluluklarımızı tartışırken, bu kimliğin oluşumuna etki eden faktörlerin gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyerek; İslami bilinçlenme sürecinin Kur'ani çerçeveye ve sağlıklı bir düzleme oturtulması için müslümanların İslami zeminlerde bir araya gelerek karşılıklı görüş alışverişinde bulunmasının gereğine değindi. Balcı; ancak bu şekilde genç nesillere sağlıklı mesajlar ulaştırılabileceğini söyledi.

İlk konuşmacı Beşir Eryarsoy, bizim devraldığımız mirasın binyıldır İslam'ın tahrif edilmesi sonucunda oluştuğunu belirterek başladığı konuşmasında, İnsanlarımız İslami kimliği gereği gibi tanıyamadığından Cumhuriyet tarihi boyunca kendilerine başkaları tarafından kimlikler biçildiğini ve bu kimliklere sahip olmaları istendiğini belirtti. Eryarsoy bu kimliklerin düzenin Diyanet kanalı ile dayattığı rejime ayarlı, düzenle çelişmeyen, onun bazı açıklarını tamamlamaya memur resmi kimlik ile Nurcular'dan Süleymancılara ve tarikatlara kadar sayabileceğimiz gayrı resmi kimlikler olduğunu söyledi.

Konuşmasının devamında ise "bu gibi kimliklerin İslam'ın kendilerine göre bir yönünü odak seçip onu bayraklaştırdıklarını söyleyen Eryarsoy, eğer biz sadece insanların deruni yönünü, içe doğru derinleşmesini esas alırsak ve sadece bu konuda yoğunlaşırsak insanlığa takdim edeceğimiz müslüman kimliği; topluma, İnsanlığa, sosyal ve siyasal hayata, uluslararası sorunlara ilgi duymayan bütün meselesi nefsini öldürmek olan yığınlar ortaya çıkartacaktır" eleştirisini getirdi. Daha sonra siyaseti, ekonomiyi, uluslararası sorunları kendi İlgi alanı içine almayan müslümanlardan egemen sistemin rahatsızlık duymayacağını, bu hayatın rengini Allah'ın boyası ile boyayacağını, tepeden tırnağa bütün alanlarıyla Allah'ın öngördüğü sistem çerçevesinde şekillendireceğim demediği müddetçe gece namazı kılmanın, imanı tahkik etmenin ya da belli kıyafetlerle gezmenin hiç bir öneminin olmadığını vurgulayarak, "eğer sizin inandığınız ve yaşadığınız İslam onların sularını bulandırıp işlerini aksatmıyorsa böyle bir İslam laikleştirilmiş İslam'dır" dedi.

Son olarak da içinde yaşadığımız coğrafyada İslam'ın istediği kimliği kazanma sürecinin yaşandığını, bu kimliğin netleşmesi için her müslümanın en güçlü şekliyle katkıda bulunmasının gerekliliğine dikkat çeken konuşmacı bu netleşmeyi bulandıracak her türlü sapmadan kaçınılmasını isteyerek sözlerini tamamladı.

İkinci konuşmacı Ali Bakaner, olması gereken müslüman kimliğini "Kur'an ve sünnet çizgisinden ödün vermeyen, emrolunduğu gibi dosdoğru, hiç bir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, her türlü beşeri ideolojiyi, işbirlikçi, uzlaşmacı anlayışları reddeden, tüm güçlere karşı hakkı haykıran, ne taraftan gelirse gelsin her türlü sapmalara karşı ayaklarını sabit tutan, gayri İslami güç odaklarına karşı bütün olumsuz şartlara rağmen olumlu bir mücadele seyrini kanı ve canı pahasına sürdüren mümtaz bir şahsiyeti taşımak" olarak tanımladı.

Sahih müslüman kimliğinin kaynaklarda net olarak belirtilmesine rağmen iç ve dış etkilerin olumsuz tesirleri ve müslümanların kendilerinden kaynaklanan ictihad hataları neticesinde sağlıklı müslüman kimliğinin bulandığını ifade eden Bakaner, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, İslami kimlik oluşumlarına örnekler vererek MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) gibi oluşumların uzun bir süre İslami kimliği millici, muhafazakar ve antikomünist söylemlerle ifade etmelerini zaten rejim tarafından kabul görmüş olmasına dikkat çekti. Bakaner devamla bu tür oluşumların ve bazı tarikatların düzeni kavrayamadığından dolayı yıllarca müslüman kitleleri yanlış amaç peşinde sürüklediklerini söyledi.

Bakaner son olarak müslümanların sahip olduğu bulanık kimliklerden 70'li yıllarda İslam dünyasından yapılan çeviriler ile bir ölçüde arındırıldığını söyledi.

Üçüncü olarak konuşan Hamza Türkmen, "bu topraklarda bin yıldır İslam'a teslim olan halkın İslam'a olan saygısı, taklid boyutundan büyük ölçüde tahkik boyutuna ulaşamadığı için bir nevi taşıdığı din de atalar dini anlamında geleneksel İslam, geleneksel din ifadesi ile izah edilebilir" diyerek konuşmasına başladı. Ve Osmanlı enkazı üzerinde laik, batıcı ulusçu ve pozitivist değerlerle kurulan TC devleti, halkın bulanık dini değerlerine bile tahammül edemeyerek resmi ideolojiyi dayatması karşısında halkın mevcut devlet dışında bir alternatif oluşturacağına, dinin temellerini arayıp sağlıklı, sahih bir kimliğe ulaşacağına maalesef içine kapanarak küskün ve yılgın bir pozisyona girdiğini söyledi. Daha sonra; süreç içerisinde kendi kadrolarını yetiştiren ve kurumlaşan rejimin küstürülen ve kabuğuna çekilen tebayı bir şekilde sistemin işleyişine katması gerekiyordu diyen Türkmen, egemenler kontrollü bir şekilde, ellerindeki Diyanet İşlerini de kullanarak o dönemlerde halka taviz gibi görülebilecek bir takım haklar vererek, yığınları sistemin işleyişine katmayı başardıklarını ifade etti. Türkmen devamla verilen bu tavizlerin müslüman kitlelerin tepkisi sonucunda verilmiş haklar olmadığını çünkü gerçekten baskı ve zulüm altında bir silikliği yaşayan halkta ne direnebilecek ne de sisteme ciddi muhalefet oluşturabilecek bir psikolojik durumun olmadığını vurguladı. Çok partili sisteme geçildiği dönemlerde müslümanların önde gelenlerinin yayınladıkları dergilerin çıkış gayelerine bakıldığında Türk İslam'ına hizmet, milliyetçilik, mezhepçilik, Osmanlıcılık, Amerikan dostluğu, milli birliği sağlayan inkılapların savunuculuğuyla karşımıza çıktıklarını belirten Türkmen, 1 Ekim 1948 tarihli Ehl-i Sünnet dergisinde çıkan Said Nursi'nin mahkeme heyetine sunduğu savunmasında "Benim 130 tane risalem var, bunların hiç birinde dünya işleriyle alakalı tek bir kelime dahi yoktur" sözlerini aktardı.

1960'lara gelindiğinde Hizbut tahrir'in kültürel boyutunun Türkiye'ye uzanmaya başladığını; yine bu dönemde Hilal dergisinin Kur'an'a kulak kabartılması, Kur'an'ın fal ve mezarlık kitabı olmadığı şeklindeki vurgusuna değinen konuşmacı, Şehit Seyyit Kutup ve benzeri müslümanların eserlerinin tercüme edilmesiyle evrensel İslami bilincin Türkiye'de yankı bulduğunu söyledi.

Konuşmasına kimlik oluşumu ve bu bağlamda bağımsız müslüman kimliğinin ortaya çıkışını izahla başlayan İhsan Eliaçık, kimlik oluşumunun tepki ve kimlik izharı olmak üzere iki şekilde ortaya çıktığını söyledi. Son 15-20 yıldır ortaya çıkan İslami hareketlerin genelde tepki şeklinde oluştuğunu belirten Eliaçık, 9O'lı yıllarda bu durumun aşılması ve daha sağlıklı oluşumlara gidilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye'de 15 yıl öncesinde müslümanlığın siyasi bir kimlik olarak tanınmadığını ve müslümanların hangi düzeyde olursa olsun sağcı kategorisine konulduğunu söyledi. Eliaçık15 yıl içerisinde kabul edilse de edilmese de radikal İslamcılık diye bir kimliğin ortaya çıktığına ancak bu kimliğin henüz sağlıklı bir yapıya kavuşmadığına dikkat çekti.

Eliaçık son olarak, günümüzde müslümanların İslam'ın temel kaynaklarına dönmek, radikal bir siyasi tavır takınmak ve var olan anlayışları sorgulamak yükümlülüğüyle karşı karşıya olduğunu belirtti.

Panelin ikinci bölümünü bağımsız müslüman kimliğinde ne kadar mesafe alındığı; aşabildiklerimiz, aşamadıklarımız, sorunlarımız ve panelistlerin tavsiyeleri oluşturuyordu.

Sözü ilk alan Beşir Eryarsoy şimdiye kadar alınan mesafenin istenilen hedef ile karşılaştırıldığında yapılanların hedefe çok uzak olduğunu belirtti. Ve kimlik sorunu tartışıyor olmamızın bile istediğimiz noktaya ne kadar uzakta olduğumuzu gösterir mahiyette olduğunu söyledi.

Eryarsoy, devamla kimlik oluşumunu hızlandırmak için evvela bizim kimliğimizi belirlemek yetkisine sahip olan merciyi araştırmamız gerektiğini belirtirken bunun da Allah ve Allah'ın Rasulü olduğunu söyledi. Kimliğimizin ayırıcı özelliklerinden de bahseden Eryarsoy, "bizim kimliğimiz yalnız Allah'a kul olunan ve başka hiç bir ideoloji, otorite tanımayan bir kimliktir. Zira siz kimin biçtiği kimliği taşıyorsanız esasen onun kulu demeksiniz" dedikten sonra, kimliğimizin ikinci önemli özelliği olarak da bu kimliğe başka insanları da çağırmayı ifade eden cihad noktasını vurguladı.

Ali Bakaner ise müslümanın her zaman ve mekanda Allah'ın şeriatı' için son nefesine kadar çalışan, İslam'ın emrettiklerinin vahiy nizamı içinde uygulanabileceğine inanan ve hiç bir beşeri sistemle senteze yanaşmayan bir yapıya sahip olması gerektiğini söyledikten sonra, bizim dışımızdaki güç odaklarının bizi yükselen ciddi bir tehlike olarak algılamaları, müslüman kimliğinin bu topraklarda da ciddi mesafeler aldığını gösterir dedi.

Bakaner olumlu gelişmelerin yanında yozlaşmaların da olduğunu, nitekim Medine vesikası, çoğulcu söylem, sivil toplumcu düşüncelerin, mücadeleye katılması, yol göstermesi gereken insanlar tarafından savunulmasının da mücadeleye irtifa kaybettirdiğini söyledi.

İkinci tur konuşmasına 70'li yıllarda Türkiyeli müslümanların bilinçlenmelerine katkı sağlayan 5-6 odak alan gösterebiliriz diyerek başlayan Hamza Türkmen, bunları hapisten yeni çıkan "Ercüment Özkan ve arkadaşlarının çalışmaları, Şehid Seyyid Kutub'un Fizilali'l-Kur'an tefsirinin tercümesiyle başlayan Kur'an çalışmaları, evrensel İslami hareketin Türkiye'ye aktarımı, Hilal Dergisi geleneğini devam ettiren ve sorgulayıcı bir tavırla sahih din anlayışına ulaşmaya çalışan insanların kümelendiği Yeni Ölçü, Düşünce, İslami Hareket, Şura, Tevhid, Hicret dergileri ile Talebe, Kriter ve Aylık Dergi çevreleri olarak sıraladı. Bu çevrelerde yapılan tartışmaların 70'li yıllarda bilinç aşıladığını belirten Türkmen, en önemli olarak da İran İslam Devrimi'nin uyanış çabası içinde olan Türkiye müslümanlarına geleneklerinde görmedikleri bir şekilde mücadele azmini, açık şahitliği aşıladığını söyleyerek tüm bu olumlu oluşumlara rağmen 12 Eylül dönemine gelindiğinde müslümanların henüz sahih bir örneklik oluşturarak ciddi bir yapılanma gerçekleştiremediklerine dikkat çekti. Daha sonra Türkmen önceleri müslümanları kullanan ve kendisine teba haline getiren sistemin gittikçe yükselen İslami dalgaya karşı kitlelerle İslami hareketin arasını açmak için değişik bir metodla müslüman kitlelere, cemaatlere ve İslami uyanış sürecine katkıda bulunan bazı entellektüellere "gelin sizinle sistemi paylaşalım" şekilde bir arzda bulunduğunu ve dindar kesime birçok ekonomik imkan sağlayarak sistemle iç içe geçmelerinin sağlandığını; Özal döneminde gerçekleştirilen bu ortaklık ve iç içe geçmişliğin sonucunda cumhuriyet tarihinde benzeri olmayan bir şekilde müslüman çevrelerde modernist yaşam tarzının kendini gösterdiğini söyledi. Bu süreçte geçmişte yeterince aşılan bir takım kavramların tekrar müslüman çevrelere yerleşmeye başladığını belirten Türkmen, buna örnek olarak 6O'lı yıllardan itibaren Türk insanı yerine Türkiye insanı denilirken, bu yeni dalga ile tekrar ulusalcı anlayışların bu çevrelerde yükseldiğini, ümmet bilincini dışlayan Anadolu milliyetçisi çevrelerden müslümanlara İslamcılık ithamı geldiğini, kavramların bulandırılarak ulus devlet gemisinin bizim gemimiz olduğunu ve bu geminin batması halinde hep beraber batacağımız şeklindeki düşüncelerle müslüman potansiyelin sisteme entegre edildiğini söyledi.

Türkmen son olarak toplumun Enfal suresi'nde belirtildiği gibi Kur'an'ı terk edilmiş bıraktığını, müslümanların temel eksiğinin ortaya konan çabalara rağmen Kur'an'ı yeterince algılayamamak ve hayata geçirememek olduğunu vurguladı. Ve müslümanların kendilerini yeteri kadar Kur'ani bilinçle donattıkları takdirde gerek modern gerek geleneksel bidat ve hurafelerin etkisinden kurtulabileceklerini söyledi.

İkinci tur konuşmasına Türkiye'de bizim çizgimizden farklı düşünen ve kendisini İslam'a nisbet eden herkesi düşman gibi görmenin yanlış olduğunu belirterek giren İhsan Eliaçık, İslami hareketin kendi potansiyeline sırt çevirmemesi gerektiğini, aksine bu potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye çevirme yükümlülüğü bulunduğunu söyledi. İslami hareketin kendini sürekli yenilemesi ve geliştirmesi üzerinde duran Eliaçık, İslami hareketleri daha kuşatıcı kılmak gerektiğini söyleyerek konuşmasını tamamladı.

Panel sonrası konuşmacılara çeşitli sorular yöneltildi, ancak vakit darlığı sebebiyle bunların ancak bir kısmına cevap verilebildi.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR