1. YAZARLAR

  2. Süleyman Nazlıcan

  3. Suriye Savaşında Nereye Doğru?

Süleyman Nazlıcan

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye Savaşında Nereye Doğru?

Ocak 2017A+A-

İslam coğrafyasından yükselen şiddetin dozu her geçen gün daha da artmaktadır. Bu şiddet dalgasının ortaya çıkardığı tahribatın izlerini kısa vadede silmek mümkün gözükmemekle beraber, savaşın daha da ileriye taşınma ihtimali söz konusu olabilir. Bu ihtimali besleyecek hesapların ve politik tutumların varlığı da aşikâr olarak ortadadır. İran’ın yayılmacı siyaseti, Rusya’nın tekrardan kendini küresel siyasette belirleyici olarak görmek istemesi, Amerika’nın Ortadoğu planları, Türkiye’nin itirazları ve örgütlerin (PKK, IŞİD) performansı burada belirleyici olacaktır. Ancak görünen o ki bütün bu hengâmede (Türkiye hariç) savaşan taraflar işin insani boyutunu hepten rafa kaldırmış gözükmektedirler.

İçimizi acıtsa da maalesef bu insani ve ahlaki duyarsızlık sadece Müslümanlar için söz konusu olmaktadır. Oysaki herhangi bir Batı ülkesinde ya da başka yerlerde savaş suçu kapsamına alınan ya da insan hakkı ihlali olarak değerlendirilecek katliamlar ve işkenceler Müslümanlar söz konusu olduğunda sessizlikle karşılanmaktadır. Elbette bizler açısından bu tutum Batı’nın ikiyüzlülüğünü bir kez daha tescillemiştir.

Diğer taraftan reel politikanın soğuk, acımasız ve hissiz yüzünü bugünlerde çok net olarak gören ümmetin çocukları, tekrardan içe dönük bir muhasebe yaparak mevcut durumu yeniden değerlendirmek zorunda kalacaklardır. Şüphesiz bu muhasebenin en belirgin tarafı ümmeti yeniden inşa etmenin olanakları, zorlukları, zaafları ve gerçekleriüzerinden yapılacak bir yüzleşme olacaktır.

Bizce Suriye’de altı yıldır sürdürülen savaş ümmetin portresini net olarak ortaya koymuştur. Bu savaşa müdahil olanların ve olmayanların tavrı yeni bir tarife gerek bırakmamaktadır. Zaten bölük pörçük olan ümmetidaha da küçük parçalara bölme adına sorunlu alanların tekrar açığa çıkarılması (Şiilik-Sünnilik, Kürtlük-Türklük-Araplık-Farslık) ve bunlar üzerinden siyasal bir mücadelenin örgütlenmesi bu sürecin nereye götürülmek istendiğini açık bir şekilde göstermektedir.

Bu süreçte iki bölgesel güç olan Türkiye ve İran’ın tavrı sorgulandığında; İran ümmete ciddi bir kazık atmış ve gizlediği gerçek yüzünü göstermiştir. Türkiye ise bu süreçte yalnız kalmasına rağmen mazlum Suriye halkına verdiği destekle kimsenin yapmadığı ciddi bir fedakârlık göstermiştir. Elbette bu tavrın devam etmesi ve sonuna kadar sürdürülmesi gerekir. Ancak son Halep kuşatmasında muhaliflere yeterli desteğin köşeye sıkışmışlık korkusuyla verilmemesi aklımıza “Klasik devlet reflekslerine geri mi dönüldü yoksa işin içine başka hesaplar mı girdi?” sorusunugetirmektedir. Umarız Türkiye’nin politikaları bu yönde olmasın. Aksi takdirde bizler için büyük bir hayal kırıklığı olur.

El-Bab Türkiye’nin Beka Sorunu mu?

Suriye savaşı dünya siyaseti için kilit bir konuma gelmiş vaziyette. Türkiye için ise beka meselesi olarak görülmeye başlanan bu savaş, son zamanlarda daha çok PYD-PKK eliyle Rojava’da kurulmaya çalışılan özerk Kürt bölgesi üzerinden yeni stratejilerin tedavüle sokulacağı kanaatini güçlendirmektedir. Bundan dolayı Türkiye el-Bab hattında olabildiğince derin bir alanı kontrol etmek için savaşıyor. Fakat burada da yine stratejik müttefiki olan ABD’den kazık yemeye devam ediyor. IŞİD’le savaştığını söyleyen ABD Türkiye’ye destek vermeyip yapmayı planladığı Rakka operasyonunu ertelemiş vaziyette. Ayrıca YPG’ye gelişmiş silahlar taşıyarak Türkiye’ye rağmen buradaki PKK unsurlarına destek vermeye de devam etmektedir. Türkiye’yi yanında tutamayan ABD şimdilik kozlarını daha çok terör örgütlerini kullanarak oynamayı tercih ediyor. Halen FETÖ liderini teslim etmeye yanaşmaması ve PYD’yi müttefik olarak görmesi bu tavrın en bariz göstergeleridir.

ABD’nin bu tavrına karşılık Türkiye doğu bloğunda yeni ittifak arayışına girişerek onlara mahkûm olmayacağını göstermek istemektedir. Ancak bunun kısa vadede Türkiye’yi istenilen hedeflere vardıramayacağı da aşikâr. AB ve ABD’nin bu ikircikli tutumu daha çok işi zamana yayarak mevcut durumu Türkiye’ye kabullendirmek ve kendi eksenlerinde tutmak şeklindedir. Ancak kesin olan şu ki burada her iki tarafın da birbirlerine artık güveni kalmamıştır. Tabi reel politikanın örgütlerden ziyade devletler lehine tekrar devreye girme ihtimali de yüksek, fakat bu biraz zaman alabilir.

Türkiye şu anda geçmişte Irak’ta yaşadığı tecrübelerin daha ötesine gidecek ciddi ve kalıcı bir sorunla karşı karşıya kaldığını fark etmiş durumda. Bu risk PYD’nin Suriye sınır hattında ortaya çıkardığı defakto durumdur. Buradaki özerk yapı Irak Kürdistanından farklı olarak Türkiye ile uzlaşmayı reddetmiş ve ancak Türkiye’nin onları tanıması karşılığında ilişkilerinin gelişebileceğini söylemiştir. Bunun kabul görülmediğini görünce de Esed’le işbirliğine girmekten kaçınmamıştır.

Asıl üzücü olan şu ki bu örgütün öteden beri güvensiz oluşu çözüm süreci gibi bir dönemde görülmek istenmedi ve maalesef Türkiye bunun bedelini çok pahalı ödedi.

Özellikle 2014 Kobani olaylarından sonra PKK ölüm kalım savaşı olarak kodladığı Suriye kazanımlarını korumak için yeni bir strateji izlemiştir. Kürtler için tarihî bir eşikten geçilmek üzere olunduğu propagandası yapılarak Türkiye’de de fiilî şehir savaşları şeklinde ortaya çıkan ‘devrimci şiddeti’ artırmıştır. Ancak bu strateji elinde patlamış ve siyaseten de onları köşeye sıkıştırmıştır. Bu sıkışmışlığı bertaraf etmek için son zamanlarda bombalı saldırılarla asker-sivil ayrımı yapmaksızın şiddeti aynı zamanda batı şehirlerine de taşımayı hedeflemiştir. Nitekim son İstanbul ve Kayseri saldırıları bu stratejinin bir parçası olarak yapılmıştır.

Bu saldırıların devamının gelme ihtimali çok yüksek ve devletin daha fazla önleyici tedbirler alması gerekir. Aksi takdirde örgüt bu saldırılarla kendisinin kontrol ettiği gerilimi sürekli hale getirmenin sonuçları üzerinden siyaset yapmaya devam edecektir.

Hükümet ise bu kapsamda teröre karşı atağa geçerek ciddi bir çabaya girişmiş gözükmektedir. Özellikle terörü organize eden unsurlara karşı yürüttüğü etkisiz kılma stratejisi şimdilik sonuç vermeye başlamıştır. Nitekim bu sürecin önümüzdeki bahar aylarında da devam edeceği ve sınır dışında Kandil ve Şengal bölgelerine de uzanacağı söylenmektedir. Fakat bu müdahale seçeneğinin şimdilik istenen sonucu vermesi beklenmemelidir. Yapılması gereken asıl şey bu örgütün insan ve ekonomik kaynaklarını etkisiz hale getirmektir.

Kürtleri PKK’nın Elinden Kurtarmak

Kürt sorununu kalıcı olarak çözmek için tereddütsüz olarak Kürtlerin taleplerine makul çözümler sunmak gerekir. Bununla beraber PKK’nın etkisiz hale getirilmesi şarttır. Ancak bu iş öyle göründüğü gibi kolay olsaydı Türkiye kırk yıldır bu sorunla uğraşmak zorunda kalmazdı. Demek ki bildik ve denenmiş yollar kısmi ve geçici çözümler sunmaktan başka bir işe yaramamıştır. Dolayısıyla bu işin asıl nedenlerine eğilmek gerekir. Bu da sadece Kürtler bağlamında değil bu ülkede yaşayan diğer unsurların da kendini yabancı hissetmediği siyasal bir değişime gitmenin zaruretini gözler önüne getiriyor. Yeni bir toplumsal ahitname bu işin kalıcı çözümüdür. Aksi takdirde bir kırk yıl daha bu sorunla karşı karşıya gelerek enerjimizi tüketeceğiz. Fakat görünen o ki şimdilik bu mevzunun çözümü siyaset ertelenmiş ve mücadele belli bir noktaya kadar güvenlikçikonsept üzerinden devam ettirilecektir.

Türkiye’nin öteden beri uyguladığı bu strateji maliyeti oldukça yüksek bir stratejidir. Nitekim kırk binden fazla insanın ölümü ve yüzlerce milyar dolarlık ekonomik maliyet bu işin somut neticesi olarak ortadadır. Kaldı ki PKK gün geçtikçe daha da güçlenmiş ve şimdi sınır hattımızda kendisinin kontrol ettiği ve yönettiği toprak parçalarına sahip olmuştur. Dolayısıyla işin siyasal çözümünde diretmek, ısrar etmek ve toplumun taleplerine cevap vermek en makul yoldur. Ülkenin rutin dışı bir süreçten geçtiğini hepimiz bilfiil müşahede etmekteyiz. Fakat bu süreçte makul düşünme yeteneğimizi kaybetmememiz gerektiğini de unutmamalıyız. Zaten makulden uzaklaşınca işlerin daha da karmaşık hale geldiğini ve bunun birilerine fırsat doğurduğunu da bilmekteyiz.

O halde Türkiye hem içerde hem de dışarıda karşı karşıya geldiği bu kuşatmayı aşmak için bu kritik süreci iyi değerlendirmek durumundadır. Nitekim Kürt sorunu bir kuşatma sorunu da değildir. Sadece yüzyıldır bu toprakların fıtratıyla uyuşmayan seküler, tekçi ve baskıcı ideolojilerin kabul edilemez olan uygulamalarına karşı ortaya çıkmış bir sorundur. O halde yapılması gereken bellidir; tekrar bu toprakların fıtratına uygun çözümler sunmak. Bu yapılmadığı takdirde işin nereye gideceği de bellidir.

Elbette Kürtler de bu süreçte kendi özeleştirilerini yapmak durumundadırlar. PKK’nın onlar için bir kader olmadığını bilmeleri gerekir. Çözüm süreci gibi tarihî bir fırsatın PKK eliyle nasıl heba edildiğini unutmamaları ve hesap sorma iradelerini göstermeleri gerekir. Dahası Kürtlerin kendilerini PKK’nın elinden kurtarmaları gerekir. Keza tepkiselliği aşıp aklıselimle çözüm üretmenin yollarını bulmak ve normal yollarla hak için mücadele etmenin imkânlarını zorlamak herkes için daha makul sonuçlar doğurur. Bu bilinçle hareket edilmediği müddetçe sorunlarımızı çözmemiz mümkün gözükmemektedir.

Sonuç olarak; İslam toplumları uzun bir süredir kendi topraklarında birçok alanda bağımsızlık mücadelesi vermektedirler. Bir yandan siyasal, bir yandan ekonomik, bir yandan da kültürel bir mücadele vermenin zorluğunu yaşamaktayız. Bu mücadelede azmimizi kıracak arızi süreçlerin yaşanacağını unutmamamız gerekiyor. Onun için çokça düşünmek ve hikmetlice hareket etmemiz mücadele fıkhımızın olmazsa olmazıdır. Bugüne kadar aceleci, tepkisel ve günü kurtarmaya yönelik çabalar bize bir şey kazandırmadı ve bundan sonra da kazandırmayacaktır.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR