1. YAZARLAR

  2. Süleyman Nazlıcan

  3. Sorunlarımızı Kalıcı Olarak Çözmek Zorundayız!

Süleyman Nazlıcan

Yazarın Tüm Yazıları >

Sorunlarımızı Kalıcı Olarak Çözmek Zorundayız!

Ekim 2016A+A-

Bugün hem Ortadoğu’da hem de kendi ülkemizde çok yoğun bir rekabet ve gerilim yaşıyoruz. Bu gerilim Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimiyle tam bir savaşa dönüştü. AK Parti’yi seçim yoluyla alt edemeyenler, çareyi darbe ve terörde aramaya başladılar. Ancak bu çabalar ters tepti ve halk oyunun farkına vardı.

Türkiye toplumunun yaşadığı siyasal tecrübeler, son süreçte bambaşka bir tablo ortaya çıkardı. Artık halka rağmen kolay kolay bir şey yapılamaz ve halk iradesi hiçe sayılamaz. Bizce bu yaşananlar hem son yüzyıllık birikimin ortaya çıkardığı güçlü siyasal biröfkeydi hem de toplumsal bilincin gittikçe ciddi bir niteliğe kavuştuğunun göstergesiydi. Şayet bu niteliksel dönüşüm olmamış olsaydı toplum canı pahasına meydanlara çıkmaz ve tankların altına yatmazdı. Siyaset sosyolojisi açısından bu yaşananları irdelemek önemlidir ve bu bilincin ileriye taşınması için çaba harcanmalıdır.

Halkın pratiklerinde yer etmeye başlayan bu cesaretin siyasal bir şuura dönüşmesi için çok daha fazla motivasyona ihtiyacımız olduğu aşikâr. Müslümanlar açısından bu iş ertelenmemesi gereken bir vazifedir. İslami yapıların toplum ile temasını güçlendirecek ve sahih bir bilinci ortaya çıkaracak bir dönemeçten geçtiğimiz kanaatindeyim. Her ne kadar birilerinin maksatlı olarak FETÖ üzerinden cemaat kavramını itibarsızlaştırma yarışı içerisinde olduğunu görsek de bence gerçekte bu halk kendi direniş sosyolojisini İslami yapılar üzerine bina edecek ve ümmet yolunu bu istikamet üzerinden bulacaktır. Bunun için de yapılacak çok iş var.

Öncelikle bu toplumun üstü örtülen tarihsel kimliğini açığa çıkarmak ve kendi kendisinin farkına varmasını sağlayacak referansları sağlıklı bir şekilde onlara sunmak gerekir. Bununla birlikte çağın insanını bir ağ gibi kuşatan küresel sistemi tanımasını sağlayacak, ayrıca kendisini bu sistem karşısında konumlandıracak örgütsel formasyonuda sağlamak önemlidir. Çünkü bugün bölgesel ve küresel güç odakları tarafından oluşturulan siyasal ve ekonomik bloklar tamamen bir örgütlenmenin ürünüdür. Bu güce karşı dağınık ve sistemsiz bir mukavemet mümkün değildir. Bu siyasal örgütlenmenin dünya sathında Birleşmiş Milletler olarak ortaya çıkışı ve beş daimi üye tarafından kontrol altında tutulması neredeyse insanlığa değişmez siyasal bir kader olarak gösterilmektedir. Fakat tarihin seyri defalarca kez değişmiş, bin yıllık imparatorluklar yıkılıp yerine yeni sistemler kurulmuştur. Elbette bugünkü kibirli kapitalist sistemler de miadını bir gün dolduracak ve yerine yeni tecrübeler inşa edilecektir. Bunun gerçekleşmesi de sünnetullah gereği yine insan toplulukları tarafından olacaktır.

Şimdi ifade ettiğimiz yeni sosyolojik sürecin heyecanını kaybetmemek adına yapılması gerekenleri doğru şekilde tartışmak elzemdir. Tartışmayı doğru yerden başlayarak yapmak daha gerçekçi çözümler ortaya koymamıza olanak sağlayacaktır.

En Büyük Sorunumuz Sistem Sorunudur

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve felsefesi en başta Anadolu coğrafyasının kozmopolit yapısıyla örtüşmeyen siyasal bir projeydi. Bu proje Batılıların ümmeti bölmek için oluşturduğu bir projeydi ve adına da ulus devlet deniliyordu. Bu proje Ortadoğu’da Baasçılık adıyla Arap milliyetçiliğini, Anadolu’da ise Türkçülüğün merkezde olduğu seküler ve tek tip bir toplum yaratma çabasını gütmekteydi. Bunun için adına “cumhuriyet” denilen politik bir argümanı kullanmayı tercih etmeleri ise tamamen bir yutturmacaydı. Çünkü bu sistemde halk diye bir şey yoktu.

Laikperest oligarşinin toplumu dönüştürmek için yaptıklarını, yakın tarihe tanıklık eden herkes bilmektedir. Neredeyse on yılda bir darbelerle bu toplumu hizaya getiren zorbabir sistemden bahsediyoruz. Nitekim bu laikperest aydınlanmacılar, hayranı oldukları Batılı düşünceleri, sistemin amentüsü haline getirecek ve reddi miras ile kendi tarihlerine düşman ve yabancılaşmış bir toplum yaratma çabası içerisine gireceklerdi. Toplum ise bu dayatmaları kabul etmedi ve kendi yöntemiyle yavaş yavaş mücadelesini her seferinde vermeye devam etti. Bazı zamanlar susmayı tercih etti, bazı zamanlar çaresizce bekledi. Bazı zamanlar ise cesaretini bileyerek meydanlara akın etti. 15 Temmuz direnişi bu cesaretin en büyük örneğiydi.

Toplumsal gidişatı değerlendirme açısından unutulmaması gereken şey; bütün bu dolambaçlı gidiş gelişleri, Batılı güçler tarafından bu topluma giydirilmeye çalışılan deli gömleğini yırtmak ve özgürleşmek için ortaya konan bir çaba olarak okumak gerekir.

Aynı şekilde bütün bu olup bitenlerin akabinde yapılması gereken ise her seferinde siyasal ve sosyal patoloji üreten bu köhnemiş sistemden kurtulmaktır. Çünkü hem Müslümanların taleplerini hem de Kürtler başta olmak üzere diğer toplumsal kesimlerin sorunlarını acilen halletmek zorundayız. Aksi takdirde bu sorunlar bizim sorunlarımız olmaktan çıkar ve küresel güç odakları için ülkemize ve bölgemize fiilî müdahale bahanesi haline gelir.

Bu çerçevedesistem tartışmasını yoğun bir şekilde yapmak ve toplumun bu fikrî omuzlamaya hazır olmasını sağlamak zorundayız. Aksi takdirde dönemsel düzenlemelerle yamalanan bu sistem, toplumsal gelişim ve taleplere cevap vermekte zorlanmaya devam edecek ve ciddi bir patlak verecektir. Bu patlak neticesinde hayır mı şer mi çıkacak bilemeyiz. Belki de ümmetin azaları arasında kaosun çıkmasını bekleyen ve hedefleyen emperyalist güçlerin istediği şey olacaktır.

Kürt Sorunu Üzerinden Savaşı Derinleştirmek

Her seferinde başa dönülen ve yaşananların bir dejavu misali önümüze gelmesi, Kürt meselesinde ortaya koyduğumuz siyasal çözümlerin bizi sonuca götürmediğini gösterdi. Çözüm sürecinde ortaya çıkan umutlar başka hesaplar için heba edildi. Özellikle PKK’nın tavrı tam bir basiretsizlik örneğiydi. Fakat şerden hayır çıkarmak açısından değerlendirildiğinde ise meseleyi daha detaylı konuşmak ve daha kötü sonuçların önünü almak için bir fırsat olabilir.

Suriye ve Irak üzerinde yapılmak istenen by-pass, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilme ihtimalini güçlendiriyor. Yüzyıl önce devletsiz bırakılan unsurların taktiksel bir hamleyle güdümlü ortaklar haline getirilmesi, yeni güç dengeleri oluşturmak açısından reel siyasetin ıskalamayacağı bir seçenek olabilir. Özellikle Amerika’nın böyle bir çaba içinde olduğunu bilmekteyiz. Kürtlerin geç kalmış milliyetçiliği üzerinden yapılmak istenen şey, aslında Kürtlerin hakları veyahut mağduriyeti değildir. (Kürtler mağdurdur ve hakları gasp edilmiştir. Bu realiteyi görmemeyi kast etmiyoruz. Ancak bu mağduriyeti ortaya çıkaranların başında zaten bu sınırları çizen güçler vardır. Dolayısıyla iş tamamen reel politika bağlamında sürdürülmektedir. Yoksa Amerikalılar veyahut İngilizler Kürtleri çok sevdikleri için böyle bir çabaya girişmiyorlar.) Esas mesele güç dengelerini ayakta tutmaktır. Ortadoğu intifadalarıyla belirgin hale gelen ve mevcut dünya sisteminin meşruluğunu sorgulayan toplumsal dalganın, yeni ve güçlü bir hamleyle gelme ihtimali çok yüksek.

İşte bu siyasal sosyolojinin önüne çeşitli barikatlar koymak ve engellemek için çareler düşünülmektedir. Bir yandan terörizm demagojisiyle politika üretmek ve fitne çıkarmak, bir yandan da PKK gibi seküler örgütlerle iş tutup Kürtleri de işin içine dâhil edip yeni bir savaş çıkarmak hedeflenmektedir. Bu esasında bölge devletlerine aynı zamanda gözdağı vermektir.

Özellikle son yıllarda Türkiye’nin dış politikadaki hamleleri bu işin odak noktasıdır. Bu hamleler Amerika ve Avrupa tarafından çok net bir memnuniyetsizlikle karşılandı ve onlar açısından endişeye varan bir rahatsızlığa dönüştü. Ve bu bağlamda verilmek istenen mesaj da bellidir. Ya Türkiye NATO’nun üyesi olarak uysal bir işbirliğine razı edilecek ya da beliren riskin faturasını ödeyecektir.

Nitekim 15 Temmuz darbe girişimi bu işin ciddiyetini ortaya koyması açısından çok önemlidir. FETÖ’cülerin NATO’cu subaylarla işbirliği içinde bu darbeyi planladıkları çok net bir şekilde bilinmektedir. Darbe girişimi esnasında takınılan ikircikli tutum ve sonrasında yarım yamalak olarak yapılan kınamalar da bu işten haberdar olduklarını göstermektedir. Ancak iş bu girişimle sınırlı kalmayacaktır. Zannımca Ortadoğu’da Kürtler üzerinden savaşı derinleştirmek için yeni hesaplar yapılmaktadır. Kürtlere bir devlet vaat edip, bu savaşa ikna etmeye çalışacaklardır. Özellikle seküler Kürt örgütleri bu işe dünden teşne olduklarını gösterdiler.

Diğer taraftan şu an Suriye’de IŞİD bahanesiyle PKK ile iş tutan Amerikalılar salt bir örgütle kavgaya tutuşmayacak kadar derin hesaplar yapmayı bilen ve uzun vadede bölgeyi kontrol altında tutmayı hedefleyen bir politika izlemektedirler. Son zamanlarda Suud krallığını,11 Eylül saldırılarında payı olduğu ve terör sponsoru olduğuyönündeki suçlamalarla itham eden tasarı Amerikan senatosunda oylanıp kabul edildi. Bu da göstermektedir ki Ortadoğu’da onlar açısından muhtemel risk alanlarını ortaya çıkarabilecek bütün devletler hedef haline getirilecek ve diplomatik olarak köşeye sıkıştırılacaktır. Belki de bu hamleler ileri de yapılması planlanan müdahalelerin ön hazırlığı şeklindedir.

Hal böyle iken, ümmetin geleceğini büyük bir kaosa tahvil etmeye çalışan emperyalist güçlerin bu hamlelerini boşa çıkarmak için ciddi çareler düşünülmelidir. Aksi takdirde geliyorum diyen bu fırtınaya karşı tedbir almayışımız hem dünyada hem de ahirette hesabını veremeyeceğimiz bir sonuca bizi götürecektir. Ümmetin güç birliği için hem sivil, hem siyasal bir diplomasi hamlesi şarttır. İslami cemaatler bu çabayı öncelikle kendi bölgelerinde gerçekleştirmeli ve bunu yaygınlaştırmalıdır. Keza ümmetin diğer evlatlarıyla da sıkı bir temas kurulmalı ve gelecek için istişari zeminler inşa edilmelidir. Belki bu yolla gelecek yarınlara daha hazırlıklı olmayı sağlayabiliriz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR