1. YAZARLAR

  2. Mehmet Alagöz

  3. “Tetikçileri Sahaya Sürenler de Yargılanmalı!”

“Tetikçileri Sahaya Sürenler de Yargılanmalı!”

Nisan 2016A+A-

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Mehmet Alagöz, 1999yılından itibaren İstanbul’da avukatlık mesleğini sürdürüyor. Aynı zamanda Özgür-Der Yönetim Kurulu Üyesi olan ve Özgür-Der’in avukatlığını da yapan Alagöz, İslami hareket ve oluşumlarla ilgili birçok siyasi davayı takip ediyor. Kendisiyle Yasin Börü ve arkadaşlarının davasıyla ilgili detayları ve davanın seyrini konuştuk.

RÖP: Haksöz

Yasin Börü Davasının süreci hakkında kısa bir bilgi verebilir misiniz?

Yasin Börü ve arkadaşlarının davasını iyi anlamak için öncelikle bu katliamın nasıl gerçekleştiğini ve olayların gerçekleştiği tarihlerdeki vakaları hatırlatmakta fayda görmekteyim.

Hatırlanacağı üzere 2014 yılı Ekim ayının başlarında Diyarbakır başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’daki vilayetlerde başlayan İstanbul, İzmir, Adana gibi illerde de devam eden ve bugün 6-8 Ekim olayları dediğimiz kitlesel eylemler sonucunda yaklaşık 50 kişi hayatını kaybetmişti.

Kobani olayları gerekçe gösterilerek PKK/KCK tarafından organize edilen bu kitlesel eylemlerde taş, molotof kokteyli, ateşli silahlar ve patlayıcılar kullanılmış, eyleme katılmayan halk ile özellikle dindar kimlikli kişilere çeşitli saldırılar düzenlenmişti. Olaylar sistemli bir şekilde artırılmış, özellikle çocuk yaştaki gençler ön saflarda kullanılmıştı. Kurban Bayramının 4. Gününde (7 Ekim 2014) yoksul ailelere kurban eti dağıtmakta olan 16 yaşındaki Yasin Börü ile yanında bulunan arkadaşları Ahmet Dakak, Riyat Güneş ve Hasan Gökguz adlı 4 kişinin IŞİD’çi ithamıyla öldürüldükleri, silahla vurulmasına rağmen kurtulmayı başaran Yusuf Er’in de yaralandığı bu menfur olay gerçekleşti. 7 Ekim günü Yasin Börü ve arkadaşları Diyarbakır sokaklarında barikat kurup vatandaşlara kimlik soran ve önlerini kesen kalabalık gruptan kaçmaya çalışmış, saklanmak için bir apartmanın üçüncü katında bulunan bir eve sığınmışlar. 155 Alo Polis hattını aramalarına rağmen kimse kendilerine yardıma gelmemiş. Yerlerini tespit eden canilerden biri dördüncü kattan üçüncü kata inerek onları silahla yaralamış ve kapalı bulunan daire kapısını açarak kalabalık grubu içeriye almış. İçeri giren kalabalık yaralı halde bulunan Yasin Börü ve arkadaşlarını üçüncü kattan aşağıya atmış, daha sonra döverek, bıçaklayarak, şişleyerek ve en son yakarak vahşice katletmişlerdir. Büyük bir kısmının yüzü maskeli olarak katıldığı bu saldırıda grup halinde dövme, yaralama, işkence etme, yakma ve öldürme eylemlerine katılan kişiler grup psikolojisiyle bile izah edilemeyecek derecede bir nevi keyif alır tarzda cinayete iştirak etmiş, alkış ve zılgıtlarla destek vermişlerdir. Savcılık iddianamesinde bu olayda kullanılan silahın olaydan iki hafta sonra Diyarbakır’da polisle yaşanan bir çatışmada da kullanıldığının tespit edildiği anlatılmaktadır. Bu da olayın planlı ve organize olduğunu, tesadüfen gerçekleşmeyip örgütlü çetelerce işlendiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Normalde ceza yargılamasına göre suçun işlendiği yer olan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gereken bu dava güvenlik gerekçesiyle Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine nakledildi. Halen 17’si tutuklu 34 kişinin yargılandığı yargılamada şu ana kadar üç duruşma yapıldı ve 18 Nisan tarihinde yargılama kaldığı yerden devam edecek ve beşinci duruşma yapılacaktır.

Eldeki verilerden anlaşılan olayın tesadüfi olmadığı ve organize geliştiği. Bu, olayların da büyümesinin izahı mıdır?

Olayların organize gerçekleştiği esasında çok açık. Bazı olayları alt alta koyup resme baktığınızda zaten olayların nasıl sistemli şekilde planlandığını açıkça görebiliriz. Mesela;

-                     PKK/KCK güdümünde yayın yaptığı bilinen www.firatnews.com isimli internet sitesinin 06.10.2014 tarihli yayınında; Komalen Ciwan Koordinasyonunun şöyle bir çağrısına yer verildi:“Kobanê ile başlayan devrim dalgası tüm Kürdistan’a yayılmalı. Bu temelde Kürt gençliğinin ayaklanması çağrısında bulunuyoruz.”

-                     Aynı tarihte Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, Abdullah Öcalan’la cezaevinde yaptığı görüşme sonrasında yapmış olduğu basın açıklamasında Abdullah Öcalan'ın şöyle dediğini aktardı: "Kobanê'deki insanlarımız sonuna kadar direnecekler. IŞİD'in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnilecek. Sonuna kadar direneceğiz..."

-                     Yine www.firatnews.com isimli internet sitesinin 07.10.2014 tarihli yayınında yer alan -ki bu tarih Yasin Börü ve arkadaşlarının öldürüldüğü tarihtir- KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı’nın "Kuzey halkımız IŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır... Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir... Halkımız bu çirkin ve sinsi katliam karşısında başlattığı mücadeleyi her yere, her zamana taşıyarak süreklileştirmelidir."çağrısını da hatırlayalım.

-                     Kandil’den yaptığı açıklamalarda da Murat Karayılan, Türkiye hükümetini suçlayıp PYD lideri Salih Müslim’in sahiplenilmediğini belirtmekte ve örgüt tabanına direniş çağrısı yapmaktaydı.

-                     Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu tarafından “Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halklarımıza acil çağrı: Kobanê’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobanê’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz." şeklindeki çağrısını da unutmayalım.

-                     Ayrıca HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da artık halkın sokağa çıkması gerektiğini ve AK Parti hükümetinin yapmadığını başarmasını talep eden açıklamaları oldu.

-                     ESP, "Şanlı Kobanê direnişinin geldiği bugünkü kritik aşamada Kürdistan ve Türkiye'deki halklarımızı Kobanê ruhuyla sokaklara çağırıyoruz." şeklinde açıklama yaptı ve DBP Diyarbakır İl Yöneticisi Ali Erdemirci, kitleye yaptığı konuşmada Diyarbakır halkını ‘serhildan‘a çağırdı, kimin elinden ne geliyorsa yapması gerektiğini söyledi.

-                     Eğitim-Sen Merkez Yürütme Kurulu tarafından yapılan yazılı açıklamada 8-9 Ekim’de iş bırakılacağı açıklanarak Ortadoğu'nun çözümsüz kalan sorunlarına umut olan devrimi boğma girişimi anlamına gelen kuşatmanın ancak halkların ortak mücadelesi ile kırılabileceği ifade edildi.

-                     Bunun yanında DBP İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, “din” üzerinden Diyarbakır’da 400’e yakın dernek kurulduğundan bahsetti ve halkı direnişe davet etti.

Bu örnekleri sıraladıktan sonra serhildan veya direniş adı altında yaklaşık 40 ilde aslında bir nevi isyan provası yapıldığını ifade edebiliriz.

Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki her ne kadar PKK’nin gençlik yapılanması olan ÖS/YDG-H’li gençlerin saldırılarıyla iş çığırından çıktıysa da “çözüm süreci” ve sair saikler gözetilerek devletin ve güvenlik güçlerinin ihmallerini de görmezlikten gelemeyiz. Olayları önleme, olaylara etkili müdahalede bulunma noktasında kolluk ve idari makamlar sanki bilinçli bir şekilde pasif ve çekingen davranmış, bu durum da olayların artmasına, büyümesine zemin hazırlamıştır. Olayları önleyici tedbirler alınmadığı gibi olaylardan sonra etkili müdahale edilmemiş, soruşturma için gerekli kanıt ve bulgular toplanmamıştır. Yasin Börü ve arkadaşlarının katledildiği olay 17.30’da başlamış ve maktullerin katledildiği bilgisi 18.40’ta emniyete intikal etmiş olmasına rağmen ancak saat 21.18’de güvenlik güçleri olay yerine gitmişlerdir. Yaralı olarak kurtulan mağdur Yusuf Er de kendi imkânları ve bazı duyarlı vatandaşların yardımıyla kurtulmuştur.

Olay tarihinde polislere yapılan anonslarda “Öncelik hassas bölgelerin ve şahsınızın olacaktır. Olaylara doğrudan müdahale edilmesin kitleyle yüzyüze gelinmesin!” şeklinde talimatlar verilmiş, olaylardan sonra Diyarbakır Valisi, olaylara müdahale edilmesi durumunda çatışma çıkabileceğini ve güvenlik güçlerinden kayıplar yaşanabileceğini, bu nedenle temkinli hareket edildiğini ve olaylara gerekli müdahalenin yapılmadığını itiraf etmiştir. Yasin Börü ve arkadaşlarının katillerden kaçarken sığındıkları evde hem kendilerinin hem de ev sahibi kadının defalarca 155 Polis imdat hattını aramasına rağmen kimse yardıma gitmemiş, bir nevi kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Üzülerek şunu da belirtmeliyim ki 4 gencin hayatını kaybettiği böylesine vahim bir olayda emniyet ve savcılık olayı yeterince soruşturmamış, delilleri toplamamıştır. Bir nevi çözüm sürecinin bozulmasına sebebiyet vermeme adına hem ölümlere engel ol(a)mamış hem de olaylara karışan faillerin yakalanmasına yönelik ciddi bir soruşturma yürütmemiş, ne zaman ki meydanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yasin Börü’nün öldürülmesinden bahsedince alelacele soruşturmalar açılmıştır. Bu da asıl delillerin toplanmasını ve bir kısım faillerin yakalanmasını engellemiştir.

Bugün bir kısım sanık avukatları dahi olaylara karışan bazı kişilerin Kobani’ye, bir kısmının da başkaca yerlere, yurt dışına kaçtıklarını mahkemede açıkça söylemekteler. Tabi şunu da belirtmek gerekir ki hem bazı vatandaşların çektiği video görüntüleri ve en önemlisi de olaydan yaralı olarak kurtulmayı başaran mağdur Yusuf Er’in tanıklığı, olayın gerçekleşmesine dair bilgileri ve olaya karışan bazı failleri tespit edişi çok önemli bir delil teşkil etmektedir. Yusuf Er, olayın nasıl gerçekleştiğini, neler yaşandığını ve olay esnasında yüzleri kapalı olmayan bazı kişileri mahkemede açıkça teşhis etti. Hatta şunu da söylemeliyim: Duruşmada ifade verirken mahkemede teşhis işlemi yapılıyordu. Er, tutuklu sanıkların bir kısmı ile ilgili kendisinin onları olaylara karışan kimselere benzettiğini ancak “kimsenin vebaline girmemek için emin olmadığı kişileri söylemediğini, zaten onların Allah’a hesap vereceğini, sadece yüzde yüz emin olduğu kişileri teşhis ettiğini” ifade etti. Sanıklar zaten PKK’lı, hepsi ceza alsın deyip hepsini hedefe koyabilirdi ama bunu yapmadı. Bu da doğrusu hoşumuza gitti ve bundan onur duyduk. Bir Müslümanın adilane ve hassas tutumu söz konusu idi. Öfke ve intikam duygusu ile düşmanca yapılan bir tavırdan ziyade masum birine zarar veririm endişesi tam da adil bir Müslümana yakışırdı ki Yusuf Er henüz 20 yaşında genç bir delikanlı.

Duruşmalarda bulunduğunuz için izlenimlerinizi biraz daha detaylandırmanızı istiyoruz. Bir kısmı basına yansıdı lakin dikkat çekici bulup paylaşmaya değer bulduğunuz neler yaşandı?

Ankara’da yapılan duruşmalar aslında çok gergin bir ortamda geçmekte, bu durum hem emniyet makamlarına hem de mahkeme heyetine olduğu gibi yansımaktadır. Bir PKK – HÜDAPAR kavgası yaşanabilir diye yoğun güvenlik önlemleri alınarak duruşmalar yapılıyor. Bugüne kadar duruşmalar açık olarak görülmekte idi. Ancak son celsede duruşma arasında yaşanan bir olay bahane edilerek duruşmaların kapalı yapılmasına karar verildi. Bundan sonra mahkeme bu kararı değiştirmedikçe duruşmalar sadece sanıklar, katılanlar ve avukatların katılımıyla gerçekleşecek.

Sanıklarla ilgili de şunu söyleyebilirim. Olayın asıl faillerinden olan ve dördüncü kattan aşağıya inerek silahla maktulleri vuran ve kapıyı açıp diğer grubun içeriye girmesini sağlayan asli fail halen tutuklu ve yaralı kurtulan Yusuf Er de kendisini mahkemede teşhis etti. Bu durum davanın esası açısından önemli bir durum. Ayrıca bazı gizli tanıklar da olaylara karışan pek çok sanığı teşhis etti ve olaylardaki rollerini belirtti. Sanıkların büyük çoğunluğu 20’li yaşlarda. Olaylara karışan bazı sanıkların ifadelerini dinleyince içimin acıdığını belirtmem gerekir. Çünkü ben de Bingöl ilinde tıpkı onlar gibi bir mahallede büyüdüm. Olaylara karışan bu gençlerin de çoğunluğu aynı mahallenin gençleri. Kimi berber, kimi pazarcı, kimi esnaf... İçlerinde hırsızlıktan, uyuşturucudan sabıkası olanlar da var. Ama onları örgütleyen, provoke eden ve olaylara çeken dağ kadrolarında eğitim görmüş şehir yapılanmalarında çalışan örgütlü kişiler. Bunların da bir kısmı halen tutuklu ve siyasi savunmalar yapmakta. Tıpkı benim mahallemdeki, sizin mahallenizdeki Kürt gençlerinin çok vahşice işlenen böyle bir katliama katılmaları ve sadece kendilerinden görmedikleri “öteki” cenahtan olanlara karşı olan nefretleri, gözü dönmüşlükleri doğrusu beni çok şaşırtmakta. Aramızda dolaşan ve normalde sıradan bir vatandaş gibi olan bu kişilerin bir gün vahşi bir canavara dönüşebildiklerini/dönüşebileceklerini düşününce bu gençleri dindar, Müslüman kimlikli bizlerin ihmal ettiği aklıma geliyor. Mahallelerimizi ıslah edemediğimizi, bizim boş bıraktığımız alanları birilerinin canavar tarlalarına dönüştürdüğünü görmek hüzün verici bir durum.

Bazı sanıklarda, sanık yakınlarında ve avukatlarda bir mahcubiyet hissi varsa da PKK’dan duydukları korku, öldürülme korkusu, yakınlarının başına bir şey gelebileceği endişesi bu hislerini bastırmakta ve saflarını sıklaştırmalarına yardımcı olmaktadır. Ama sanıkların büyük çoğunluğunun en küçük bir pişmanlık belirtisi dahi göstermediklerini, sadece ceza almamak için kendilerinin olaya katılmadıklarını söylediklerini ama özünde iyi Türkçe bilmelerine rağmen Kürtçe savunma dâhil siyasi tavır sergilediklerini belirtmem gerekir. Kürtçe savunma yapanlar da iyi Kürtçe bilmediklerinden bazen araya pek çok Türkçe kelime sıkıştırıyorlar ki duruşmalarda bazen komik ve bir o kadar da ironik bir durum oluyor. Kürtçe tercüman da her duruşmada hazır bulunduruluyor.

Mağdur yakınları da sanıklara, sanık yakınlarına, sanık avukatlarına ve devlete çok kızgın durumdalar. Çünkü canlarından bir parça kaybetmişler ve anlatılanlar gösteriyor ki kimse de onları kurtarmak için bir şey yapmamış. Üstelik tutuklu sanıkların sayısının her geçen gün azalması, hiçbir sanığın olayı açıkça itiraf edip olayları açık yüreklilikle anlatmaması, üstelik daha önce itiraflarda bulunanların dahi bugün farklı sebeplerle durumu inkâr etmeleri, emniyet mercilerinin olayın üzerine yeterince gitmemeleri, mahkeme heyetinin de tarafsız kalma güdüsüyle sanıklara karşı toleranslı yaklaşımları, mahkemeden ciddi kararlar çıkmayacağına olan inançları ile belki de en önemlisi kaybettikleri yakınlarının geri gelmeyeceğine ve asıl mahkemenin ahiret yurdunda görüleceğine olan inançları mağdur yakınlarını etkilemekte, davanın ciddi bir sonuç getirmeyeceği ve hiçbir şey değiştirmeyeceğine ikna etmiş durumdadır.

Peki, bir hukukçu olarak baktığınızda davayla ilgili adil bir yargılamadan bahsetmek mümkün mü? Vahşetin aydınlatılıp faillerden hesap sorulacağı konusunda siz ümitvar mısınız?

Mahkemedeki yargılama üzerinden değerlendirirsek sanıklar açısından adil bir yargılama çabası güdüldüğünü söyleyebilirim. Sanıkların gerçekten olaylara karışıp karışmadıkları, haklarında yapılan teşhislerin sıhhati, olay anında kullandıkları telefonlardan HTS denilen yer tespitleri gibi hususlar derinlemesine araştırılmakta. Kürtçe tercüman her duruşmada var. İlgili ilgisiz deliller inceleniyor ve tanıklar dinleniyor.

Ama mağdurlar açısından bakınca tam tersi bir durum var. Bazı tutuklu sanıkların daha duruşmalar başlamadan ve deliller toplanmadan serbest bırakılması, soruşturma aşamasında toplanan delillerin yeterli şekilde toplanmaması, emniyetin eksik ve özensiz soruşturma yürütmesi, gizli tanıkların varlığı ve bazılarının ifadelerindeki çelişkiler, duruşmaların bundan sonra kapalı olarak yürütülecek olması, suçun ispatlanmasının gerekmesi ve olaya karışan pekçok kişinin hem yüzlerinin kapalı olması hem de olayları gören bilen kişilerin PKK baskısı nedeniyle mahkemede ifade vermeye yanaşmamaları, ifade verenlerin de beyanlarını geri çekmeleri nedeniyle mağdurları tatmin edecek sonuçlar çıkması pek de mümkün görünmemektedir.

Faillerden hesap sorulmasına gelince; aslında bu olayı üç grup üzerinden değerlendirmek gerekir:

Birinci grup; Yasin Börü ve arkadaşlarının öldürülmesi eylemlerine katılan, eylemlerde bilerek ve isteyerek rol alan, kimliği tespit edilip yargılananlar ile yakalanamayan kişiler. Bu kişilerden kimliği tespit edilenler halen yargılanmakta ve en azından bir kısmı yargılama sonunda küçük ya da büyük bir ceza alacaktır. Bir kısmı ise geri alınan ifadeler, yüzlerinin kapalı olması nedeniyle teşhis edilmelerinin zorluğu, PKK korkusu nedeniyle aleyhlerinde ifade verilmemesi veya gerçekten olaylarda yer almamaları gibi sebeplerle ceza almayacaktır. Yakalanamayan, kimliği tespit edilemeyen, yurt dışına kaçan kişilerin tespiti ise ne yazık ki çok daha zor görünmektedir.

İkinci grup; bu olaylara aktif olarak katılmamakla birlikte bu olay da dâhil olmak üzere 6-8 Ekim olaylarını planlayan, organize eden, daha büyük çaplı eylemleri tertip eden ve edebilecek olan güçlerdir ki hukukta “asli manevi fail” denen bu kişiler bulunup yakalanmadığı sürece Gezi olayları, 6-8 Ekim olayları tarzında her zaman ciddi toplumsal eylemler görülebilir. Güçlü bir hukuk devleti birinci grupta yer alan tetikçileri olduğu gibi tetikçileri sahaya süren kişi ve güçleri de deşifre edebilmeli ve yakalamalıdır.

Üçüncü grup ise olayların başlamasına, büyümesine, çığırdan çıkmasına sebebiyet veren, bir nevi azmettirici rolü olan kişi ve kurumlardır. Bunların bir kısmı Abdullah Öcalan ve kardeşi Mehmet Öcalan, HDP MYK üyeleri ve Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ, ESP MYK üyeleri, KCK Yürütme Konseyi üyeleri, Eğitim-Sen MYK üyeleri, DBP Diyarbakır İl Başkanı Zübeyde Zümrüt ve İl Yöneticisi Ali Erdemirci gibi kişiler vewww.firatnews.com vb internet siteleri ile o tarihlerde halkı ayaklanmaya çağıran kişiler ile bunu yayan basın ve medya kuruluşları yetkilileridir. Bu kişi ve kurumlar hakkında soruşturma dahi yürütülmemiş, ifade vermeye davet dahi edilmemişlerdir. 6-8 Ekim olayları büyüdükten ve özellikle bazı misillemeler olduktan sonra HDP yöneticilerinin halkı sükûnete çağırmaları işlenen eylemleri ve suçları ortadan kaldırmadığı gibi kaybedilen canları da geri getirmemektedir. HDP’li Altan Tan’ın “Ben HDP yönetimindeyim… MYK üyesiyim. Halkı sokağa çağıranlar arasındayım. Bunları kendimi de işin içine katarak söylüyorum. Özeleştiri yapıyorum. Maalesef öngöremedik olanları.” ve HDP’li Sırrı Sakık’ın “Bundan sonra sokağa çıkın derken de bin kere düşünmeliyiz.” Şeklindeki açıklamaları olanların itirafı niteliğinde olsa dahi ceza hukuku açısından yeterli olmayıp olayların oluşmasına ve büyümesine katkı verenlerin soruşturulmaları ve yargılanmaları gerekir.

Bu noktada kamuoyu da benzer bir beklenti içinde. Özellikle katliama davetiye anlamında çağrıda bulunan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve Mehmet Öcalan gibi şahıslar hakkında bir yargılama mümkün olacak mı sizce?

İfade ettiğim gibi hem Selahattin Demirtaş’ın hem de Öcalan adına açıklama yapan Mehmet Öcalan’ın olayların başlayıp büyümelerinde ciddi etkileri söz konusudur. Özellikle HDP Merkez Yürütme Kurulu’ndan 6 Ekim sabahı “acil çağrı” notuyla paylaşılan “Kobanê’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobanê’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz!” açıklamanın ve KCK’nın benzer mahiyetteki açıklamasının ardından geniş çaplı gösteriler yapılmaya başlanmış, bir nevi bombanın pimi çekilmiştir.

Bu davanın hem iddianamesinde hem de dava dosyası içinde bulunan delillerde kimin neyi söylediği, akabinde olayların nasıl patlak verip büyüdüğü açıkça ortadadır. Selahattin Demirtaş milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle şu anda yargılanmasa da muhtemelen hakkında bu hususla ilgili fezleke düzenlenecektir. Çünkü bu olaydaki rolü çok açıktır. Ancak bunun için güçlü bir hukuki ve siyasi irade gerekmektedir. Tabi bu yapılırken siyasi saiklerle hareket etmeden tamamen hukuk ilkeleri içerisinde hareket edilmeli, sadece Demirtaş değil, olaylarda etkisi olan her kişi ve kurumun yapıp ettikleri değerlendirilmeli ve sorumlular yargılanmalıdır. Ancak normalde kısa vadede bunun gerçekleşebileceği ihtimalini öngörmemekle birlikte ülkenin siyasi iklimine bakıldığında dokunulmazlıkların kaldırılıp yargılama yolunun açılabileceğini tahmin ediyorum. Kamuoyunun beklentisi bir baskıya dönüşürse belki kısa sürede yargılama yolu açılabilir lakin kamuoyunda henüz böyle bir baskı olduğunu düşünmüyorum.

6-8 Ekim olaylarında çok sayıda Müslüman katledildi. Mevzu sadece Yasin Börü ve arkadaşlarından ibaret değil. Katledilen diğer Müslümanlar ve saldırıya uğrayanlarla ilgili geniş kapsamlı bir soruşturma var mı?

6-8 Ekim olaylarında hatırlarsanız olaylar o kadar çığırından çıkmıştı ki yaklaşık 50 kişi öldürüldü. Olaylar Kobani’ye yardım talepli olarak başlamıştı ama dindar kimlikli herkes hedef gösterilmekteydi. Kobani eylemlerinin aslında bahane olduğu, asıl amacın dindar kimlikli, PKK’ya muhalif kişi ve kurumların hedef gösterilerek baskı altına alınması ve mümkünse imhası olduğu ortaya çıktı. Ancak olaylara katılan kişiler tam olarak yakalanamadığı gibi haklarında ciddi ve yeterli davalar da ne yazık ki açılamadı.

Burada Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi nedeniyle açılan dava bir sembol oldu. Diğer olaylar ile ilgili olarak da etkin ve yeterli soruşturmalar yürütülmesi ve olaya karışan kişilerin yargılanması, olayların arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılması ve siyasi sorumluları dâhil olayda etkisi olan herkesin yargılanması, soruşturmaları ihmal eden veya gizleyen yetkililerin de açığa alınarak haklarında soruşturma açılması gerekiyor. Türkiye hukuk sisteminde bunun gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğunu bilsem de yapılması gerekenin hukuku ve adaleti tesis etmek olduğuna olan inancım bana bunu söyletiyor.

Özelde Yasin Börü Davasına Müslümanların ilgisini yeterli buluyor musunuz? Dava yeterince sahiplenilip gündemde tutulabiliyor mu?

Yasin Börü Davasında yeterli bir sahiplenme var dersek yanılırız. Ama tamamen ihmal edildiğini söylersek de haksızlık ederiz. Bu dava Ankara’da görülmekte ve İslami camiadan yaklaşık 50 avukat bugüne kadar her duruşmayı takip etti. İstanbul’dan 10-15 avukat olarak her duruşmaya gidiyoruz. Türkiye’nin pek çok ilinden avukatlar destek için duruşmalara geliyor. İslami camiaların yetkilileri, üyeleri bizzat Ankara’ya gelerek, basın açıklaması yaparak destek verdi. Gönül isterdi ki bu sahiplenme çok daha fazla olsun. Fakat Müslümanlar arasındaki bölünmeler o kadar derin ve parçalanmalar o kadar fazla ki bu tür davalar dahi herkesi bir araya getirmeye yetmiyor. Dava gündemde tutulmaya çalışılsa da medya daha çok bize önemsiz gibi gelen detaylara yönelip bir anlamda olayın özünü gözden kaçırıyor. Haber değeri olarak gördüğü ve daha çok magazinsel diye tabir edilen hususlara yöneliyor. Son duruşmada bazı AK Parti milletvekilleri de duruşmaya gelmişti. Daha fazla sahiplenilmeli ve bir kamuoyu baskısı oluşturulmalı. Yoksa davanın sulandırılıp suçun bazı kurbanlara yükletilmesinden ve olayın asıl sorumlularının gözden kaçırılmasından endişe duyuyoruz.

Davayı takip eden avukatlar adına son olarak neler söylemek istersiniz; ne tür beklentiler içinde bulunuyorsunuz?

Davayı takip eden avukatlar olarak ne olursa olsun hayatını kaybeden Yasin Börü ve arkadaşlarının geri gelmeyeceklerini bilmekteyiz. Mükâfatlarının Rabbimiz katında olacağı bilinciyle bizler davanın takipçisi olacağız. Katliama karışan kişilerin en ağır cezalara çarptırılmaları ile buna ortak olan ve sebebiyet veren kişilerin de yargılanmaları için gerekli hukuki prosedürleri takip edip, en küçük delillerin dahi izini sürüp hakikatin ortaya çıkması ve katillerin yaptıklarının yanına kâr kalmaması için mücadele edeceğiz.

Ayrıca bu davada kurban eti dağıtırken sırf Müslüman kimlikli diye vahşice katledilen kişilerin ve ailelerinin haklarını savunmak bize onur ve gurur veriyor. Bunun yanında insanlara dinî ve fıtri perspektiften değil de milli/ulusal perspektiften bakınca gencecik insanların vahşice katledilmesini, sıradan insanların canavar ruhlu yığınlar haline dönüştürülmesini vaka-i adiyeden sayan milliyetçi kimliğin dindar Kürt halkına verdiği zararı da görmekteyiz. Müslüman bireyler olarak her birimizin sorumluluğunun sandığımızdan çok daha fazla olduğunu da belirtmek isterim. Daha fazla Yasinler, Ahmetler, Riyatlar ve Hasanların kaybedilmemesi için Müslüman her birey kendi üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmeli, takvayı kuşanıp hakkı ve sabrı tavsiye etmeli, marufu emredip kötülükten sakınmalı ve örnek bir toplum inşası için çaba sarf etmelidir. Biz bunu bugün Müslüman birer avukat olarak bu davalarda varlığımızla, duruşumuzla ve çabalarımızla yapmaya çalışıyor, hakikatin ve adaletin tesisi için çaba sarf ediyoruz. Sorumluluğumuzun bununla sınırlı olmadığını da biliyoruz. Tevhid ve adaletin tesisi için hepimizin daha çok çaba sarf etmesi gerekiyor. Bizler üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirirsek Rabbimizin yardımının olacağını ve hiç ummadığımız şekilde olumlu sonuçlar alacağımıza inanıyoruz.Bu dünyada olmasa da ebedi ahiret yurdunda olacağı muhakkak.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR