1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Siyonistlerin Kürdistan Konusundaki İştahları

Siyonistlerin Kürdistan Konusundaki İştahları

Eylül 2004A+A-

ABD'nin Irak'ı işgali sürecinde, Kürt hareketleriyle İsrail arasında kurulan ilişkiler, artan bir yoğunlukta gündeme geldi. Yaygın bir istihbari bilgiye göre Kuzey Irak'ta peşmergelerden oluşan düzenli Kürt birliklerinin bazı birimlerini İsrailli subaylar eğitiyordu. Hatta Kürtler arasında Yahudiliğin yaygınlaştığı ve işgal altındaki Kuzey Irak'ta bir Yahudi Kürt partisinin kurulduğu tarzında abartılı veya senaryo mahsulü haberler bile basında yer aldı. Ancak İsrail'in en büyük düşmanlarından Irak'ın ABD ordusu tarafından işgal edilmesinin, Siyonizm lehine doğuracağı sonuçları siyasi analizciler değişik açılardan tartıştı. Bu tarz haber, istihbarat, spekülatif bilgi ve tartışmalardan sonra ABD'nin Irak politikasının, "Made in Israel" olmasa bile öncelikle İsrail'in de çıkarlarını gözeterek oluştuğu yorumları ağırlık kazanmaya başladı.

İsrail'in Kürtlere olan ilgisi her gündeme geldiğinde, bölgedeki resmi statünün stres içine girdiği fark ediliyor. Ancak bölgenin tarihi, kültürel ve demografik yapısının oluşumunda önemli ağırlığa sahip olan Kürt kavminin ileri gelenleri, siyasi haklar konusunda yaşanan zulümleri en başta insani bir görev ve sorumluk algısı içinde dile getiriyorlar.

Emperyalist statü birer ulus devlet kurmaları konusunda Türklerin, Farsların önünü açarken ve bölgedeki Arapları parçalayıp iki-üç ulus devlete bölerken ses çıkartmayanlar; niçin sıra Kürtlere gelince "işbirlikçilik" ve "emperyalizmin beşinci kolluğu" suçlamalarını ön plana sürmekteydiler? Bu soruların ardından bazıları da, gelecek kuşaklarda ulus devlet kültünün bağlayıcı olmayacağını, küresel gelişme ve kutuplaşma ihtimalleri içinde ulus devletlerin önemsizleşeceği veya biteceğini belirterek; zaten geleceği olmayan bir Kürt ulus devletini kurdurtmamak amacıyla inatlaşıp, niçin on binlerce insanın ölümüne neden olunduğunu sorguluyordu. Hele Türkiye'nin Siyonist İsrail'le stratejik hedefler ve ortak düşman tanımı çerçevesinde ittifak kurması hususunda suskun kalan muhafazakar kesimin, İsrail-Kürt ilişkileri söz konusu olduğunda tepkisel bir telaş içine girmesindeki çifte standart da, başka bir sorgulama ve tartışma konusu olarak önümüze çıkıyordu.

Bütün bu gelecek tasarımları, ihtimal hesapları ve tartışma konuları içinde bölgede en dikkat çekici gelişme, ABD'nin, Irak'ın askeri gücünü kırarak İsrail'in en fazla çekindiği bir hedefi ortadan kaldırması oldu. Bu açıdan bakıldığında, Kürt sorununun, Kürt halkının uğradığı zulümler, yaşadığı mağduriyet ve mazlumiyetler çerçevesi dışında, konunun bir de, İsrail'in beklentileri açısından ele alınması gerekmektedir.

İsrail basınından yapılan aktarımlara göre, Irak üzerine yapılan en dikkat çekici vurgulardan birisi de "Daha önce Irak diye bir ülkenin olmadığı" hakkındadır. Siyonistler, bu vurgu ile Irak'ın bütünlüğü gibi bir kaygı sahibi olmadıklarını açıkça hissettirmekteydiler. Ve Türkiye aleyhinde olmadığı savıyla, Kuzey Irak'ta öncelikle stratejik ilişkiler ve bağlantılar içinde oldukları Barzani aşireti ve Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP) önceliğinde bir Kürt devletinin kurulması olasılığına sıcak bakmaktalar. Bölgede kurulacak bir Kürt devleti, Irak'ın bölünerek çaptan düşmesini sağlayacak ve bu arada Arz-ı Mev'ud sınırlarındaki Dicle Nehri'ni de içine alan, stratejik ortaklığa hazır, dost bir Kürt devleti, bölgede inşa edilmiş olacaktır. Böyle bir devlet, bölgede ABD emperyalizmi için ikinci bir İsrail misyonunu yerine getirme potansiyeli ifade edecek; İsrail için ise Aramîce ve Kürtçe konuşabilen ve halen İsrail'de yaşayan 150 bin Yahudi Kürt vatandaşı ile kuşatılabilecek bir alan ve Arz-ı Mev'ud ütopyası içinde bölgeye açılımda stratejik bir geçiş kapısı olabilecektir.

İsrail'in Kürt sorununa ve Kürdistan'a ilgisi, ırkçı ve yayılmacı tutumuyla yakından ilgilidir. Sami ırkının bir alt şubesine ait 12 kabileden oluşan Yahud ve İsrail devletlerinin M.Ö.'ki tarihlerde yıkılıp tebasının Mezopotamya ve Babil'e sürülmesinden sonra, Yahudiliğin farklı kavimleri de içine alan bir inanç topluluğu halinde yaşadığı, Yahudi hahamlarının da kabul ettiği bir gerçekti.1 Ama 19. yüzyılda Aydınlanma akımının tesirinde kalarak sekülerleşmeye başlayan bazı Yahudiler, Museviliği bir kültür ve Yahudiliği de bir din olmaktan ziyade Sami ırkına mensup bir kavim ve ulus olarak göstermeye başladılar. 19. yüzyılda Yahudiliğin bir ırk olduğunu savunarak sanal bir ulus tarihi ve ulus hedefi üreten Siyonistler, Batılı emperyalist devletler için iyi bir imkan yaratmışlardı. Siyonizm, hem Yahudileri bir ulus kurgusu içinde Filistin'e yöneltip Batılı ulus devletlerin iç pazarından uzaklaştıracak; hem de Ortadoğu'nun ve İslam Dünyası'nın merkezinde Aydınlanma ideolojisinin rehberliğinde kur(dur)ulacak Siyonist bir devletle, sömürgecilik üssü kurumlaştırılacaktı. Ve 1948'den itibaren İsrail ulus devleti tarafından Yahudilik, bir ırk olarak savunuldu. Bazı Yahudi hahamlarının ve dindarlarının itirazlarına rağmen, yeri geldiğinde din, Musevilik olarak nitelendirildi; yeri geldiğinde dine ilerlemeci ve pozitivist tarih algısı içinden bakıldı; yeri geldiğinde de Yahudilik dininin Yahudi ırkına has kılındığı, diğer dindar ulusçular gibi bu iki olgunun "etle tırnak" örneğini ifade ettiği savunuldu.

İsrail, kurulduğundan bu yana ulusal paradigmasının kurgusunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu anlamda gerek kavmi gerek dini anlamda Ortadoğu'daki tarihi köklerini önemsemektedir. Babil sürgünü sırasında Kürt tarihinin dayandırıldığı Mezopotamya havzasındaki kavimlerle buluşma, M.Ö. Yahudiler ile Kürt kavminin Aramice ile irtibatı, Osmanlılar döneminde Dicle-Fırat havzasında varolan Kürt Yahudileri ve sinagogları ve özellikle Batılı seyyahların seyahatnamelerinde Kürt Yahudilerinden bahsetmeleri, Siyonistlerin ve Siyonist Yahudilerin oldukça ilgisini çekmiştir. Bu ilgi Siyonistleri Kürtlerle ilgili zaman içinde farklı araştırmalara yöneltmiştir. İsrail'in kuruluş sürecinde iki nehir arasındaki ve çevresindeki Kürt Yahudilerin hemen hemen hepsi Filistin'e göç ettirilmiştir. Türkiye sınırları içinde Van-Hakkari arasındaki Başkale'den Urfa'ya kadar Kürt bölgelerinde oturan Yahudi Kürtler de Filistin'e göç etmişlerdir. Şu anda İsrail'de Aramice ve Kürtçe konuşan 150 bin civarında Yahudi Kürt vardır ve kendilerini kültürde Kürt, dinde Yahudi olarak ifade etmektedirler.2 Son yıllarda Türkiye'ye artan oranlarda gelen İsrailli turistlerden Yahudi olan Kürtler, eskiden Yahudi Kürtlerin yaşadığı bölgeleri görmeye gitmektedirler. İsrail'de 2001 yılında yapılan genetik bir araştırmada bilimsellik adına ilginç bir kurgu daha sergilenmiştir. Bilimsel denilen bu araştırmada Beyaz Rus, Rus, Polonyalı, Berberi, Portekiz, İspanyol, Arap, Ermeni ve Türk deneklerden alınan genetik kodlar içinde en çok Kürtler arasında Yahudilerle akrabalık bağının ortaya çıktığı belirtilmiştir.3

İsrail'in Kürt liderlerden Barzani'ye öncelikli ilgi beslemesini, bazıları Barzani'nin Yahudi bir aileden gelmesine bağlamaktadırlar.4 Yalçın Küçük gibi komplo zihniyetinin bazı temsilcileri, Sabataycılık kurgusu içinde Musa Anter gibi Türkiye'deki Kürt hareketinin önde gelen bazı isimlerinin Yahudi kökenli olduğunu bile iddia edebilmişlerdir. Bu gibi iddialara cevaben kaleme alınan yazılarda ise Kürtler'de yaşanılan bölgenin adıyla çağrılmanın bir gelenek olduğu belirtildikten sonra, Barzan bölgesinde doğanlara da Barzani denildiği ifade edilmektedir. Barzani aşireti Beroji, Mizori, Şarvani ve Delemari aşiretlerinden oluşan bir aşiret konfederasyonu şeklinde nitelenir. Bu konfederasyon içinde yer alan insanların çoğunluğunun 1700'lerden beri Nakşibendi tarikatına intisaplı olduğu, içlerinden çok azının da din olarak Yahudiliği seçtiği ve M.S. 1630 tarihli bir vesikada bir Kürt hahamı olan Samuel Barzani'nin adının geçtiği de günümüze ulaşan bilgiler arasındadır.5 Samuel Barzani'nin kızı Asenath'ın hahamlığı ise Amerikalı reformist Yahudiler tarafından 19. yüzyılda kabul edilir. Bayan Haham Asenath Barzani, Musul'da bir Yahudi okulu kurmuştur.6 Bu açıdan Yahudiliği ırk olarak kurgulayan bazı Siyonistlerin, bu bilgiler üzerine, Kürtlerle İsrailoğullarının kan bağını merak etmelerine ve bu konuyu araştırmaya yönelmelerine fazlaca şaşmamak gerekir. Bu tecessüs laik Siyonistler ile dindar Siyonistler arasında benzer eğilimleri tahrik etmektedir.

Siyonizm, esasta Yahudiliği semavi bir din ve Yahudi ümmetini de bir inanç birliği olmaktan çıkartıp, bir ırka dönüştürmenin sosyo-politik ifadesidir. İsrail resmi ideolojisi de, ırk temelli bir dış bakışa dayanmaktadır. Efsanevi veya vakii planda Kürtlerle ilgili yukarıda aktardığımız kısa ve genel bilgiler çerçevesinde, Siyonizm'i, siyasi kurgusu içinde Ortadoğu kavimlerinden en fazla Kürt nüfusuna, tarihine ve siyasi hedeflerine ilgi duyar hale getirmektedir.

Siyonistlerin Kürt Hareketine Aktif İlgisi

Siyonizm'in Kürt sorununa aktif ilgisi Mustafa Barzani döneminde başlamıştır. Ortadoğu'da ikinci ABD üssü olarak bilinen Şah İranı'nın istihbarat örgütü SAVAK ile Siyonist istihbarat örgütü MOSSAD arasındaki anlaşmaya bağlı olarak İsrail, Kuzey Irak Kürtlerine İran üzerinden silah ve cephane gönderir. İsrailli öğretim üyesi Dr. Amaltzia Baram'ın "İsrail ve Irak'taki Kürt Sorunu" adlı kitabında belirttiğine göre aynı kanaldan Kuzey Irak peşmergelerine İsrail'den eğitim subayı da gönderilir.7

Amerikancı Şah rejiminin de müdahalesi düşünüldüğünde, Kürtlere İsrail kanalından yapılan bu yardımın ABD bilgisi veya planı dışında gerçekleşmiş olması olası gözükmüyor. ABD'nin küresel emperyalist hesapları daha 1960'lı yıllarda temellenmeye başlamıştı. İsrail açısından ise bu yardımlarla hedeflenen iki önemli çıkar söz konusuydu: Birincisi, Siyonizm düşmanı olan Irak'ı zayıflatmak; ikincisi ise, Siyonist Yahudiliğin Teodor Herzl'den bu yana siyasal Kürtçülerle/Kürt ulusalcılarıyla kurduğu ilişkiyi derinleştirerek bölgede dost bir halk kazanabilmek.

İsrail Devleti kurulmadan önce, Dünya Siyonist Örgütü'nün ikinci adamı David Ben-Grion, daha sonra MOSSAD'ın şefi olacak Rabeen Şilah'ı Irak'a yolladı. Bölgede dört yıl kalan Şilah, Kürt aşiret liderleriyle görüşmeler yaptı ve Yahudi Kürtlerin Filistin'e göç etmelerini planladı. MOSSAD, Kürtler ve Kürdistan'la ilgili irtibatlarını uzun yıllar Rabeen Şilah'ın ilişki ağını takip ederek geliştirdi.8

Günaydın'ın "Yahudi Kürtler" kitabında aktardığına göre İsrail'in Kürtlere olan ilgisi ve yaptığı yardımlar karşılıksız kalmadı. Mustafa Barzani'nin gizli ve açık sık sık İsrail seyahatleri oldu. İsrail'in Kürtler aracılığı ile ayarladığı bir pilot 1966 yılında, Irak'a ait SSCB yapımı MIG-21 uçağını Tel Aviv'e kaçırıp, İsraillilerin bu uçak hakkında bütün bilgileri öğrenmesini sağladı. Mart 1969'da yapılan bir operasyonda MOSSAD, Barzani güçleriyle birlikte Kerkük rafinesini bombalayarak çalışamaz duruma getirdi. Daha sonradan dünya kamuoyuna, Moşe Dayan'a Kerkük petrol rafinesinin nasıl vurulacağına dair planların Mustafa Barzani tarafından verildiğiyle ilgili bilgiler sızdı. Ancak İran İslam Devrimi'ni yıpratmak amacıyla başta ABD tarafından kullanılan Irak'a yönelik, aynı süreçte, İsrail'in çok fazla rahatsız edici girişimleri olmadı. Zaten Türkiye'deki Kürt hareketi de böyle bir konjonktürde güç kazanıp serpilmeye başlamıştı. Aşiret asabiyetinden kurtulamamış Barzani ve KDP'ye nispetle PKK'nın ulusalcı Marksist ve anti-emperyalist yapısı, İsrail'le ilişki kanallarını daraltıyordu. Bu bağlamda İsrail'le ilişkilere en uzak Kürt hareketi olarak PKK ve çizgisini göstermek mümkündü.

Yeni Dünya Düzeni Projesi ile ABD, 1991'de Irak'a saldırmıştı. Bu saldırıda Irak'ın Baasçı despot yönetimi askeri açıdan büyük yaralar aldı. Bu dönemde Kuzey Irak, Kürt hareketi için özerkleştirildi ve Kuzey Irak'ta dış kaynaklı ve STÖ görünümlü birçok şaibeli kuruluş faaliyet gösterdi. Bu şaibeli örgütler arasında Siyonistlerle irtibatı bulunanlar da vardı. Ve ABD bu örgütlerle yaptığı alan araştırması sonucunda tespit edilen 5 bin Kürt'ü özel eğitim için Karaibler Denizi'ndeki bazı özel adalara götürdü. Bu alan araştırmasında tespit ediciler arasında ne kadar Siyonist ve MOSSAD ajanının bulunduğu henüz meçhul. Ama meçhul olmayan gerçek ise, ABD'nin özel eğitimden geçirdiği bu seçkin Kürt kafilesinin önemli bir kısmını 2003 işgalinden sonra tekrar Kuzey Irak'a geri getirmesidir.

Özellikle 2003 işgalinden sonra İsrail, KDP'ye açıktan destek vermeye başlamıştır. Şu anda Kuzey Irak'a yönelik yayın yapan KDP radyosu ve televizyonu için gerekli olan alt yapı yatırımları ve teçhizatı İsrail devletine ait BEZEK şirketi tarafından sağlanmaktadır.9 Bugün İsrail'in Kürt peşmergelerini eğitmek için çok daha fazla gayret içinde olduğuyla ilgili bilgiler, dünya haber ajansları bültenlerinde sürekli olarak yer almaktadır. Ama İsrail'in Kürt hareketlerine ve Kürdistan'a olan ilgisi artık taraflarca daha analitik olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. İsrail de Kürt sorununa, Sefardi Yahudilerinden olan Yahudi Kürtleri çoğaltmak kaygısından çok, pratik ve stratejik hedefleri açısından yaklaşmaktadır. Zaten Siyonistler açısından Asya-Afrika kökenli olan "Sefardi" Yahudileri, Amerika-Avrupa kökenli olan "Eşkanazi" Yahudileri kadar itibarlı görülmemektedir.10

İsrail, Kürdistan ve Kürt sorunuyla, bu bölgede öncelikle Yahudi Kürtler olduğu için değil; yukarıda da belirttiğimiz gibi Irak'ın kendisine yönelik muhalif gücünü kırmak ve bölgede kendisine mecbur/bağımlı dost bir devleti oluşturabilmek amacıyla ilgilenmektedir. Siyonistler, Kürt Devleti'nin kuruluşunda İsrail'e getirilen Yahudi Kürtleri ve tarihlerini bugün için ancak bir buket çiçek yerine geçecek diyalog aracı olarak görebilirler. Zaten şu anda, Türk basınında çıkan abartılı ve asparagas haberlerin aksine, yerli halktan Kuzey Irak'ta Yahudi Kürt'ü yok sayılacak durumdadır, Irak'ın diğer bölgelerindeki Yahudi Kürt sayısı ise 20-30 aile civarında olduğu tahmin edilmektedir.11

İsrail'in Türkiye ile 1996 yılında sağladığı stratejik ittifak "terör karşıtı alanlar"da dayanışmayı gerektirse ve hatta bazı istihbari bilgi alış verişi içine girilse de; Türk Devleti'nin mücadele ettiği PKK Kürt hareketine karşı İsrail'in açık ve net bir tavrı söz konusu olmamıştır. Bu stratejik ittifakın İsrail'den nasıl göründüğünü inceleyen Besa Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Inbar'a göre; Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve 1991 Madrid Konferansı'ndan sonra İsrail'in uluslararası statüsünün güçlenmesiyle birlikte Türkiye, kendini Orta Doğu'da bir oyuncu olarak görmeye başlamış; öncelikle İsrail ile diplomatik ve askeri alanda yakın ilişkiler kurma isteğini de kendisi yöneltmiştir.12 Ancak Türkiye-İsrail arasında kurulan bu ittifak, ortak stratejik kaygıları belirlerken, en çok Suriye üzerinde yoğunlaşmıştır.

Suriye'de ikamet eden PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, Suriye'den çıkarılıp yakalanmasında MOSSAD'ın çaba gösterdiği iddia edilmiştir. Bu iddialardan hareket eden PKK militanları, Berlin'deki İsrail Konsolosluğu'nu işgale kalkışmıştı. Bu eylem sırasında Başkonsolos korumaları üç PKK'lıyı öldürmüş, 16'sını da yaralamışlardı. İsrail, bu olay üzerine Avrupa'daki elçilik ve konsolosluklarını bir süre kapama kararı aldı. Buna karşılık İsrail, düşman olmadığını kanıtlamak için PKK ile diyaloga geçti.13 Basına yansıyan haberlerde bu diyalogu sürgündeki Kürt Parlamentosu Başkanı Yaşar Kaya, başkanlığını İsrail'in İşçi Partisi Merkez Komite üyesi Erez Biton'un yaptığı beş kişilik bir heyetle gerçekleştirmiş ve İsrail'e davet edilmişti. Bu haberlerin hiçbirisi Türk basınında yer almadı. Konunun aydınlatılması için milletvekilleriyle temasa geçen Selam Gazetesi editörleri, milletvekillerinin Kürt-İsrail diyalogu hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarına kanaat getiriyorlardı.14 Ancak İsrail gazetelerinden öğrenildiğine göre 18 Şubat 1999 tarihinde İsrail'deki Türk Büyükelçisi Barlas Özener, İsrail yetkililerine, İsrail-PKK görüşmelerini kabul etmeyeceklerini, görüşme gerçekleşirse İsrail'in terör işbirlikçisi olacağına dair sert bir mesaj veriyordu. Ama hemen aynı gün Tel Aviv'de çok sayıda gösterici Berlin'deki ateş açma olayını kınamak ve Türkiye'deki Kürt mücadelesine verdikleri desteği açıklamak üzere Türkiye Büyükelçiliği'nin önünde bir protesto gösterisi yapıyorlardı. The Jerusalem Post, 21 Şubat 1999 tarihli sayısında, "Dostça Uyarı" vurgusuyla Özener'in mesajını "küstahlık ve ukalalık" olarak değerlendiriyordu. Bu arada MOSSAD Başkanı Halevy, "Apo" operasyonu ile ilgilerinin olmadığını açıklıyordu. İsrail Başbakanı Netanyahu da mükerreren, İsrail'in Kürtler'le "hiçbir kavgası bulunmadığı"nı belirtiyor, ana muhalefet lideri Ariel Şaron ise, "geçmişteki güçlü yakınlık"tan söz ediyordu.15

PKK-İsrail arasında basına yansıyan bu tarz yaklaşımların bilgisinden sonra Abdullah Öcalan, savunmasını yaptığı İmralı'da, komşu ülkeler Yunanistan'ı, İran'ı, Suriye'yi ve Avrupa ülkelerini suçlamasına rağmen, İsrail ve ABD'ye yönelik en ufak bir suçlamada bulunmuyordu. Aslında Öcalan'ın bu tutumu karşısında, ulusal, Marksist ve anti-emperyalist bir yapıya sahip olan PKK da; ulusal, laik ve liberal bir yapıya sahip olan Türk Devleti de ciddi bir şaşkınlık psikolojisi içine girdiler.

Türk-İsrail Stratejik Ortaklığı'na rağmen, PKK ile İsrail arasında kurulan ilişkiler konusunda Türk Devleti, büyük bir şaşkınlık yaşıyordu. Büyükelçi Özener'in İsrail basınına yansıyan tepkisi dışında, Türkiye'nin PKK konusunda İsrail'e yönelttiği bir tepkisinin var olup olmadığı kamuoyuna hiç yansımadı.

The Jerusalem Post, 21 Şubat 1999 tarihli yazısına devamla şu vurgulara yer verdi: "Geçmişte Öcalan'ı asla desteklemeyen Kürtler şu anda ondan yanadır. Bu Türkiye'nin problemidir ve İsrail kendisine karşı nefretle birleşmiş bir Kürt ulusu istememektedir."

Türkiye şaşkındır. İsrail, Suriye'yi "öcü" olarak gösterirken, birden bire Türkiye'nin en yakın tehlike olarak gördüğü "baş öcüsü" ile el sıkışmasını Türk diplomasisi izah edememiştir. Bu izahsızlık, şaşkınlığı daha da derinleştirmiştir.

İsrail Dostu Türkiye Siyonistlerin Kürt Kartı Karşısında Bunalıyor

Türkiye-İsrail ilişkileri 1992'deki 500. Yıl kutlamaları nedeniyle İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog'un İstanbul'a gelmesiyle ve özellikle 1994 yılında Türkiye'de "Türkiye-İsrail Konseyi" ve İsrail'de de "İsrail-Türkiye İş Konseyi"nin kurulmasıyla hızlanmış ve geliştirilmiştir. 1980 yılında İsrail'in Kudüs'ü başkent olarak ilan etmesiyle İkinci Katip düzeyine inen ilişkiler 1992 yılında ilk defa Büyükelçilik düzeyine çıkartılmıştır. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'in İsrail'e gerçekleştirdiği Kasım 1993 ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada, Türkiye-İsrail ilişkilerinin her alanda gelişeceğini ve iki devletin "Orta Doğu'yu yeniden yapılandırmada" işbirliğine gideceklerini ilan ediyordu.16 Tansu Çiller'in 1994'te, Çevik Bir'in de 1996'daki İsrail ziyaretlerinden sonra gerek sivil yöneticilerin gerek Genel Kurmay'ın İsrail'i ziyaretleri mutat hale gelmiştir.17 Aralık 1996'da MGK'ya sunulan Genel Kurmay Başkanlığı raporunda; İran, Suriye ve Irak'ın elindeki nükleer silahların Türkiye için tehdit oluşturduğuna dikkat çekilirken, İsrail'le savunma anlaşmasının bir an önce yürürlüğe konulması istenmiş18 daha sonra da bu istem doğrultusunda İsrail'le, ABD ile yapıldığı gibi önemli stratejik anlaşmalara imza atılmıştır. Türkiye, ABD ve İsrail ikilisi tarafından devamlı olarak radikal İslam ve komşularının düşmanlığı korkusuyla uyarılmış ve bölgede Ortadoğu halklarına düşman "şeytan üçgeni" denilen bir kampın içine çekilmeye çalışılmıştır. Türkiye Müslümanları ve diğer muhalif kesimler, Herzog'dan bu yana İsrail'le kurulan işbirliğine ve bölgemizde İsrail, ABD ve Türkiye sacayağı ile oluşturulmak istenen şeytan üçgenine gerek demeç, tebliğ ve yazılarıyla; gerek eylem, diyalog ve protesto gösterileriyle karşı çıkmışlardır. Ülkedeki muhalefet potansiyeline rağmen TC yönetimi, ABD Parlamentosu'nu etkileyen Yunan ve Ermeni lobilerine karşı, ABD'de ve Ortadoğu'da Siyonist kampa sığınmış, düşman olarak algıladığı veya algılattırılan diğer komşularına karşı Siyonistlerin gerek kulis gerek istihbarat gücünü kazanmak için eli mahkum bir duruma düşmüştür.

Türkiye ABD'deki Yunan ve Ermeni lobilerine karşı, ABD'nin dış politikasında ağırlığı olan iki sağcı Yahudi örgütü kendisine müttefik kabul etmişti. Bush yönetimindeki Amerikan dış politikası üzerinde yoğun etkisi olan radikal sağ kanat politikacılarının19 büyük kısmının irtibatlı olduğu bu iki örgüt, JINSA (Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü / The Jewish Institute for National Security Affairs) ve CSP (Politik Güvenlik Merkezi / Center for Securirty Policy) idi. JINSA ve CSP'ye göre ABD ve İsrail'in ulusal güvenlik çıkarları arasında bir fark yoktu ve özellikle Yeni Ortadoğu Projesi için mutlaka Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Filistin ve İran rejimleri değiştirilmeliydi. ABD Yönetimi nezdinde Yunan ve Ermeni lobilerine karşı Türkiye'nin çıkarlarını savunan JINSA ve CSP öncelikli olarak ABD ve İsrail'in ortak güvenlik çıkarları için Irak'ın bölünmesini, Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt bölgesi veya devleti oluşturulmasını öngörüyordu.20

Türkiye'nin şaşkınlığı kaçınılmazdı. Yunan ve Ermeni lobilerine karşı Türkiye'nin dünyadaki en iyi müttefikleri ve diğer komşularının tehditlerini ve güçlerini "en iyi" haber veren dostları JINSA ve CSP, ABD ve İsrail'in güvenliği adı altında Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin önünü açıyorlardı. Artık Türkiye; Irak, Suriye ve İran'ın nükleer silahlarıyla oluşturduğu kabul edilen tehlikeden çok daha fazla önemsediği bir tehditle karşı karşıyaydı. Üstelik bu tehdit, sınırlarında Kürt nüfusu barındırdıkları için bölgedeki üç devleti de yakından ilgilendiriyordu. Lakin Kuzey Iraklı Kürtler, Irak işgal edilmeden önce ABD bayraklı kitlesel gösteriler yapmış ve ABD'ye yönelik oldukça davetkar davranmışlardı.

Kemal Burkay, Güney Kürdistan'da emperyalist devletlerin rolünü ve yardımını şu ifadelerle basitleştirmeye ve meşrulaştırmaya çalışıyor: "Varsayalım ki İsrail, Güney Kürdistan'da belli ekonomik, sosyal gelişme projelerine destek oldu. Olsa fena mı? Ama böyle bir şey henüz yok. Hatta, varsayalım ki Güney Kürdistan'da Kürtlerin askeri eğitimine yardımcı oluyor. Böyle bir şeyi de biz duymadık. Güneyli Kürt liderler de, İsrail de bunu yalanlıyor. Ama olsaydı fena mı olurdu?"21 PWD (Partiya Walatparezen Demokrat), Osman Öcalan liderliğinde PKK'den ayrılan bir grup Kürt gerilla tarafından kuruldu. PWD'nin deklarasyonunda yer alan şu ifadeler de oldukça dikkat çekici: "Bölgedeki statükoyu dağıtmayı hedefleyen ABD müdahalesi demokratikleşmeye imkan sunduğu ve Kürt sorununun çözüm imkanlarını artırdığı için desteklenmelidir… Geniş Ortadoğu Projesi, bölgenin yaşadığı çağdışı konumu aşma sürecini hızlandıracaktır."22 Spekülasyon olarak da değerlendirilebilecek tüm bilgi aktarımlarına rağmen, bölgede bir Kürt devletinin kurulma olasılığı kendini hissettirmektedir. Bu olasılık öncelikle TC açısından, Türkiye'deki Kürtlerin, Türk kimliğine aidiyetlerinin oldukça zayıflaması ve sonuçta Türk resmi ideolojisinin zaafa uğratılması demekti.

İsrail, Suriye konusunda olduğu gibi Hükümet'i, Genel Kurmay'ı ve MGK'yı Irak'ın nükleer silahları konusunda korkutmaya çalışmıştı; ama Irak'ın işgalinden sonra Irak'ta nükleer silah olmadığı anlaşılmıştı. Irak'ta nükleer silah yoktu; ama İsrail'in, Türkiye'nin en büyük öcülerinden biri olan Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulmasına kapı aralayacak etkinliği ve yardımları söz konusuydu. Ve İsrail ve ABD'nin, Türkiye'ye korku psikolojisi çerçevesinde dayattıkları tezlerin blöften ibaret olduğu birer birer ortaya çıkıyordu.

Bu süreçte Türkiye'deki şaşkınlık, homurtulara dönüşmeye başladı. Başbakan Tayyib Erdoğan'ın Filistin'de tırmanışa geçen Siyonist katliamlardan sonra İsrailli yöneticilere soğuk davranmaya başlaması ve İsrail rejimini soykırım yapmakla suçlaması pek de "delikanlılık" veya "eski mahalle kültürü" ile açıklanacak bir durum değildi. Erdoğan'ın, sabık Başbakan Ecevit gibi Filistin'de yaşananlara önce "soykırım" deyip sonra da özür dileyecek kadar imaj kaybına tahammülü olamazdı. Erdoğan, Sağlam Kuvvetler'den gelecek tüyoya önem verecek kadar konumunu sağlama alacak bir tecrübe kazanımını, onca yıllık siyasi deneyimi içinde öğrenmiş olmalıydı. Aslında Erdoğan kadar, Erdoğan'ın ağzı ile ve gerektiğinde riski de Erdoğan'a yükleyerek, İsrail rejimine karşı devletin sağlam ve derin güçleri de suratlarını ekşitmeye başlıyorlardı. Kürt devletinin kurulması olasılığı karşısında, Irak'ın bölünmesi ve bölgede dost bir devletin kazanılması için iştahı kabaran İsrail'e karşılık, stratejik ortağı Türkiye'nin midesi bulanıyordu. Türkiye'nin mide bulantısı Sağlam Kuvvetler'i, can sıkıntısıyla da olsa önce Avrupa Birliği, sonra da İslam Konferansı Örgütü gibi sofralara daha bir nezaketle yaklaştırmaya başladı.

Kürt Devleti Olasılığına Nasıl Bakmalı?

Önce kurulu rejimin mantığı açısından konunun nasıl değerlendirildiğine bakmak gerekir. Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti, Türkiye Kürtlerini de bağımsızlık idealine doğru tahrik edeceği için önlem alma telaşını getirecektir. Bu telaş, aynı sorunla karşı karşıya gelen ve dün düşman olarak algılanan Suriye ve İran ile, Irak'ın oluşacak Arap yönetimiyle benzer konuda yakınlaşmalar sağlayabilecektir. Resmi ideolojisi ulus kültü üzerine bina edilen Türkiye, bölgemizde kurulması muhtemel bir Kürt devletinin oluşumunu, bu konudaki kurumlaşmanın Türkiye Kürtlerine etkisini kırabilmek için; ya emperyalizme direnen bloktan yana politikalar geliştirecektir; ya da ABD-İsrail ekseninden ayrılmayarak geliştireceği diyaloglarla karşılaşacağı zararı önlemeye çalışacaktır. İkinci şık, şu anki ABD dış politikası açısından imkanlı görünmüyor. Bu sene yapılacak olan ABD genel seçimlerinden sonra Cumhuriyetçiler de Demokratlar da yürürlükteki politikadan vazgeçeceklerine dair pek sinyal vermiyorlar.

Türkiye'nin stratejik ortağı İsrail'in Kürt hareketlerine yönelen ilgisi ve desteği, Türk Devleti'ni bölgeye ilişkin politikaları açısından şaşkınlığa sürüklüyor ve bunaltıyor. Bu ortamı ve derin devletin homurtularını, kitlesinin Siyonist şiddet ve yayılma karşıtı hissiyatına cevap verecek şekilde İsrail'in Filistinlilere karşı uyguladığı saldırıları kınayarak değerlendirdiğini düşündüğümüz Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan'ın aksine, Devlet, İsrail'le oluşturulan stratejik ittifakın, önemli konularda "ortak düşman" tanımından uzaklaştığını görüyor, ama telaffuz edemiyor. Aslında Türkiye'yi siyasi ve askeri alanda stratejik ittifak kurmak amacıyla İsrail'in şemsiyesi altına iten saiklerin yerli ve ulusal kaygılardan mı, yoksa ABD'nin zorlamasından mı kaynaklandığı tartışma konusu. Ve bu tartışma konusunun sonucuyla ilgili ipuçlarını, bu ay Konya semalarında yapılacak olan NATO tatbikatında görmek mümkün. Kürt hareketlerine ve Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulması tasarımına sıcak bakarak başta Genel Kurmay olmak üzere Türk Devleti'nin bütün birimlerinde şaşkınlık, tereddüt ve kızgınlık yaşatan İsrail'in, NATO üyesi olmadığı halde, seyreltilmiş uranyum taşıyan savaş uçaklarıyla yapılan ve topraklarımızı kirleten tatbikata davet edilmesi; acaba TC'nin istemiyle mi yoksa ABD'nin zorlamasıyla mı mümkün oldu? Bu sorunun cevabı, stratejik ittifak adına Türkiye'yi İsrail'in şemsiyesi altına kimin yönelttiğinin ve kimlerin işbirlikçilik veya küresel kapitalizme komisyonculuk yaptığının da cevabı olacaktır.

Ulusçuluk, Batı dışı halklara, 19. yüzyıldan itibaren emperyalizmin yaygınlaşma aracı olarak ihraç edildi. Küresel kapitalizmin yeni stratejisi ise, ulus kültleri ve ulus devletlerle disiplinize edilen ulus pazarları; artık post-modern bir kimliğe ve ulusal sınırları yıpratarak büyük bir pazara dönüştürebilmek, bu konuda problem çıkartan ulusal otoriteleri tezyif ve tahfif etmek olarak karşımıza çıkıyor. Dünya istikbarının global planları ve uygulamaları söz konusu olduğunda, bir halkın kendini bağımsız hissedeceği bir yönetime kavuşma arzusu (selfdetermination) çok rahatsız edici olmamalıdır. Emperyalizm, halkların kültür, eğitim ve siyasetlerine hakim olduktan sonra, halkların beraber/bir arada yaşaması ile ayrışarak yaşamaları çok önemli değildir. Ama özellikle Ortadoğu'nun Müslüman halkları açısından olaya bakıldığında, bu halkların en önemli ortak paydaları olan İslam'a sarıldıkları oranda, hem fıtri haklar korunabilecek hem emperyalizme karşı direniş ve varoluş imkanı söz konusu olabilecektir.

Kürt sorunu ümmetin sorunudur. Ümmet aidiyeti ise bölünerek değil; ancak bilinçlenerek, kendi özünü ıslah ederek, egemen istikbar karşısında tevhit ve adalet ilkelerine sarılarak esenlik yurduna kavuşma imkanına ulaşabilir. Ümmet aidiyetinde bütünleşmek demek, İslam coğrafyasındaki yapay ve işbirlikçi devletlerin bir araya getirilerek oluşturulmasına çalışılan; ama emperyalist hesapların gölgesinden de kurtulamamış olan, sözde "İslam Birliği"ni oluşturmak demek değildir. Ümmet aidiyeti demek, Müslüman halkların imanlarını Kur'an'la yeniden tazelemeleri, başta büyük şeytan ABD olmak üzere her türlü istikbara ve işbirlikçi statülere karşı bağımsızlık, dayanışma ve kardeşlik bilincine ermeleri demektir. Sünnetullah çerçevesinden bakıldığında görülecektir ki, İslam ümmetinin varoluşu, iktidar aracıyla değil, bilinçli kitlelerin hakka ve adalete tanıklığı ile başlar. İslam ümmetini oluşturma hedefi tabii ki güncel ve tarihi sorunlardan yalıtılmış olmayacaktır. Kur'an, inzal olduğu ilk yıllardan itibaren vaaz ettiği doğrular kadar, gasp edilen fıtri/tabii ve sosyal haklara da karşı çıkmış ve pratik sorunlarla ilgilenme yükümlülüğünü ertelememiştir.

Kürt sorunu, birilerinin "Kemalizm"i yeniden üretmesi ve fıtri olan kavmi hakların savunulması adına modern ulus inşasına çalışmasıyla, diğerlerinin Kürtlere sanal "Yahudi" ulus tarihinden kök irtibatları bulmasıyla, başka birilerinin de feodal statüleri için müstezaf Kürt halkına mezhepçi ve tasavvufi fantezilerini İslam görüntüsüyle tezgahlamaya çalışmasıyla çözülemez. Kürt halkı adına ABD ve İsrail'le tokalaşan işbirlikçilerin, Kürt halkına sunacağı armağan, Ortadoğu'daki kukla rejimlerin tebaalaştırdıkları halklara sunduklarından başkası olmayacaktır. Şu anda tüm bölünmüşlüğüne ve iç tartışmalarına rağmen Kürt halkı adına ABD emperyalizminden uzak duran güç, İmralı mahkumu Abdullah Öcalan'ın direktiflerine sıkı sıkıya bağlı ve yeni şekillenmeye başlayan Özgür Yurttaş Hareketi'dir. Ancak Kürt sorununun sahici çözümünün, -tüm Müslüman halklar için de- işbirlikçi yöneticilere ve istikbara karşı tüm ümmeti yeniden ihya edecek ve halklara fıtri haklarını verecek olan, Kur'an merkezli tevhit ve adalet mücadelesinin küresel çaplı inşası ve alternatifleştirilmesiyle mümkün olacağı unutulmamalıdır.

Dipnotlar:

1- G. Neuburger, "Yahudilik ve Siyonizm Arasındaki Ayrım", s. 209; Prof. Dr. Gary V. Smith, "Siyasal Siyonizm: Bir Yahudi Eleştirisi", s. 237; Siyonizm ve Irkçılık (Edisyon), A.Ü.S.B.F. Yay. Ankara, 1982.

2- Abdülhamit Bilici, "Yahudi Kürtler", S. 291, Aksiyon Dergisi, İstanbul, 2003.

3- Eşref Günaydın, Yahudi Kürtler Babil'in Kayıp Çocukları, s. 70, Karakutu Yay., İstanbul, 2003.

4- Sefa Kaplan-Ahmet Uçar, Hürriyet, 17 Şubat 2003.

5- Muhsin Kızılkaya, Radikal Gazetesi eki, 22 Şubat 2003.

6- Eşref Günaydın, a.g.e., s.43-51.

7- A.g.e., s. 35.

8- Hakkı Öznur, "İsrail-Kürt İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı", www.2003.gen.tr

9- A.g.e., s. 75.

10- Nasır H. Aruri, "İsrail'deki Doğu Yahudileri", Siyonizm ve Irkçılık (Edisyon), s. 117. a.g.e.

11- Abdülhamit Bilici, A.g.y.

12- Efraim Inbar, Türk-İsrail Stratejik Ortaklığı, s. 20-22, ASAM Yay., Ankara, 2001.

13- Yusuf Besalel, Yahudi Tarihi, s. 330, Gözlem Yay., İstanbul, 2003

14- Alptekin Dursunoğlu, Stratejik İttifak Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, s. 181-182, Anka Yay., İstanbul, 2000.

15- A.g.e., s. 171-173.

16- Efraim Inbar, A.g.e., s. 38

17- Türk-İsrail ilişkilerinin resmi tarihi için bkz: Yusuf Besalel, A.g.e., s.310-341.

18- Milliyet, 5 Aralık 1996.

19- Alex Callinicus, "Amerikan İmparatorluğunun Büyük Stratejisi", www.bianet.org

20- Eşref Günaydın, A.g.e., s. 67- 69.

21- Kemal Burkay, "İsrail-Kürt İlişkileri ve Psikolojik Savaş", www.kurdistan.nu

22- Ender İrmek, "ABD ve Kürtler", Evrensel, 21 Ağustos 2004

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR