1. YAZARLAR

  2. Fırat Toprak

  3. Suriye’ye Sorunlu Yaklaşımlar ve Üçüncü Yol

Suriye’ye Sorunlu Yaklaşımlar ve Üçüncü Yol

Eylül 2012A+A-

1- Suriye’de yaşanan isyanı diğer Ortadoğu ülkelerinde gerçekleşen isyan dalgasından ayrı düşünmek doğal mı? Ayrım gözetenler haklı verilerden mi hareket ediyorlar yoksa çifte standartlı mı davranıyorlar?

2- Suriye devriminin temel dinamikleri nelerdir? Ayaklanmanın halkın iradesini yansıtmayıp, temelde harici güçlerin kışkırtma ve provokasyonlarından kaynaklandığına dair iddialara ne dersiniz?

3- İsyanın başından itibaren bazı çevreler Suriyeli muhaliflere “İsyan etmemeliydiler!”, “Silaha başvurmamalıydılar!” vb. eleştiriler yöneltmekteler. Genelde Suriye halkı ve özelde muhalif kesimler sizce ne yapmalıydılar? Bundan sonrasına ilişkin ne yapmaları gerektiğini düşünüyorsunuz?

4- Suriyeli direnişçilerin Batı’ya, Rusya’ya, BM, NATO, Arap Birliği gibi kuruluşlara, İran’a ve Türkiye’ye yönelik yaklaşım, tavır ve beklentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

5- İslami camianın Suriyeli Müslümanların maruz kaldıkları zulümler, işkence ve katliamlar karşısında iyi bir sınav verdiğini/verdiğimizi düşünüyor musunuz? Neden?

6- Türkiyeli Müslümanlar olarak “Suriye meselesi”ne ilişkin olarak bundan sonrası için ne tür bir tavır takınmalı, neler yapmalıyız?

 

Son birkaç yıllık süredir genelde “Arap Baharı” diye tesmiye olunan Tunus’la başlayıp Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı yeniden şekillendiren süreçler ve hususen de Suriye Kıyamı anlamlandırılmaya ve tavır belirlemeye dönük tartışmaların merkezini teşkil etmektedir. Doğal olarak bölgesel ve küresel güçler ile politik çevreler duruş, düşünüş ve çıkarlar bağlamında süreçlere yaklaşmakta/tavır geliştirmekte ve bütün imkânlar ile süreçleri belirlemeye çalışmaktadırlar. Burada bize düşen ise “müminlere” yakışan adil bir yaklaşım/nevi şahsa münhasır duruş üzere olmaktır.

1- Kuşkusuz her ülkenin coğrafi ve sosyo-politik gerçekliği ile etnik, mezhebî ve güç dengeleri farklılık arz etmektedir. Lakin bu farklılıklar zalim bir yönetimin varlığını ve bu yönetime karşı kıyam eden bir halk gerçeğini değiştirmemektedir. Bundan dolayıdır ki zulme karşı mücadele üst perspektifi Suriye Kıyamı için de geçerlidir ve bu ilkesel çerçevede Suriye Kıyamı diğer kıyam tecrübeleriyle örtüşmektedir. Ayrım gözetenlerin elbette ki reel-politik verileri olabilir ama hiçbir veri dostların hatırına değerlerin fedasını meşrulaştıramaz. Sevginin gözleri nasıl körleştirdiğini ve temel değerleri nasıl ama’larla, fakat’larla buharlaştırdığını bir kez daha göstermesi bakımından Suriye turnusolünün büyüklüğü teslim edilmelidir. Tam da burada “emr olunduğumuz gibi dosdoğru olma” düsturumuzu yani tutarlılık prensibimizi her kim olursa olsun, her ne şart altında olursa olsun genelliği içerisinde teori ve pratiğimizle gerçekleştirme sorumluluğumuzu hatırlamalıyız. Ki çifte standartlı yaklaşımların “kendimiz, yakınlarımız ve sevdiklerimiz aleyhine bile olsa” sapmamamız gereken adalet ilkemizi buharlaştırdığını her daim akılda tutmak gerekmektedir. “Bugün Suriye’de devrimsel süreç ve devrimciler yoktur. Emperyal bir plan ve ajanlarına karşı mücadele vardır.” yaklaşımı yaşanan akıl tutulmasını ortaya koymaktadır. Bunun tabi neticesi olarak da kör şiddet, her gün yüzlerce insanın katli meşrulaşabilmektedir. Durulan yere göre yapılan reel-politik izahlar İslami ve insani olmaktan uzak çifte standartlı ve tutarsız yaklaşımlar olarak anlaşılmaktadır/anlaşılmalıdır.

2- Elbette ki bugünkü Suriye Kıyamının köklerini Hama Kıyamında ve daha erken dönemlerde arayabiliriz. Bu temelde Ömer el Emiri ve Mustafa Sıbai dönemine uzanan İhvan örgütlülüğü -ki Mısır’dan sonraki ilk örgütlenme ve zamansal olarak Hasan el Benna dönemine tarihlenmektedir- ve baskı ve katliamlarla sindirilemeyen ama dönemsel iniş-çıkışlarla birlikte toplumun kılcallarında her daim diri bir muhalefetin varlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Salt dış güçlerin provokasyonu söylemi ucuz bir ötekileştirme söylemidir. Eğer bununla dış güçlerin kıyamı belirlemeye çalıştığı ifade edilmek isteniyorsa bunda haklılık payı kabul edilebilir. Çünkü her bir sosyo-politik süreç iç ve dış birçok faktörün tesir sahasındadır. Sonuç ise bu faktörlerin güç mücadelesi neticesinde şekillenecektir. Sosyo-politik zeminde karşılığı olmayan hiçbir toplumsal mühendisliğin başarı şansının olmadığı açıktır. Her şeyin küresel güçlerin planı dâhilinde tıkır tıkır işlediği savı halkların iradesizliği kabulü üzerinde gelişen bir yanılsamadır ancak. Bugün gelinen aşamada devasa bir halk hareketi ile karşı karşıya olduğumuzu umutla söyleyebiliriz. Hakkın/halkın hesabının kötücül başkalarının hesabını alt üst edeceğine olan inancımız tamdır.

3- Arap coğrafyasındaki kıyamlar komplocu yaklaşımların ötesinde büyük bir değişim imkânını ifade etmektedir. Haliyle bu zemin diğer coğrafyalarımız gibi Suriyeli muhalifler için de mümkün olan en iyi konjonktürü sağlamıştır. Hatta teşbihte hata olmaz kaydıyla söyleyecek olursak Hama Kıyamından bile daha iyi bir reel-politik mevcutken “isyan etmemeliydiler”, “silaha sarılmamalıydılar” tezi sinmişlik psikolojisinin kalıcılaştığını veya vakıanın okunamadığını gösterir ancak. Kanımca Suriyeli muhalifler yapılması gerekeni yaptılar. Lakin kendilerini gelişen bir sürecin içerisinde ciddi bir donanım olmaksızın buldular. Kervanı yolda düzmeye çalışmanın getirdiği sorunlarla yüzleşmekteler elan. Aradan geçen azımsanmayacak bir zamana rağmen parçalı görüntünün giderilememesi, ehil bir önderliğin teşekkül ettirilememesi, Suriye Ulusal Konseyi vb. sorunların aşılamaması sürecin uzamasına ve ödenen bedellerin ağırlaşmasına yol açmaktadır. İç sorunlara, İran’a, Rusya’ya rağmen Suriye Kıyamının önemli mesafe kat ettiği görülmektedir.  

Bundan sonraki süreçte iç sorunları aşmaları ve hassaten direniş iradesinin vesayet altına alınması ihtimalini ihtiva eden Türkiye ve Arap ülkeleriyle kontrollü bir ilişki geliştirmeleri önem arz etmektedir. Bir İslami hareket için ise vesayet altına girmekten daha ölümcül bir hata düşünülemez.

4- Bugün itibariyle ve buradan bakınca Suriyeli direnişçilerin Rusya-İran hattına yönelik tavır ve tepkilerini görebiliyor ve anlayabiliyoruz. Lakin NATO, ABD ve Türkiye hattına yönelik duruşları aynı netlikte tebellür edememektedir. Savaş koşullarının ve parçalı yapının bu hususta etkisi aşikâr. Bu durum ise Esed sonrası için tereddütler oluşturmakta. Ümmet yakın tarihte birçok bölgede cephedeki varlığını masaya yansıtamamış, dolayısıyla kazanımlarını Anglo-Sakson ayak oyunlarına terk etmek durumunda kalmıştır. Suriye Kıyamı içinde cephedeki net İslami varlığın SUK’a ve diplomasiye yansıtılamaması halinde masa başı tertipleri tehlikesi aynıyla vaki olacaktır. Buradan bakınca İhvan’ın tedriciliği anlaşılabilir kuşkusuz fakat ciddi risk taşıdığı da ortadadır.

5- İslami camianın genel olarak Suriyeli kardeşlerinin acılarını paylaşma hususunda iyi sınav vermedikleri kanaatindeyim tabi ki. Bir kısım İslamcılar İrani yaklaşım diye adlandırdığım duruş ile katliamları meşrulaştırma misyonunu gönüllü olarak deruhte etmektedirler. Bu kısım için önemli olan Kudüs davası ve direniş hattı perdelemeli örtük İran ulusal çıkarlarıdır. Esed’e karşıyız ama’lı söylemler binlerce masumun kan aynasında ikiyüzlülüğü teşhir etmektedir. Bu yaklaşım içindeki İran ile iltisaklı çevrelere ancak sıklıkla okunan “Zalimlere meyletmeyin sonra size ateş dokunur.” ayetini hatırlatma durumundayız. Bir masumun kanı bir devletin ulusal çıkarlarından daha önemli olmadıkça İslami değerlerin içselleştirildiği iddia edilemez. Mümine düşen hak suretindeki batılı, meşhur ifadeyle Hüseyin’le Yezid’i tefrik edebilmek değil midir? Tarihin her döneminde kavganın dine karşı din kavgası olduğu hakikatini hatırda tutmak gerekmektedir. Bugün için bu kesim değil -ki kardeşlerinin acılarına kayıtsızlık anlamında İslami literatüre göre- “dilsiz şeytan” olmak, zulmün işbirlikçiliği bağlamında suç ortaklığı içerisindedir. Kıyametten önce tarih ve ümmet önünde hesap vereceklerini söylemek kehanet olmasa gerek.

Bir kısım İslamcılar ise Turanî yaklaşım olarak adlandırdığım AK Parti politikaları paralelinde bir Suriye duruşunu/ilgisini temsil etmektedirler. Ümmetin diğer kanayan yaralarından -türlü tevillerle- sakındıkları bu ilgiyi Suriye Kıyamına teksif etmeleri tartışılmalıdır elbet. Türkiye Uludere’nin üzerini örtmeye çalışırken, NATO bayrağı altında Afganistan ve Somali gibi cephelerimizde direnişçilere karşı savaşırken veya İran’a yönelik füze kalkanı projesi Kürecik’te hayata geçirilirken ve bu durumlara ses çıkarılmazken Suriye’ye yönelik yine bir NATO projesi kapsamında olduğu anlaşılan ilgi/desteğe abartılı anlamlar yüklemek en hafifinden basiretsizlik olsa gerek. Türkiye’nin mevcut Suriye politikasının direnişin lehine olduğu kuşkusuz. Bununla beraber küresel emperyal güçler arasındaki çıkar çatışmalarını Müslümanların maslahatı bağlamında okuma ve dönemsel yakınlıklar oluşturma süreçlerinde ihtiyatı elden bırakmamak icap ederken bizim mahallenin hatırı sayılır bir kesimi için iş bu ihtiyatın fazla bir anlam ifade etmediği görülmektedir. Karşıta sığınmaya varan tavırların hiç de bağımsız İslami tavır olmadığı aşikârdır.

Barzani’nin çabalarıyla oluşturulan Esed karşıtı Kürt muhalefeti de Suriye Kıyamı açısından olumlu olmakla beraber son tahlilde bileşenlerinin ulusalcı-seküler kimlikleri dolayısıyla çözümün değil de sorunun bir parçası olduğu/olacakları gözden ırak tutulmamalıdır.

İşte burada Türkiye Müslümanlarına düşen görev türlü tevillerle Türkiye veya İran ulusal çıkarlarına göre konumlanmak değil bağımsız bir İslami varoluş ve tavır geliştirebilmektir. Bahse konu üçüncü yol İrani ve Turanî kaygı, ilgi ve sevgilerin dışında iş bu vahyî ilkesellik temelli İslami yaklaşımdır. Bu yaklaşım müzmin muhalefet anlayışından olduğu kadar bağımsızlığına halel getirecek ilişkilerden de kaçınma iradesi geliştirebilen bir yaklaşımı ifade etmektedir. İrani ve Turanî yaklaşımlar duruşlarını İslami argümanlarla meşrulaştırma çabası içerisinde olduklarından sahih İslami yaklaşım olan üçüncü yol yolcularının dinamik bir bilinç üzere olmaları lazım gelmektedir.

Rejim karşıtı koalisyonun Esed sonrası dağılacağı ihtimali asıl mücadelenin o zaman yaşanacağını ihsas ettirmektedir.         

6- Türkiye Müslümanları Ortadoğu kıyamlarının hiçbirinde Suriye’deki kadar tereddüt yaşamadılar. Elan dahi süregelen tartışmalar göz önüne alındığında geniş katılımlı Suriye forumlarına, seminerlerine, yardım kampanyalarına vb. yapılabilecek her tür çabaya ihtiyaç olduğu söylenebilir rahatlıkla. Öyle ki teorik ve pratik ortak bir iradenin teşekkül etmesi evleviyetle önem arz etmektedir. Bu ortak irade düşünsel planda İrani yaklaşımı mahkûm etmekle beraber -belki de daha önemlisi- Turanî yaklaşımın NATO misyonunu da teşhir ederek Suriye devriminin çalınmasına engel olacak bir sigorta görevi görmelidir. Yanı başımızda kitlesel bir kıyım gerçekleşmekte, küresel güçler öyle veya böyle kıyıma vakit kazandırmakta ve/ya ümmetin lehine olmayacak planlar tertip etmekte. Bu kitlesel kıyıma karşı verilen destansı bir mücadele de hadisenin diğer bir boyutu. Bütün bu olup-bitenlerin karşısında farkındalık ve sorumluluk perspektifiyle hareket etmememiz ağır bir vebal demektir.

Zaman olanca hızıyla akıp giderken hadisata güç nispetinde tesir etmekliğimizle imtihan olunmaktayız. Ki bütüncül ölçekte ispat-ı rüşt eylemeyenlerin giderilip yerine Allah’ın razı olduğu, Allah’tan razı, kınayıcının kınamasına aldırmadan fi sebilillah cihad eden bir topluluğun getirileceği sünnetullah gereğidir. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR