1. YAZARLAR

  2. Serdar Bülent Yılmaz

  3. Tavrımızı da Fıkhımızı da Sistem Değil, Biz Belirlemeliyiz!

Serdar Bülent Yılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Tavrımızı da Fıkhımızı da Sistem Değil, Biz Belirlemeliyiz!

Aralık 2008A+A-

Haksöz:Resmi törenlere ilişkin tavır konusu İslami mücadele bağlamında nereye oturtulabilir?

Yaşadığımız sistem Kur’an’a göre bir küfür sistemi. Küfrünü çeşitli zor yöntemlerini de kullanarak topluma ve bize dayatıyor. Toplumu ve Müslümanları zayıflatıyor ve teslim almaya çalışıyor. Egemen küfür bunu okuldan kışlaya, sokaktan işletmelerimize kadar geniş bir yelpazede kendini dayatmak suretiyle gerçekleştiriyor. Okul öncesi çağdan başlayarak tüm okul hayatı boyunca, askerde ve bürokraside hatta çalışma hayatına kadar toplum bir bütün olarak hizaya sokulup, askeri nizam içinde itaate zorlanıyor. Sistem bize ve çocuklarımıza putlarını dayatıyor ve saygıda kusur etmeden tapınmamızı bekliyor.

Bu dayatmaya karşı Müslümanların net bir itiraz yükseltmeleri gerekiyor. Bu, imanımızın bir gereği. Ancak buna karşın sistemin özellikle bahsi geçen kutsallaştırılmış törenler hususunda takındığı sert ve kararlı tutum, toplumla birlikte Müslümanların da çaresizlik psikolojisine girmelerine neden oluyor. İtiraz edilmedikçe bu tarz dayatmalar kabulleniliyor ya da en azıdan normalleşiyor. Toplumu şekillendiren resmi tornaya çocuklarımızın veya kendimizin dâhil edilmesine istemeyerek de olsa razı olabiliyoruz. Öyle ki dayatılan onur kırıcı davranışlar karşısında dahi sonuç alamama, başımızı gereksiz derde sokmama ve benzeri gerekçelerle itiraz etmekten kaçınabiliyoruz. Elbette itiraz eden, karşı koyan ve direnen çok sayıdaki kardeşlerimizi bu değerlendirmenin dışında tutuyor ve örnekliklerini artırmalarını bekliyoruz. Ancak genel olarak İslami kesimin hali pürmelâli maalesef böyle.  

Burada önemli bir husus da tavrımızı bizim değil bunları bize dayatan sistemin belirlemesi ve bize itirazlarımız için hat çizerek yasak bölgeler oluşturması karşısında bizim fıkhımızı yenileyemeyişimiz. Oysa tavrımızı da fıkhımızı da sistem değil bizler belirlemeliyiz. Bu nitelikli ve bağımsız İslami mücadelenin bir gereğidir.

Dirilişin yolu direnişten geçiyor!

Ceberut sistem bizleri başka yol olmadığına inandırmış durumda. Oysaki bilinçsiz toplumdan farklı olarak Müslümanlar ve İslami hareket sürekli olarak fıkhını yenilemeli, çıkış yolları aramalı ve bu konuda örnek / şahit olmalıdır. Direnme yolları tüketilmeden bir ikrahtan, kaçınılmazlıktan, çözümsüzlükten bahsedilemez. İşin fıkhî boyutu bir yana mantıksal olarak Müslüman nasıl ki su aramadan teyemmüm edemeyecekse veya helal yiyecek aramadan domuz eti yiyemeyecekse bunun da ikrah sayılabilmesi için başka alternatifinin olmaması gerekir. Hâl böyle iken direnmeyi bir alternatif model olarak sunan Müslümanlara sistemden önce, toplumu germemek, sistemle durup dururken dalaşmamak, bazı kazanımları riske sokmamak ve sair nedenlerle muhafazakârlaşan, iktidar partileri içinde ikbal peşinde koşan “eski İslamcı” kesim karşı koyuyor.

Müslümanların sisteme entegrasyonu ve İslami direnişin pasifleşmesi, bireyselleşme, kapitalistleşme, Türkiyeciliğin İslami kesim arasında neşvünema bulması bizi bekleyen en büyük tehlike. Gerçekten de o noktaya doğru sessiz ve derinden seyreden bir evrilme söz konusu. Giderek Müslümanların iddialarındaki tonlama yumuşuyor, sistemle karşı karşıya getirecek her türlü eylem radikallikle, hiç değilse, politize olmakla, marjinallikle suçlanarak boğuluyor. Müslümanlar arasında AKP'lileşme giderek tehlikeli boyutta yaygınlaşıyor. Müslümanlar inançlarında da tavırlarında da giderek yozlaşıyor ve sistemin bir parçası oluyorlar.

 İslami hareketi bekleyen gerçek tehlike tam olarak liberalleşme, dönüştürme bilincini ve iddiasını kaybetme ve sistemin bir parçası olma tehlikesidir. Birçok Müslümanın anlayışı öylesine sessizce ve hissettirmeden değişti ki sanki devlet insan haklarına biraz daha saygılı olsa, AB standartlarında bir özgürlük ortamı oluşsa sistemle aramızda sorun kalmayacakmış gibi bir yaklaşım var. Bu sadece kendimizle ilgili sorunlara yaklaşımlarımızda değil sistemle kavgalı kesimlerin talepleri ve eylemleri karşısındaki tutumlarda da belirginleşmekte. Öyle ki birçok Müslüman bu kesimlerin sistemle kavgasını abartılı bulmakta, bu kesimler sorun çıkarmakla suçlanmakta ve “Ya daha ne istiyorlar?” demeye getirilmektedir. Bu yaklaşım aslında bir nevi postmodern neo-liberal sağcılıktır.

Dikkat çekmeye çalıştığımız tehlikeli gidiş nedeniyle tağutî sistemle aramızdaki savaşımı belirginleştirmek, görünür kılmak daha bir önem kazanıyor. Kemalist tağutî sistemle Müslümanların arasında temel problem sadece temel insan hakları gibi alanlarda ve başörtüsünde yaşanıyormuş algısını kırmak için kriz alanlarını çoğaltmak, görünür kılmak ve sistemle aramızdaki fay hatlarını harekete geçirmek (aslında üzeri küllenmiş-unutturulmuş- kriz alanlarını gündemleştirmek) gerekiyor. Bu noktadan bakıldığında tağutî sisteme karşı muhalif tavrın yeniden kurulmasının artık zaruret teşkil ettiği açıkça görülüyor.

Direniş, geleceği yeniden kurma eylemidir!

Direniş, lineer (doğrusal) bir davranış biçimi değil aksine döngüseldir ve bu nedenledir ki modernizmin “peşinci” bireyinin düşünce biçimine ters gelir. Kısa vadede sonuç vermeyen bir eylemliliğe yönelmez modern peşinci birey, bu nedenle sabrı ve direnişi anlamsız bir inat gibi algılar. Oysa modern peşinci bireyin anlamadığı/bilmediği bir şey vardır: Müslümanın zaman algısı derin bir döngüselliğe dayanır ve geleceğe de bu şekilde bakar. Büyük olasılıkla sonuçsuz kalacağı bilinen çabaları birçoklarına anlamsız bir inat gibi gelse de o aslında sürekli olarak içinde yaşadığı zamanı yeniden ve yeniden anlamlandırmakta, belki de kendisinin hatta hiçbir dünyalının göremeyeceği bir geleceği kurmaya çalışmaktadır. Tam da bu noktada direniş bir gelecek kurma eylemidir ve sonucu kesinlikle geleceğin bir yerlerinde alınacaktır.

Bugün İslami hareketin temel sorunlarından biri de bu anlayış biçimini yitirip modern peşinci bireyin tarzına duyulan eğilimdir. Modern peşinci bireyin gelecek anlayışıyla örtüşen modern İslamcılığın zaman konusundaki yanlış kulvarı onun aceleciliğinin ve direnişi sonuç almaya bağlama hastalığının kaynağını oluşturmakta. Buna bir de kolektif bilincin yitirilmesini eklersek modern İslami hareketin aslında söz konusu edilen boykot gibi direniş modellerine ne kadar muhtaç olduğunu anlarız.

Açık ve simgesel direnişin önemi

Öncelikle İslami hareketin sisteme karşı açık ve simgesel bir direnişe muhtaç olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Artık biz Müslümanların, bu zulüm sistemiyle örtük veya açık bir uzlaşı veya barış içinde yaşayamayacağımız anlaşılmalıdır. Tağutî sistemi zaten herkesin eleştiregeldiği yönleriyle eleştirmek, sistemin yasak alanlarına dokun(a)mamak bizim iddialarımızı zayıflatmakta, muhalefetimizi ehlileştirip sığlaştırmakta ve buna paralel olarak da etkisizleştirmekte. Sistemle onun açık sembolleri üzerinden açık alanlarda bedel ödemeye hazır bir tarzda hesaplaşma bilincini -ki bu bilinç yitirdiğimiz nebevi bir gelenektir- yeniden kazanmak, muhalefetimizin dirilik kazanması açısından hayati önemi haizdir. Kaldı ki tüm bunların yanında saklandığımız uzak yerlerden ufak taşlar atmaktan vazgeçip sisteme açıkça cephe almak riski kadar kazanımı da yüksek olan bir yöntemdir.  Bu “tavır”, direnişimizi tazeleme ve fıkhımızı yeniden kurma fırsatı sunması bakımından ön açıcı bir tavırdır. Bu tavra tüm Müslümanların ve bir bütün olarak İslami hareketin ihtiyacı var.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR