1. YAZARLAR

  2. Eyüp Sabri Togan

  3. Sosyal Medya Yasakları ve Özgürlüğümüz

Sosyal Medya Yasakları ve Özgürlüğümüz

Nisan 2014A+A-

20 Mart gecesi, sosyal medya sitesi Twitter’ın mahkeme kararıyla kapatılmasının ardından, 27 Mart’ta dünyanın en büyük sosyal medya sitesi Youtube da kapatıldı. Seçim öncesi tartışmaların ibresi bir anda sansür ve özgürlük alanı tartışmalarına kaydı. Dergiyi elinize aldığınızda, yasak ve kaset kayıtlarının ortaya saçılmasının sandığa yansıması konusunda somut bir fikre sahip olacaksınız.

Ankara 15. İdare Mahkemesi, Twitter kararını hukuka aykırı bularak, TİB’den yasağın ivedilikle kaldırılmasını talep etti. Yalnız yasak tek bir mahkeme tarafından değil, pekçok mahkemenin kararıyla alınmış bir karar. İtiraz edilse bile diğer mahkeme kararının cari olacağı şekilde hukuki zemin hazırlandığı için, Twitter yasağının en azından yerel seçime kadar yürürlükte kalması planlanmıştı. 27 Mart’ta ise Hükümet, Ahmet Davutoğlu’nun “Suriye’ye müdahale” diyaloglarını deşifre eden ‘Suriye Güdüsü’ isimli iki ses kaydının yayımlanmasına engel koydu. Bu yasağın yürürlüğe konulmasında mahkeme kararı dahi beklenmedi, doğrudan TİB eliyle Youtube kapatıldı.

Twitter’e erişimin geçici olduğunu düşünenler, DNS ve VPN üzerinden girişlerin bloke edilmesiyle devlet ve kişilerin hak ve özgürlüğü mücadelesinin aslında ne denli çetin olduğunu gördüler. Teknik olarak, Türkiye Devleti ilk defa yasağı bu denli etkili şekilde uygulanır kılmak istiyordu. Torproject.org ardından Google’ın DNS ayarlarının da kapatılması, deliksiz bir yasak uygulamasındaki kararlılığın bir sonucuydu. Devlet mercileri büyük ölçüde yasağı uygulanır kılmak için ‘IP’ bazlı yasaklama yoluna gitmiş, yasak alanını genişletmişti. Buna rağmen internet dünyasında yasağın da bir sınırı vardı. Norveç internet tarayıcısı Opera IOS ve Android programları üzerinden Twitter’a girişler devam etti. Cep telefon operatörleri Twitter mesajlarını abonelerin SMS servisi üzerinden de göndermelerine izin verdi.

25 Mart itibariyle, üniversitelerde konuştuğumuz öğrencilerden bazıları Twitter yasağına karşı olduklarını ancak bu yasağın kendilerini etkilemediğini, belli yollarla kolaylıkla siteye girebildiklerini söylediler. 26 Mart itibariyle Türkiye’den gönderilen twit sayısı saatte 1.200.000’den, 500.000’e düşmüştü.

30 Mart yerel seçimlerine olumsuz etki edecek her faktörü düşündüğü besbelli olan AK Parti, internet yasaklarına ilişkin bir risk değerlendirmesi yapmış ve yeni iddia ve kasetlerin sosyal medya ortamına düşmesinin, yasağın kendisinden daha yıpratıcı olacağı kanaatine varmış olmalı. Elbette herhangi bir kaset, iddia ya da iftira istenildikten sonra internet üzerinden bir şekilde yayılabilir.

Youtube’daki Ahmet Davutoğlu’nu dinleme kayıtları ise Suriye’deki hassas durumdan ötürü daha da nazik bir durum arz ediyordu. Başka bir zaman diliminde Hükümet böyle bir yasağı temel kişilik haklarını ve ‘devlet güvenliği’ni tehdit etse bile bu denli kararlı şekilde büyük ihtimalle devreye sokmazdı. Twitter ve Youtube yasağı, aynı zamanda Başbakan’ın ulusal medyayı hizaya sokma ve ‘Ulusçu-Cemaatçi’ muhalif unsurları ana akım medyadan mümkün mertebe dışarda tutma planının bir parçası olarak da okunmalıdır. Ana akım Türkiye medyasını, ulusal araçları kullanarak iktidarın maslahatını gözeten bir dengeye oturtma çabasından sonra, Hükümet kadrolarının, internet ortamında sınırlanması daha zor olan Twitter gibi aktörleri de terbiyeye giriştiğini söyleyebiliriz. Seçim sonrası bu egemenlik savaşının tam saha markaja dönüşerek, yeni devlet müdahaleleriyle devam etmesi sürpriz sayılmaz. ‘Kontrolsüz güç, güç değildir!’ nevinden bir yaklaşım ile yapılan bu sınırlayıcı uygulamanın, Türkiye’nin AB ve Atlantik ilişkilerinin de eski ‘tavında’ olmadığı bir ortamda gerçekleştiğini kaydetmek gerekir.

Peki, neden önce Twitter? Twitter, sosyal medya araçları arasında Türkiye’de en popüler haber yayma aracı. Abone sayısı Facebook kadar yüksek olmasa bile çarpan etkisi, yayılma hızı ve anlık mesaja dönüşme, algı yaratma ve kitleleri sokaklara mobilize etme yeteneği nedeniyle özenli bir hedef olarak seçildiği aşikâr. Youtube’un kapatılması ise bu süreçte Hükümetin daha zor verdiği bir karar. Normal zamanlarda, Youtube devlet ile işbirliği içinde şikâyet konusu linkleri kolaylıkla engelleyebiliyordu ancak son yasaklama olayı hızlı gelişti ve devlet yasağı hemen başlatarak, kayıtların yaratacağı sansayonel etkiyi bastırmaya çalıştı.

Siyasal öncüllerin yanısıra, Hükümetin, porno ve çocuk istismarı gibi pekçok pisliği de içinde barındıran internet âlemini bir şekilde denetleme çabası elbette anlaşılır ve gereklidir. Ancak devletlerin bu alanda her zaman adil düzenleme ölçütlerini kullanmadıklarını da görüyoruz. Küresel düzeyde, amaç porno ile mücadele olsaydı, Twitter veya Facebook pornosu için inandırıcı bir tepki şimdiye kadar verilirdi. Öyleyse asıl güdünün, sosyal medya siyasetini kontrol altına almak ve yönetmek olduğunu söyleyebiliriz. Öyle dikenli bir sahaki bu saha, olay bir anda küresel çapta otoriter devlet ile kişi hak ve özgürlüklerinin kapışma alanına dönüşüyor. Yasak tartışmalarının ardından, uluslararası ölçekte, patlayan propaganda savaşı da cabası.

1995 yılından bu yana asıl kavga internetin denetlenemez oluşu ile devletlerin internet trafiği-dağılımını tekelinde tutma yönündeki gayretkeş çabasından ibarettir. Elbette internet kullanımı dünya çapında geometrik olarak yükselirken sosyal medya devleri sadece kullanıcı sayılarını artırmakla kalmadı, gelirlerini de artırdılar ve devletler ile pazarlık yapacak kadar da palazlandılar.

Yeni medyanın başaktörleri Google, Youtube, Twitter’in merkez üslerinin ABD olması tesadüf değil. ABD bu küresel şirketleri esnek ve teşvik edici yasalarla doğmaları ve büyümelerine elverişli bir menba sunuyor. “Google sadece ABD’de doğabilirdi, Avrupa’nın sıkı düzenleyici yasalarıyla bir Google Avrupa’dan çıkamazdı!” sözü boşuna değil.

ABD ile sosyal medya devleri arasındaki ilişkiler süt liman değil her zaman. Güçler arasında düz bir ‘Prism’ adlı casusluk programını, Yahoo, Google gibi websitesi kullananıcılarına sokarak NSA skandalını patlatan yine ABD’nin o doymak bilmeyen istihbarat toplama iştahıydı. Aynı ABD, külahı değiştirerek, kişi hak ve özgürlük havarisi kesilebiliyor. Yahoo geçen yıl FBI gibi istihbarat şirketlerinin baskısı altında yaşadıklarını ve kişilerin özel haklarının ihlalini engelleyemediklerini duyurdu. Devletlerin her türlü kişisel bilgiye sızması sonucu, internet sitelerinin zaman zaman ‘burnunu sokan devlet’ tavrından şikâyet etmesi olumlu görülmeli. Şirketlerin belli ahlaki kaygılar taşıdıkları iddialarına ve devlet baskısı şikâyetlerine rağmen, şirketler arası rekabet ile siyasal ilişkilerin egemenlerin formatladığı ekonomik alanda cereyan etmesinden dolayı şirketlerin ilkesel bazda özgürlüklerden yana karşı duruşlarının arkasını getirdiklerini söylemek ise kolay değil.

Facebook, Google, Youtube, Twitter gibi uluslarası kooperatif şirket yapılarının, temsil ettikleri dünya görüşü gereği, ideal ve tutarlı bir ilkesellikle kişi ve toplum haklarından yana tavır alacaklarını söylemek bu yüzden mümkün değil. Örneğin, Facebook şirketi 100 Milyar Dolar ile hisse senedi piyasasına girdi. Hedef; küresel nüfuz ve tabii kâr maksimizasyonu. Google ve Yahoo gibi şirketler görece bir direnişin ardından Çin’deki sansürü kabul ederek, Çin pazarında var olmayı kabul ettiler. Aynı Facebook, Suriye İntifadası için mücadele veren pekçok sayfayı ve hesabı açıklamasız kapatmış bulunuyor. Benzer yasakçı ve keyfi tutum Twitter tarafından da sürdürülüyor. Hesaplar kaldırılırken veya askıya alınırken nasıl bir dünya görüşü ve ölçüyle yaklaşıldığı da belirsiz. Ancak sosyal medya şirketleri sorumsuz hesap sahiplerine karşı mücadele çerçevesinde belli kriterlere sahip olduklarını da ifade ederler. Türkiye mercilerinin belli hesaplar ile ilgili bilgi taleplerine karşı gösterilen iletişim bunu gösteriyor. Oysa Türkiye’den böyle bir baskı gelmezden istedikleri gibi düzenleme yapıyorlardı. Sosyal medya şirketleri meydana çıkan sorunları hukuk alanında değil karşılıklı mahkemeye taşınmamış uzlaşmalarla çözmek ister.

Suriye İntifadasına destek veren muhaliflerin sosyal medyada uğradıkları haksızlıkları itiraza dönüştürecek bir muhatap var mı? Bu konuda genel olarak Müslümanların sahipsiz olduklarını ve mağduriyetlerini ve şirket uygulamalarındaki ikiyüzlülükleri serdecekleri bir uygulama alanı bile bulamadıkları bilinmektedir. Türkiye Hükümeti yasaklama yerine, yasaklanmaması gereken içerik için bir temsil ve ağırlık koyar mıydı? Devlet kurumlarının bu alandaki uygulama ve temsiliyet biçimi sistemli ve dengeli bir perspektife sahip değil. Bu, elbette devletten yapmasını isteyeceğimiz bir şey olmanın ötesinde biz Müslümanların kapsamlı mücadele zemininde uç vermelidir. Fransa’da Yahudi Öğrenci Birliğinin oynadığı rol gibi. Suriye’de mazlum kanı karşısında dünya bu kadar taş kesilmiş olmasaydı, belki de internet ortamındaki Müslümanlara ait hesaplar bu denli keyfi bir şekilde ve açık bir gerekçe göstermeden kaldırılamazdı.

Fransa’da Yahudi karşıtı bazı sitelerin anti-semitizm gerekçesiyle kaldırılma talebi ülke çapında örgütlü Yahudi Öğrenciler Birliğinin desteğini aldı. Yükselen protesto dalgasına, Fransa hükümeti de omuz verince Twitter, Yahudi karşıtı görülen içerikleri kaldırmıştı. Bu örnek, sosyal medyaya karşı hükümet ve organizasyon düzeyinde temsilin nasıl bir ikna edici etken olduğunu gösteriyor.

Yasak Hikâyesi

Türkiye’de sosyal medya sitelerinin kapatılması çok yönlü bir hazırlık ve operasyonun sonucu. Samsun’da pornografik görüntüler ile mağdur edilen C.K. isimli kadının başvurusunu karara bağlayan mahkeme, Twitter’dan ilgili içeriği kaldırmasını istedi. Twitter, bu talebe ancak yasak uygulanmaya başladıktan sonra olumlu cevap verdi. Aynı günlerde, pekçok mahkeme şikâyeti devreye sokuldu. Twitter’dan hesap sahiplerinin detayları istendi. Bu sefer, Twitter, askıya aldığı bazı hesaplarla Türkiye mahkemelerinin kararlarına icabet edeceğinin işaretlerini verdi. Twitter’ın askıya aldığı hesaplar arasında ‘oyyokhırsıza’, ‘acemuşakları’ gibi hesaplar vardı. Bir yandan mahkeme taleplerine karşı olumlu minik adımlar atan Twitter, geniş çerçeveden, siyasal içeriklerin otomatik olarak sansür kapsamına giremeyeceğini söylüyordu. Bir uzlaşma payı bırakmayı da ihmal etmedi ve bu talebin bile devlet tarafından kapatma kararından sonra kendilerine ulaştırıldığına işaret etti. Genel tablo, devletin, seçim öncesi porno içerik şikâyetinden bakanları aleyhindeki içeriklerin kaldırılması gibi birbirinden farklı gerekçelere kadar sosyal medyaya karşı tam saha markaj yaparak oynadığını gösteriyordu.

Kamuoyunda Twitter tartışılırken, Tayyip Erdoğan’ın büyük oğlu Burak Erdoğan’ın İsviçreli sevgilisiyle konuşma kasetleri Youtube’da yayınlandı. Youtube, bir gün sonra, 26 Mart’ta, linkin Türkiye’den izlenmesini engelledi. Yayınlanmasından kaldırıldığı ana kadar video Youtube’da yaklaşık 450.000 defa izlenmişti.

27 Mart’ta Youtube’dan yayınlanan Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler’in yaptığı “Suriye’ye müdahele” içerikli çok kritik görüşme kaydı, belki de bütün yayınlanan kasetler arasında en hassas içeriğe sahip olanıydı. Kayıtlar Davutoğlu’nun “Bazı çarpıtmalar var!” notuna karşın yalanlanmadı.

Dışişleri Bakanlığında ortam dinleme sonucu elde edilen bu ses kaydının hemen ardından mahkeme kararı beklenmeksizin, TİB devreye girdi ve sadece iki saat içinde Youtube’a erişimi engelledi. Bu sefer RTÜK, acil kodlu bir kararla televizyon ve radyolarda da ilgili kaydın yayınına yasak koydu. İnternet ile eş zamanlı olarak, radyo ve televizyonların da dâhil edilmesiyle yasak kapsamı genişliyordu. Kayıt, Hükümet kanadında, casusluk, vatan hainliği ve çok gizli devlet sırrının ifşası olarak değerlendirildi. Adeta savaş dönemlerinde görülecek bir teyakkuz hali yaşanıyordu. Kaset savaşları, savaşın kasetlerine dönüşmüştü artık.

Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun zalim Esed rejimine karşı sürdürdükleri muhalif tavır, karanlık güçler tarafından Hükümeti canevinden vurmak üzere tezgahlanan kirli bir oyunla deşifre ediliyordu. Yolsuzluk, şantaj derken Hükümeti seçim arifesi çökertecek son darbelerden biri olarak Suriye politikasının hedef alınması tesadüften ziyade, anlamlıdır. Hem şer odaklarının müşterek bir zihin ve gönülle çalışarak, Hükümetin Suriye siyasetinden rahatsız olduklarını göstermesi açısından de ibretliktir.

Dünya basını o kadar duyarlıydı ki bu yasaklara, Youtube’a Suriye’ye müdahale kaydının düşmesinden sadece dakikalar sonra, BBC haberi ön sayfadan girdi. Aradan 1,5 saat geçtiğinde, Türkiye Devletinin Youtube’u kapatması, Kanarya Adalarında düşen İspanyol uçağından sonra BBC’de ikinci haber konumuna yükselmişti bile.

İnternet Yasaklarına Nasıl Bakmalıyız?

Özellikle Kemalist ve sol çevrelerin Twitter yasağına yaklaşım biçimleri manidardı. Özgür düşünce ve hakkaniyet adına Sözcü ve Aydınlık ya da SOL gibi gazetelerin nasıl bir düşünsel niteliklilik ve adil muhalefet sergilediklerini sormak gerekir. Çoğu kere slogancılık ve karalamadan öte gitmeyen düşünce kepazelikleri orta yerdeyken, ‘sansür ve yasaklamalar’ üzerine yazıp özgürlük havarisi kesilmek ve üzerine bolca ajitasyon sosu eklemekte üstlerine olmadığını bir kez daha sergilediler.

Yeri gelmişken özellikle Gezi olayları ve hemen ardından Mısır’daki askerî darbeye karşı dayanışmacı bir ruhun ifadesi olarak Müslümanlarda da Twitter ve Facebook kullanımının arttığını belirtelim. Türkiye’deki Rabiatul Adeviye Meydanına destek eylemlerinde sosyal medyanın rolü ilk günlerde olumlu yansıdı. Peki, şimdi neden aynı canlılıkla yansımıyor? Mısır darbecilerinin 529 kişiyi idama mahkûm ettikleri 24 Mart günü Türkiye sokaklarına ciddi bir hareketlilik yansımadı. Acaba Twitter yasağı yüzünden miydi bu?! Tahrir Meydanı tecrübesinin öğrettiği bir şey var: Sosyal medya ile sokaklar el ele gider. Eğer, sokaklar boş ise sosyal medyada canlılık da azalır. Akımın sokaktan sosyal medyaya doğru bir yöne sahip olduğuna ilişkin birçok inandırıcı gösterge yakın tarihimizde mevcut.

Türkiye’de seçim sürecinde ve ideolojik savaşların alabildiğine sertleştiği ortamda enforme etmekten çok, amaca hizmet eden her şey yöntem kabul gördü. Nifak da fesat da mebzul miktarda kendine bu münbit zeminde yer buldu.

Sosyal medyaya karşı yaklaşımlar arasında “Sosyal medya tüketir ve daha nitelikli olana talebi azaltır.” diye çok sık dile getirilen bir nokta var. Bu konuya daha yakın plandan baktığımızda, kullanıcıların nitelikli içeriği zamanla daha çok talep ettikleri ve belli adreslere yönelerek kalite konusunda bir seçiciliğe gittikleri görülüyor. Nitelikli içerik, ‘çölde vahalar’ gibi, kullanıcıların her zaman itibar edeceği adresler olacaktır. Bilgi kirliği içinde kullanıcılar her zamankinden daha fazla itibar edecekleri içerik adresleri arayacaktır. Müslümanlar için bir fırsat da işte bunu fark etmekte yatıyor. Bu tür köşe taşı içerikleri belirleyen ve oluşturan özneler olarak, ‘neyi’, ‘nerede’ aradıklarını daha iyi bilen kullanıcılar buluşacaktır. İnternet dünyasının olumlu geleceği burada yatıyor.

Dünyada İnternet Yasakları

İnternet yasaklarını tek elden müstebitçe uyguluyor gözükmek istemeyen ülkeler, toptancı bir kapatma yerine tek tek internet servisi sağlayan operatörlerle -TTNET veya Superonline’in yurtdışı muadilleri- temasa geçerek bir tür istihbarat toplama izni istemektedirler. Servis sağlayıcı şirketlerin, devlet taleplerine karşı sektördeki rekabet durumuna göre olumsuz cevap verme veya pazarlık yapma politikaları da var. Kişilerin özel surf bilgilerinin saklanması veya saklanma süresi konusunda yaşanan ciddi ihtilaflar buna bir örnektir.

İngiltere’de son 15 yılda kişi hakları hususunda ilerleme değil gerileme kaydedildi. Birey haklarını temin eden bir anayasanın veya sözleşmenin olmadığı İngiltere’de medya hakları bir teamüle dayanır. Devlet bu boş alanı ülke güvenliği ve özellikle terörizm ile mücadele gerekçesiyle mütemadiyen doldurdu. Birey haklarını savunan bir avuç cevval tepki olmasaydı devlet engelsiz biçimde bütün dizginleri eline alırdı. Hem itibar hem de devletin denetleme iştahına gem vurmak için ellerini kolay kaptırmak istemediler ve kişisel verilerin depolanması gibi konularda ayak direyen şirketler oldu. Devlet ise tek taraflı ve aşırı baskıcı şekilde bu alanı domine etmekten kaçınıyordu. Özgürlükler ülkesi imajına halel getirmeme çabası bunda etkiliydi şüphesiz. Ancak arka kapıdan istediğini çok geçmeden aldığına ilişkin sayısız örnek vardı.

İngiltere’nin yakın zamanda Youtube içeriklerini önceden görme ısrarı da Türkiye’de bol bol referans gösterilerek tartışıldı. İngiltere’nin özellikle Irak Savaşı sırasında çocuk pornosunu engelleme bahanesiyle getirdiği internet kısıtlama ve gözetleme programlarının asıl amacının siyasal takip olduğu açıktı. Üniversitelere giren polis, öğrenci bilgisayarlarını söküp incelemeye alacak denli fütürsuz hak ihlallerine tevessül etti. İngiliz devletinin muhalif kuruluş ve bireyleri gözhapsinde tutan uygulamalarına karşı çıkan aktivistler, hak ve özgürlükleri devlet erkine karşı tutkuyla savundu. Bir grup aktivist, Google’ı Apple’ın Safari programlarına yüklediği özel yaşamı tehdit eden program ayarlarını değiştirmediği gerekçesiyle İngiliz mahkemelerine başvurarak şikâyet etti. Google, İngiliz mahkemeleri tarafından yargılandı ve yaklaşık 15 Milyon Sterlin para cezasına çarptırıldı. Mahkeme ayrıca aktivistlere ABD’de federal mahkemelere başvuru yolu açtı. Twitter’daki iftira, hak ihlali, telif kaybı gibi nedenlerle İngiltere’de yılda 600’den fazla dava açılıyor. Eğer İngiliz devletinin ‘IP’ adresleri üzerinden takibi “zanlıların” tespitine yetiyorsa, kullanıcıların evlerine polis marifetiyle gidilip baskınlar yapılmasına sıkça rastlanıyor. Twitter, çocuk istismarı gibi suçlar mahkeme tarafından sabit ise ilgili içeriği çıkarıyor. Şirket politikasının bu tür durumlarda ihlal sahibi hesabı askıya alacağına dair taahhüdü var.

Twitter’ın dünyada sadece 14 ülkede temsilciliği var ve çalışan sayısı sadece 2.700. Bu şirketin hantal bir yapısı yok. Daha önemlisi Twitter devletlerden gelen bazı baskılara karşı en azından zahiren, kişi bilgi ve kullanım ayrıntılarını vermekte gönülsüz davranmakla da maruf. WikiLeaks belgelerini sızdırmakla suçlanan Julian Assange’nin arkasındaki dört kişinin istihbarat detaylarını edinmek isteyen ABD, Twitter’dan ret cevabı almış ve ancak yasal düzenlemeyle bu bilgilerin toplanması mümkün olmuştu. Fakat pekçok örnek, şu anda ABD’nin genel çıkarları ile Twitter arasında paralellik olduğunu gösteriyor. Daha yerinde bir anlatımla, Twitter ve Google, ABD’nin hassas çıkarlarına halel gelmesi söz konusu olduğunda tercih hakkını ev sahibi ülkeleri aleyhine kolay kolay kullanmıyorlar.

Sokaklar üzerinden iktidarlar ile masada pazarlık gücü bulan Twitter’ın henüz ABD dikizleme skandalı NSA’in pisliği üzerindeyken, başka toplumlar için özgürlük meşalesini taşıyor gözükmesi açık bir çelişkidir. Bu noktada, Twitter’ın sağladığı özgürlük tanımından da geniş ve nitelikli bir özgürlük tanımını herkese hatırlatmak gerek. Doğrunun peşinde şahit Müslümanlar olarak bu özgürlük tutkusunun en çok bize yakışacağı da açıktır. İnternet denetimi çok yönlü ve geniş bir konu. Kendi gerçeklerimizin bir ifadesi olarak dijital dünyada da sadece katılımcı değil, öncü olmak gibi bir misyonumuz olduğuna göre, salt yasakçı bir tepkime ile hareket edemeyiz. Elbette nasıl ve nerede olursa olsun, ‘iyiliği emretmek, kötülükten nehy etmek’ Müslüman tavrıdır her zaman. İnternet ortamı pekçok farklı düşünce ve verinin uçuştuğu bir alan. Güvenilmez ve dezenformasyon ile dolu olduğu kadar, doğru ve nitelikli içeriğe de yer var.

Facebook ve Twitter gibi sosyal medya ağlarının kullanıcılarına sağladığı haberleşme ve eylem koordinasyonu Mısır’da 2011 yılında Tahrir’de büyüyen intifada ruhunu körükledi ve Mübarek’in devrilmesinde -payı zaman zaman abartılmışsa da- rol oynadı. Halen Suriye’de devam eden intifada, Esed rejiminin bütün yasaklama, kapatma çabalarına karşın dijital iletişimden de yararlanmaktadır. Beşşar Esed, Dera’da devrim ateşi tutuştuğunda cep telefonu şebekelerini kapatmış; sınırdan geçen TIR şoförleri hayatlarını riske etmek pahasına dillerinin altında veya makatlarına sakladıkları Ürdün orijinli sim kartlarla muhalifler arası iletişimin sürdürülebilmesine katkı sağlamışlardı. Sosyal medyanın, İslami mücadeleye gelince gösterdiği bazı keyfi yasaklama çabaları görülmekte, internet de diğer medya formatları gibi propaganda savaşının cephelerine dönüşmektedir. Eğer Müslümanlar bu sanal cepheyi boş bırakırlarsa başkaları dolduracaktır.

Türkiye’de 1993 yılında özel radyolar devlet tarafından kapatıldığında toplumda geniş bir tepki dalgası oluşmuştu. Çünkü devlet geleneğinin tek tip yayıncılığından sonra insanlar seslerini duyurma konusunda büyük tutku içindeydiler. Günümüzde kapatılmaların veya yasakların çok uzun süreli olmayacağına ilişkin bir kanaat var. Nasılsa Twitter ya da Youtube şirketi hizaya gelir, düzenlemeleri yapar, sonunda Türkiye’nin gücünü herkes görür gibisinden söylemler tutarlı değil. Türkiye’nin yasaklamaları mahkemeler veya TİB marifetiyle keyfiliğe de açık bir acelecilikle uygulamasının bazı hukuki ve özgürlükler anlamında zaaflar içerdiğini de teslim etmek gerekiyor. Bugün biz Müslümanların işine gelen bu tepeden inmeci ve yasakçı uygulamaların altyapısı, CHP-MHP gibi silme otoriter parti siyasetinin elinde bumerang gibi ters dönebilir. Bu nedenle, hak ve özgürlüklerde hukuk ve hak tanımlarının devletlerin maslahatına göre değil, gerçek hak ve usullere göre temin edilmesi gerekir.

Elbette bu platform ve medya araçları, porno, kişisel haklara tecavüz, iftira gibi konularda mağdur kişilerin hak ve hukuklarını korumak zorunda. Hakaret ve taciz yüzyüze nasıl fena bir şeyse ve bunların yaptırımı varsa, internet ortamında da bunlar suç kapsamına girer. Bir başka deyişle, hangi platformda suçun işlendiğine bakılmaksızın iftiraları yayanların, tümden mesnetsiz komplo ve yalanları ‘leblebi çekirdek’ gibi kitlelerin önüne atanların en azından sorumlu olacakları bir üst çerçeve gerçekten de gerekiyor. Ancak internet gibi belli bir ülkenin veya gücün mutlak denetiminde olmaması arzulanan dijital dünyada, düzenleme ile ifade özgürlüğü alanının korunarak dengeye oturtulması gerekir. Her durumda Müslümanlar, inançlarının gereği olarak ahlaki bir özgürlüğün peşinde yorulmadan koşacaklardır. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR