1. YAZARLAR

  2. Ali Öner

  3. Siyonizm’in Din Algısı

Siyonizm’in Din Algısı

Şubat 2009A+A-

 

 

İsrail toplum olarak dışlayıcı ve kapalıdır. Kendisinden olandan başkasına güvenmez. İsrail toplumu genel olarak laik ve şovenisttir. Yahudiler temel istek ve eylemlerini “Kitab-ı Mukaddes”e dayandırmaktadır. Fakat bu dayanağı Siyonizm ile birlikte değişime uğradı. Siyonizm düşüncesinin Yahudi toplumu içinde yer bulmasını sağlamaya yönelik istek ve eklemlerin merkezinde “Kitab-ı Mukaddes” var gibi davranıldı. Aslına bakılırsa Kitab-ı Mukaddes’le yakından uzaktan ilgisinin olmadığını, yine bazı Yahudi hahamlarının verdiği mülakatlarda görebilmekteyiz. Onun için İsrail devleti üzerinden konuşulacaksa, merkeze Yahudilik değil, Siyonizm’in alınması gerekmektedir.

Yahudilikte farklılık algısı

Yahudi dinselliği, Yahudi halkının dünyada dağılışı sırasında Yahudilerin birliğini korumak, bağımsızlığın ve ülkenin yitirilmesini telafi etmek üzere ruhani bir yurt yaratma çabasına girmiş ve bir sözlü töreyi -Talmud’u- yazıya çevirmeyi başarmıştır. Bu da günlük yaşamdaki tüm davranış kurallarını -Halakha- çevirmeyi ve canlı bir Yahudiliği ayakta tutmalarına neden olmuştur. Theodor Herzl ise bunu ulusal bir harekete dönüştürmeyi bilmiştir.

Yahudi inancını benimseyen insanların isteği bu değildir. Yahudilere göre, Mesih ortaya çıkacak, yeryüzünde Allah’ın saltanatı başlayacak ve “yerin bütün milletleri” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, bab 22/18) Yahudilere bağlanacak, bütün insanlık tek bir gerçeğin etrafında toplanacaktır. Onun için iktidar olma anlayışı değil, iktidar olmayı Mesih’in geleceğine bağlayan anlayış Siyonizm düşüncesinin oluşumuna kadar sürdürülmüş ve bu düşüncenin karşısında yer almıştır. Bu, Yahudiliğin “kutsal topraklara doğru hac geleneğinin” doğmasından çok şovenist Siyonistlerin sürekli işlediği bir konu olmuştur. Çok ilginçtir ki, bu geleneksel Yahudilik, çok sınırlı bir insan grubunu çevresine toplamış ve İslam muhalefetiyle karşılaşmamıştır.

Yahudilik, Filistin topraklarında egemenlik kurmaktan ziyade inanmış olduğu değerlerin gereklerini en iyi şekilde yerine getirmeyi amaçlamaktadır. Onun içindir ki, Kudüs’te Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinine mensup insanlar birbirlerine zarar vermeden uzun yıllar dinlerinin gereklerini yerine getirerek barış içinde bir arada yaşamışlardır.

Yahudiliğin Yeniden Okunması

 Theodor Herzl, Yahudi sorununun anti-semitizmin bir sonucu olduğuna inanmıştır. Avrupa’da, Musevilerin içinde yaşadığı tüm ulusların gizliden gizliye ya da açıktan açığa anti-semit davranışlar sergilediğini görmüştür. Bunun için oturup Yahudi Devleti kitabını yazmış ve muharref Yahudiliği, ikinci defa bozarak ulusal bir düşüncenin eksenine oturtmuştur. II. Dünya Savaşı ve Hitler’in özürlü, Çingene ve Yahudi düşmanlığı sonrası, oluşturulmuş olan soykırım pazarı üzerinde Siyonistler, Batı’da kanunlarla kendilerini koruma altına almışlardır. Yoksa bugün dahi, Batı’da Yahudilere karşı halkın nefreti söz konusudur. Herzl’e göre bunların niçin anti-semit oldukları önemli değildir, hatta bu, anlayışla da karşılanabilirdi. Çünkü gettolarda yaşadıkları için anti-sosyal, perişan ve tiksindirici hâlde olabilmekteydiler. Önemli olan onlar için bir yurt yaratmaktı.

Bu durum Herzl’i Yahudiliğin yeniden okunması gerektiği inancına götürmüştür. Batı’da yükselen ulus devlet algılayışı, Herzl’e yeni bir bakış kazandırmıştır. Yahudi toplumuna, ancak Kitab-ı Mukaddes’ten alıntılar yaparak onların üstünlük vasıflarını önceleyerek, Yahudiliği, seküler ve şovenist bir okumaya tabi tutmuş, böylece Siyonist düşüncenin temelini atmıştır.

Siyonizm ve Irkçılık

Batı dünyası, kuşkusuz her ulusun kendi geleceğini belirlemesi ve bu yolda yürümesinin ne tür sonuçlar doğurabileceğinin farkındadır. Dünya savaşlarında hiçbir Batı ülkesi sömürgeleşmemiş ve Batı ülkelerinin hegemonyasında olan Birleşmiş Milletler, Batı ülkelerinin diğer ülkeler üzerindeki sömürgeci ve yayılmacı davranışlarına izin vermiştir. “Uluslararası hukuka protekrota manda altındaki topraklar, vesayet altındaki topraklar kavramlarını sömürgeciliğe kılıf olarak sokan Batı düşüncesidir.” 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Kasım 1975’te;

“Siyonizm’in bir çeşit ırkçılık ve ırk ayırımı olduğunu kabul eden 3379 Sayılı Karar’ı aldı. Karar 35’e karşı 72 devlet tarafından desteklenmiştir. 32’si çekimser oy kullanmış ve 3’ü de oylamaya katılmamıştır.”

Siyonist aydınlar çeşitli yollardan, Yahudilerin bir ulus olduğunu ya da bir zaman ulus olduklarını veya bugün bu olanaklara sahip bulunduklarını belirtmişlerdir. Yahudi ulusçuluğu ile ilgili duyguyu yaşayan, Yahudiliğin öz cevheri olduğundan, Yahudiliğin ulusal yeniden doğuşundan ve Yahudi ulusunun yaşama yeniden kavuşmasından bahseden Moses Hess bunun yanında Yahudiliğin “ulusal din” olduğunu da anlatmıştır.

Siyasal Siyonizm’in kurucusu Theodar Herzl’in en iyi takipçisi Max Nordow şöyle der: “Siyonist olan ve olmayan Yahudiler arasında anlaşma olasılığını herhâlde, sonsuza dek ortadan kaldıran nokta, Yahudi ulusçuluğu sorunudur. Yahudilerin ulus olmadığı görüşünde olan ve buna inanan biri, gerçekten Siyonist olamaz... Karşıtına inanarak Yahudilerin bir halk olduğunu kabul eden biri Siyonist olmuş demektir. Çünkü yalnız, ülkelerine dönüş Yahudi ulusunu kurtarabilir.”

Bu düşüncenin doğruluğunu Alain Boyer, Siyonizm’i Avrupa’da oluşan ve ayrıca Avrupa dışındaki amaçlarının gerçekleştiğini son gören bir ulusal hareket olarak değerlendirir. İlginçtir, “Siyonizm’in kurucuları anti-semitizmle çatışmayı istememişlerdir. Tersine, Yahudileri yaşadıkları ülkelerden ayırmak gibi ortak bir arzuyu paylaştıkları için anti-semitleri müttefik olarak görmüşlerdir. Adım adım Yahudi nefreti ve anti-semitizmin değerlerini özümlerken, Siyonist hareket anti-semitleri en güvenilir destekçi ve koruyucu olarak görmeye başlamışlar” ve bunun ulusal olmaya giden yolu kolaylaştırdığına inanmışlardır. Bunun içindir ki Siyonistlerin çoğu dini, Siyonizm için çok gerekli görmemekte ve dinin Siyonizm için belirsiz bir rol oynadığı kanısındadırlar. Yahudi ulusçuluğu ise Siyonizm için vazgeçilmezlerden sayılmıştır.

Siyonizm Yahudi ırkçılığına dayanmaktadır. Bunun için de Kitab-ı Mukaddes’ten kendisine uygun cümleler bularak Yahudilerin bütün yabancı etkenlerden kurtarıldığını kanıtlamak çabasındadır.

“Siz hainlik ettiniz... Yabancı karılar aldınız... Ona hoş olanı yapınız... Kavimlerinden ve yabancı karılardan ayrılın.” (Kitab-ı Mukaddes, Ezra, bab 10/10-11)Bir başka yerde ise,“Bu şeriatı (ayrılmaz) işitince bütün karışık halkı İsrail’den ayırdılar... Kızlarınızı onların (yabancıların) oğullarına vermeyeceksiniz ve oğullarınıza ve kendinize onların kızlarından almayacaksınız... ve onları bütün ecnebilerden temizledim.” (Kitab-ı Mukaddes, Nehemya, bab 13/3, 25, 30)

Siyonistler Yahudilere, başka uluslarda olmadığını söyledikleri birtakım ırksal üstünlükleri yine Kitab-ı Mukaddes’e dayanarak ispatlamaya çalışmaktadırlar. Onlara göre yeryüzünün gerçek sahipleri onlardır ve yeryüzünü yönetme hakkı onların olacaktır. Bu düşüncelerini Tevrat’taki şu ayetlere dayandırmaktadırlar:

“Siz Allah’ın (Rabb’in) oğullarısınız... Çünkü Allah’ın (Rabb’in) mukaddes bir kavmisin ve Rabb yer üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak has bir kavim olmak üzere seni seçti.” (Kitab-ı Mukaddes, Tesniye, bab 14/12)

“Ve onlardan nefret ettim fakat size dedim: Siz onların topraklarını miras alacaksınız ve ben size mülk olmak üzere vereceğim. Ben sizi milletlerden ayırt eden Allah’ınız Rabb’im.” (Kitab-ı Mukaddes, Leviler, bab 20/23-24)

“Ben dedim: Siz ilahlarsınız ve hepiniz yüce olanın oğullarısınız. Fakat insan gibi öleceksiniz. Ve reislerden biri gibi düşüneceksiniz. Kalk, ey Allah, yeryüzüne hükmet, zira milletlerin hepsine sen vâris olacaksın.” (Kitab-ı Mukaddes, Mezmurlar, bab 82/6-8)

Siyonistler, düşüncelerini Tevrat’a dayayarak, Yahudiliği uluslaştırmaya çalışmakta, hem güya daha az yetenekli, hem de törel ve dinsel açılardan daha zayıf uluslarla karşı karşıya getirmektedir. Siyonistlerden Ahad Ha’am, Nietzsche’ye özenerek diyor ki:

“…Ve eğer, her varlığın hedefi olarak, ortaya bir üstün insan çıkmasını kabul ediyorsak, bu hedefin önemli bir kısmı da bir üstün ulusun oluşmasıdır. Tinsel niteliği onu, öteki halklara bakarak, törel öğretiye ve daha kutsal temellere oturtulmuş tüm yaşam biçiminin gelişimine daha yatkın ve yetenekli kılan böyle bir halk var olmalıdır. (…) Yaratılış merdiveninde farklı basamaklar olduğunu herkes kabul eder... Bitkiler ve hayvanlar âlemi, sonra konuşan yaratıklar ve hepsinin üstünde Yahudiler.”

Siyonistlerin birçok açıklamaları ve şimdiki eylemleri, -onlara göre- Tanrı’nın seçilmiş “halkı”nın amacının, başkalarını aydınlatmak değil, onların üstünde baskı kurmak ve emirlere uymadıkları takdirde ise ortadan kaldırmak olduğunu göstermektedir.

“…Miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın, bir çömlekçi kabı gibi parçalayacaksın.” (Kitab-ı Mukaddes, Mezmurlar, bab 2/8-9)

Böylece Yahudilerin üstün ırk ve yöneticiliğini kabul etmeyen, topraklarını onlara vermeyenler -ki bunu Filistin halkına karşı koymuş oldukları eylemlerle göstermişler- zikredilen yöntemlerle cezalandırılacak ve boyun eğmeleri sağlanacaktır.

Siyonizm’in bu ırkçı tutumu, İsrail devletinin temel düşüncelerini oluşturacaktır. Siyonist genişleme, planlarının önünde ana engel olan ve devletin Yahudi niteliğine karşı tehlike arz eden Arap halklarına karşı ırkçılık sergileyecektir. Filistinlilere ayrım uygulayan, onları baskı altında tutan, aşağılayan ve yok sayan bir tutum sergileyecektir.

Siyonizm’in ırkçı yaklaşımını Siyonist bir önder olan Vladimir Jabotinsky’nin ifadelerinde de görmekteyiz:

“Filistin Yahudilere ait olmalıdır. Etnik bakımdan temiz bir Yahudi devletinin yaratılması amacıyla gerekli yöntemlerin uygulanması her zaman zorunlu ve güncel olacaktır. Araplar, şimdi bile onları ne yapacağımızı ve onlardan ne istediğimizi biliyorlar. Durmadan oldubittiler yaratmalı ve Araplara, bizim topraklarımızdan çekilerek çöle dönmeleri gerektiğini söylemeliyiz.”

1917’lerde Yahudi lejyonu kuran, Ben Gurion’un “Vladimir Hitler” benzetmesini yaptığı Vladimir Jabotinsky başka bir konuşmasında, Arap-Yahudi anlaşmazlığına bakışını şöyle dile getirmektedir:

“Araplarla bizim aramızda gönüllü bir uzlaşmaya varılması hayaldir... Ne şimdi, ne de ileride gerçekleşmesi imkânsızdır... İlkel olsun, medeni olsun, bütün ülkeler yaşamakta oldukları toprağı vatanları olarak görüyorlar ve ebediyen de o toprağın tek sahibi olmak istiyorlar. Bu uluslar, yeni ev sahiplerine razı olamayacakları gibi, bir ortaklığı da kabul etmezler. Yeni yerleşenleri kovma umudu var oldukça, her ulusun yerli halkı bu yolda mücadele edecektir. Filistin’in de Eretz İsrael’e dönüşmesinin engellenmesine imkân olduğu sürece, Araplar da aynı şekilde davranacaklar... Ancak Yahudi süngülerinden örülmüş bir duvar Arapları kaçınılmaz sonucu kabul etmeye zorlayabilir.”

David Ben Gurion, Siyonist stratejiyi şöyle formüle etmektedir:

“Devletin kurulmasıyla birlikte büyük bir güç durumuna geldiğimizde taksimi ortadan kaldırıp tüm Filistin’e yayılacağız. Devletin, Siyonizm’in gerçekleşmesi için bir aşama olarak sadece, görevi de yayılmanız için gerekli zemini hazırlamak olacak. Devlet düzeni koruyacak ve tabi lafla değil, makineli silahla.”

Kahane’nin söylemi ise oldukça açık, nefret dolu ve tehdit edicidir:

Araplar bizim içimizde bir kanserdir, kanser, kanser. Ama cesaret edip bunu söyleyebilecek tek adam yok... Ben sizlere aslında hepinizin kalbinizin derinliklerinde hissettiğiniz şeyi söylüyorum. Tek bir çözüm var, başka hiçbir çözüm, öyle kısmi çözüm falan yok: Arapları defetmek!... Bana nasıl diye sormayın... Beni iki aylığına savunma bakanı yapın, etrafta tek bir hamam böceği kalmayacaktır. Sizlere temiz bir İsrail vaat ediyorum! Bana onların hakkından gelmek için yetki verin!

Bugün Gazze’de yapılan katliamı bu düşünceler çerçevesinde okuduğumuzda, neden bu kadar gaddar ve vahşileştikleri de ortaya çıkacaktır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR