1. YAZARLAR

  2. Osman Nuri Özyurt

  3. Siyonizm’e Tepki Zaman Aşımına mı Uğradı?

Osman Nuri Özyurt

Yazarın Tüm Yazıları >

Siyonizm’e Tepki Zaman Aşımına mı Uğradı?

Haziran 2005A+A-

Tüm devletlerde olduğu gibi Türkiye'nin de İsrail ile gelişen veya gerginleşen ilişkilerini ABD'den bağımsız değerlendirmek pek doğru sonuçlar vermez. Bilindiği gibi ABD'nin desteği olmadan İsrail'in Filistin'de varolması, ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Geçtiğimiz ay Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aralarında beş bakanın da bulunduğu kalabalık bir heyet ile Ariel Şaron'un İsrail'ini ziyaret etmesini bu çerçeveden değerlendirmek daha doğru olur.

Hatırlanacağı üzere 3 Kasım seçimleri hemen sonrası Yargıtay Başsavcısı'nın "takibi" altında bulunan Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray'da George W. Bush tarafından "Parti Genel Başkanı" sıfatı ile kabul edilmişti. Tayyip Erdoğan, siyasi meşruiyet arayışı olarak değerlendirilen bu ziyaret sonrası siyasi hayatına Başbakan olarak devam etti. O günden bugüne ABD ile gergin bir dizi süreç yaşandı. 1 Mart tezkeresinin reddi ile başlayan süreç, Irak işgalinin ABD'nin beklediği gibi devam etmeyip "Türklerin yüzde 82'si ABD'ye karşı" sonucuyla duyurulan BBC anketi, Felluce'de yapılan katliamların, Ebu Gureyb görüntülerinin hükümet çevrelerince eleştirilmesi ve en sonunda uyarılara rağmen Cumhurbaşkanı Sezer'in Suriye ziyareti ile ilişkilerdeki gerilim tavan yaptı. Bu gelişmeler ışığında ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın "Türkiye ile hâlâ dostuz" derken "hâlâ" kelimesini kullanması gözlerden kaçmadı.

Geçen yıl İsrail Kabinesi'nin aldığı karar ile peşpeşe gerçekleştirilen Hamas liderleri Şeyh Ahmed Yasin ve Abdulaziz Rantisi suikastlarından sonra Tayyip Erdoğan; "İsrail devlet terörü uyguluyor." diye tepki göstermiş, ayrıca Ariel Şaron'un görüşme talebini reddetmişti. 14-15 Temmuz tarihlerinde Ankara'yı ziyaret eden Suriye Başbakanı Muhammed Naci'yi ağırlayan Erdoğan, aynı tarihlerde Ankara'da bulunan İsrail Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert'e randevu vermemişti.

İsrail'e karşı takınılan bu tavır, Ak Parti tarafından öne çıkarılan "onurlu dış politika" söyleminin somut örnekleri olarak okunmuş ve hem ülke içinde hem de Müslüman ülkelerde kamuoyu tarafından taktirle karşılanmıştı. İç politikadaki YÖK, meslek liseleri, başörtüsü sorunu vb. konularda hayal kırıklığı oluşturan geri adımlarının üzeri, bu "onurlu dış politika" ile örtülmüş ve belki de taban en fazla bu konuda tatmin edilmişti.

Zaten İsrail'le ilişkiler, 28 Şubat sürecinde "stratejik" düzeye yükseltilmiş, ilişkilerde belirleyici hep İsrail olmuştu. Konya semalarının İsrail savaş uçaklarına açılması, milyar dolarlık tank ve savaş uçakları modernizasyonu ihalelerinin İsrail'e bırakılması bunun somut tezahürleriydi. Ayrıca 28 Şubatçılar, İsrail'e çok önem veriyor, ilişkilere önemli anlamlar yüklüyorlardı. Bu açıdan 28 Şubat'ın mağduru olarak Ak Parti hükümetinin İsrail'le ilişkileri "normal" düzeye çekmesi zaten olması gerekendi.

ABD ve İsrail ile yaşanan bu gelişmelerden sonra Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu, IMF sorunu ve AB ile ilişkilerde gerginlik Tayyip Erdoğan hükümetini geri adım atmaya itti.

Bu çerçevede AKP Genel Başkan Yardımcısı Murat Mercan başkanlığındaki üst düzey bir heyet geçen Nisan ayı başında Washington'a gitti ve Yahudi lobileri ve üst düzey yetkililerle görüştü. İlişkileri düzeltmenin yolunun Erdoğan'ın İsrail'i ziyaret etmesi, İncirlik üssünün kullanım süresinin uzatılması, kullanım kapsamının genişletilmesi ve de Ortadoğu'daki "demokrasi"nin geliştirilmesi için yeterince çaba gösterilmesi şartlarından geçtiği vurgulandı.

Tayyip Erdoğan, Şaron'un randevu talebini bir çok kez geri çevirmişken bu sefer kendisi randevu talep ederek ziyareti gerçekleştirmek durumunda kaldı.

Ariel Şaron'un Ziyareti Tepkiyle Karşılanmıştı

Ariel Şaron 8 Ağustos 2001 tarihinde (Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde) Türkiye'yi ziyarete geldiğinde İslami kesimin ziyarete tepkisi oldukça sert olmuştu. Kanal 7 televizyonu, Yeni Şafak ve Vakit gibi gazeteler günlerce konuyla ilgili yayınlar yapmış; Özgür-Der, İHH, Mazlumder gibi kuruluşlar Şaron'un davet edilmesini kınayan açıklama ve eylemler gerçekleştirmişlerdi. O günlerde tepki gösteren kurumların önde gelenlerin biri de Yeni Şafak gazetesi idi.

Yeni Şafak yapılan protesto gösterilerini 6 Ağustos'ta büyük puntolarla "Katliamcı Şaron'a Tepki" başlığıyla vermiş, ertesi gün ise haberi manşete çekmiş; "O Bir Savaş Suçlusu" diyerek adeta Şaron'a lanetler okumuştu. Şaron'un ayak bastığı 8 Ağustos'ta ise gazetenin manşetinde "Katil Aramızda" ifadeleri görülüyordu. İsrail askerleri tarafından öldürülmüş bebek resimleri ile birlikte verilen haberlerin içeriğinde İsrail'in terör devleti olduğu, Şaron'un katil ve savaş suçlusu olduğu üzerinde duruluyordu.

Köşe yazarları da tepkiliydiler. Köşe yazarlarının tepkilerini kısaca alıntılayacak olursak:

"Şaron Türkiye'ye felaket getirecek. İsrail'in son Nablus saldırısında 2'si çocuk 8 kişiyi öldürdüğü, Ortadoğu'da bölgesel bir savaşın çıkmasının an meselesi olduğu ve İsrail ordusunun Filistin Yönetimi'ni imha etmek için hazırlık yaptığı, Avrupa Birliği'nin Tel Aviv'e baskılarını artırdığı, ABD'nin, "çıkarları"na zarar verdiği gerekçesiyle İsrail'i uyardığı ve gerilimin Filistin sınırlarını aşıp İran, Irak ve Suriye'yi de kapsayacak biçimde genişlediği bir dönemde Ankara, Belçika'nın hakkında "savaş suçu" işlemekten resmen soruşturma başlattığı İsrail Başbakanı Ariel Şaron'u ağırlamaya hazırlanıyor." (İbrahim Karagül, 04.08.2001)

"Şaron'un "kanlı elleri ve ayakları"yla Türkiye'ye ayak basması, her bakımdan onur kırıcı bir şeydir. Masum, günahsız, suçsuz, eli kolu bağlı insanları, kadınları, çocukları, çiçeği burnunda gençleri gözünü kırpmadan bir kasap gibi doğrayan bu kişi hem kamuoyu tarafından hem de elitler tarafından mutlaka sigaya çekilmeli ve protesto edilmelidir. İsrail'in bölgenin dengelerini alt üst eden, istikrarını bozan politika ve stratejilerinden vazgeçebilmesini sağlayabilmenin en etkin yollarından biri, Şaron gibi "eli kanlı" birinin devlet adamı gibi karşılanmasından değil; aksine hem kamuoyu, hem de elitler tarafından sigaya çekilmesinden geçiyor." (Yusuf Kaplan, 08.08.2001)

"... (Filistin halkının) bir "özür" alacağı var. Ve bu alacak, şimdi ikiye katlandı; Sabra ve Şatilla katliamının sorumlusu olan bir savaş suçlusunu bu ülkeye davet edenler sayesinde... Şaron, çoluk çocuk, kadın ihtiyar 2000 Filistinli mültecinin hunharca katlinden sorumluydu. Şaron'un işgal altındaki Mescid-i Aksa'ya girerek gerçekleştirdiği provokasyon, 500 Filistinlinin canına mal olmuştur. O Şaron ki, işgal altındaki Kudüs için, "Birleşik Kudüs" ve "Ebedi başkent" laflarını edebilmiştir. Dünyanın başka hiçbir yerinde söylemeye cesaret edemeyeceği bu sözleri söylemesine, Ankara izin vermiş, adeta teşvik etmiştir. Bu bir suç ortaklığı, katliama yardım ve yataklıktır. Bu, İsrail'in işgalini reddeden BM kararlarını ve uluslararası kamuoyunu da hiçe saymaktır. Bu cesareti ona verenleri bu millet unutmayacaktır. Bu millet, savaş suçlusunu bağrına basan Ankara'ya er-geç özür diletecektir." (Sami Hocaoğlu, 10.08.2001)

Tayyip Erdoğan'ın İsrail Ziyareti

Aradan dört yıl geçti ve bu defa Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan yaklaşık bir yıl önce devlet terörü uygulamakla suçladığı İsrail'i, Ariel Şaron'u ziyaret etti. Peki bugün değişen nedir? İsrail işgali mi bitti ya da Şaron yaptıklarından pişman olduğunu mu açıkladı? Nedir son bir ya da dört yılda değişen? Değişen hiçbir şey yok. İsrail, katliamlarına ve işgallerine Şaron önderliğinde devam ediyor. Her gün sistematik bir şekilde Filistinli çocuklar öldürülüyor, geçim kaynakları olan zeytin ağaçları kesiliyor, Lahey'de yasadışı olduğuna hükmedilen duvar inşası tüm hızıyla devam ediyor. Tehcir edilmiş Filistin halkının geri dönüşü kesinlikle kabul görmezken yeni göçe zorlamalar tüm hızıyla devam ediyor. Yani İsrail cephesinde bir değişiklik yok. Değişiklik Türkiye'de.  

Hükümet bu ziyareti karşılıklı uzun ve kısa vadeli çıkar ilişkileri, iktidarın bekası, değişik ve değişken dengeler, reel politik durum vb. gibi bahanelere sığınarak izah etme çabasında. Peki olaya sessiz kalan Müslümanların mazereti nedir? Tarikat mantığında olduğu gibi "Şeyhim yapıyorsa bir hikmeti vardır." düşüncesi mi? Yoksa artık bizler de mi İsrail ziyaretini (ve yakında yapılması planlanan Şaron'un Türkiye ziyaretini) "devlet adamı" kafasıyla, mantığıyla değerlendirmeye başladık? Ecevit'e, Şaron'a söylediği; "Sizi anlıyoruz" sözünden dolayı tepki gösterip Erdoğan'ın Şaron'a söylediği "Terörden biz de çok çektik, 40 bin kayıp verdik." açıklamasına sessiz kalanların, hükümet nezdinde itibarları artsa da Allah katında asla itibar görmedikleri kesin.

Daha önce Şaron'un ziyaretine tepki gösterenlerin pek çoğu Tayip Erdoğan'ın İsrail ziyaretini suskunlukla karşıladılar. Köşe yazarlarının birçoğu konuya hiç değinmezken, konu ile ilgili yazanlar da ziyaretin gerekçelerini sıralayan, gezinin önemine ve gerekliliğine değinen yazılar kaleme aldılar. Gazetenin manşetlerde bu defa Şaron'un katilliği, kasaplığı değil "Ortadoğu barışı için arabuluculuğa hazırız." başlıkları vardı. Ahmet Taşgetiren 2 Mayıs tarihli yazısında; "Amerika'ya "Hayır" dersiniz, İsrail'e "Bu yaptığın devlet terörüdür" diye öfke yağdırırsınız, yaptığınız her şey sonuna kadar haklıdır. Ama bir süre sonra önünüze, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu, IMF ... sorunlar çıkar. Sıkıştırılırsınız. ... İşte böyle durumlarda reel politikten haberliyseniz, her ne tür bela olursa olsun, Amerika'yı yeniden keşfeder, oraya gidecek yolun İsrail'le ve Yahudi lobisi ile ilgisini bilir, yürüyüşünüzde tamiratlar yaparsınız." ifadeleriyle bir örtülü savunma çabasına girişiyordu.

Yasin Doğan ise 5 Mayıs tarihli yazısında İsrail ve ABD ile ilişkilerin niçin geliştirilmesi gerektiğini anlatıyordu; "Kıbrıs'ta Güney Rum Kesimi masadan kaçıyor. Rumları masaya hangi güç çekebilir? ABD'nin baskısı olmadan bu mümkün müdür? Türkiye'nin AB üyeliğinde Yunanistan başta olmak üzere birçok devletin destek vermek zorunda kalmasında ABD'nin rolü yok mudur? ABD'de soykırım iddialarına karşı Ermeni lobisinin karşısında Türkiye'yi kim savunmak zorunda kalmaktadır? Musevi lobisi. Demek ki, Türkiye siyasi, askeri veya ekonomik birçok sorununda bu ülkelerin desteğine ihtiyaç hissedebiliyor... Bu yüzden İsrail gezisi çok yerinde olmuştur."

Yeni Şafak'ta İsrail gezisine karşı çıkan tek köşe yazarı ise Fehmi Koru idi. O da gezinin zamanlamasını eleştiriyor, 1 Mayıs tarihli yazısında özetle; "Ziyaret önümüzdeki yaz olsa daha iyi olur." diyordu.

Vicdanlar Rahat mı?

AK Parti'nin toplam 1,5 günlük ziyaretin 3 saatini ayırdığı Filistin'i öne çıkarıp geziyi "Filistin-İsrail ziyareti" diye lanse etmesi ise ucuz politik kamufleden öte bir şey değildir. Ziyaret esnasında Tayyip Erdoğan'ın Şaron'a söylediği "Aracılarla iş yapmak doğru değil, ikimizin arasında direkt telefon hattı olsun, sorunlarımızı aracısız görüşelim." sözünü, "Size yanlış bir anlaşılmadan dolayı terörist devlet dedim; kusura bakmayın, özür dilerim." şeklinde yorumlarsak herhalde yanlış yapmış olmayız.

Geziye yüklenen anlam ile elde edilenler arasında uçurumlar söz konusu. Gezi ile İsrail'in son yıllardır gittikçe bozulan imajı tazelemiş, ayrıca bölgenin "kayda değer" ülkesinin başbakanına söylediklerini, yaptıklarını yutturarak güç gösterisinde bulunmasına neden olmuştur.

Ziyaret sonrasında Beyaz Saray'dan randevu alınabilir. Ama Şaron Belçika'da resmen yargılanırken, Avrupa halkının çoğu İsrail'i dünyanın geleceği için tehlike görürken İsrail'in AB'ye girişte nasıl yardımcı olacağı merak konusu. 

Ermeni meselesinde kelimenin bütün içeriğini aktaran Bush, "soykırım" kelimesini telaffuz etmekten kaçındı. Bu durumda Yahudi lobisinin yardımı nasıl ne şekilde olabilir?

Diğer taraftan bu ziyaret, Ak Parti tabanını da tıpkı yöneticilerde olduğu gibi, kararsız, yönsüz ve çelişkili duruma getirmiştir. Kamuoyu iç politikada yaşadığı gelgitleri somut olarak bir de dış politikada yaşamış oldu. İsrail'le ilişkiler dolayısıyla dünya genelinde Müslüman kamuoyunun sempatisini kazanan Ak Parti, ziyaretle bu sempatiyi şüpheye çevirmeyi başarmış oldu.

Başbakan'a yakın ve danışmanlık yapan kişilerin çeşitli gazetelerde yazdığı yazılardan ve medyaya verdikleri demeçlerden, AK Parti hükümetinin bundan sonra İsrail ve ABD ile daha sıkı, yakın ve "iyi" ilişkiler geliştireceği anlaşılıyor.

Tüm bu yaşananlar, devletlerarası ilişkilerde politik-diplomatik çerçevede olabilecek şeyler denilebilir. Bir devletin tutarsız gibi görünen politik çıkışları, karşılıklı uzun ve kısa vadeli çıkar ilişkileri, iktidarın bekası, değişik ve değişken dengeler gerekçeleri ile belki açıklanabilir. Ama daha önce şiddetle karşı çıkılan şeyler bugün paşa paşa yapılıyorsa, "iktidarız" denmemeli, deniyorsa muktedir gibi davranılmalıdır.

Daha önemlisi bu tür tutarsızlıkları tahlil, değerlendirme ve yaklaşımlarda biz Müslümanların yorum ve tepkilerinin vahyi adalet ölçüleri çerçevesinde olup olmadığıdır. Zira bir Müslüman her olaya, her harekete, her eyleme; Kur'an perspektifinden bakmalı, buna göre analiz etmeli, desteklemeli veya karşı çıkmalıdır. "Dış politikadaki dengeler", "iç politikadaki tıkanıklıklar" gibi gerekçelerle insanları yanlışa kanalize etmek bir yana olaya sessiz kalmak bile İslam ahlakı ile bağdaşmaz. Toplumda "aydın" sıfatı ile dolaşanların, iktidarlardan önce çağının ve toplumun vicdanı olmak zorunda olduklarını unutmamaları gerekir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR