1. YAZARLAR

  2. Yvonne Yazbeck Haddad

  3. Seyyid Kutub'un Dünya Görüşü

Yvonne Yazbeck Haddad

Yazarın Tüm Yazıları >

Seyyid Kutub'un Dünya Görüşü

Ocak 1991A+A-

Yazar, Hartford üniversitesi İslami Araştırmalar Bölümünde yardımcı profesör olarak görev yapmaktadır.

 

Tarihsel gelişim süreci içinde İslam, değişik dönemlerde karşı karşıya geldiği çeşitli tarihi, hukuki, politik, felsefi, ideolojik ve teolojik sorunlarla uğraşmak zorunda kaldı. Bu, onun Mekke'deki oluşum dönemi için de geçerlidir; Kur'an'ın esas olarak Allah'ın birliği ve yüceliğinin anlatıldığı ilk surelerinde kıyamet gününde insanın sorumluluğu vurgulanırken, öncelikle Mekkeli müşriklerin fakir, dul ve yetimlere karşı ekonomik ve sosyal gözardı etmeleri şeklinde ortaya çıkan materyalist davranış biçimlerinin kınanması amaçlanıyordu.

İlk Müslümanlar Medine'ye hicret ettiklerinde, vurgu yeni inanç sistemi içinde ferdi müminler yetiştirmekten bir İslam toplumu (ümmet) oluşturulması noktasında yoğunlaştı. Sonuç olarak, Kur'ani vahiy daha yoğun bir biçimde sosyal sorunlarla ilgilenir oldu. Bunlar, başka inançtan insanlarla ilişkilerin yanı sıra aile, ticaret, ceza gibi yeni İslam toplumunun iç ilişkilerini de düzenleyen hukuk kurallarını içeriyordu. Medine'de ilk meydan okuma Kur'ani öğretinin otoritesini sorgulayan Ehli Kitap'tan (özellikle Yahudiler'den) geldi. Buna vahiy, Kur'ani mesajın kaynağının Peygamber değil Allah olduğunu açıklıkla teyid edecek şekilde karşılık verdi. Bu, İslamın sosyal ve politik yönünde olduğu gibi doktriner öğretisinde de gerçeklik hakkındaki diğerlerinin iddiaları karşısında İslamın süregelen üstünlüğü için güçlü bir dayanak oluşturuyordu. Kur'an'ın önemli bir bölümü Allah'ın temel mesajından sapanların yanısıra kafirlere karşı yöneltilmiş karşı tezler ve tartışmalara ayrılmıştır. Bu ayetlerdeki içerik İslamın savunulmasıdır; karşı tezlerin yanlışlanması, İslami mesajın ilahiliği ve doğruluğunun vurgulanması, hayatın tüm sahaları için emredilen ilahi şeyleri tanımlamak için özel bir sorumluluk gerektiren bütüncül bir dünya görüşünün temini gibi.

Müslüman polemikçiler ve kelamcılar, diğer dinlerdeki meslektaşları gibi yüzyıllardır kendi çağdaş ortamlarına karşılık olarak inançlarının içeriğini ve biçimini duyurmaya devam ettiler. Ortaçağ'da bu ortam diğer inançların yanında Yunan Felsefesini, Bizans Teolojisini ve Hint Mistisizmini içeriyordu. Müslümanların onlara verdiği karşılıklar kelam, felsefe ve tasavvuf sahasında önemli oranda çalışmaların artmasına neden oldu. Bu çalışmalar, yabancı düşünceleri uygun görerek onları İslamileştirenlerden, onları bu yeni inanca yabancı görerek tümden reddedenlere değin birbirinden farklı davranışları yansıtmaktadır. Tüm bunlarda Müslümanların İslam anlayışı zamanın entellektüel eğilimlerine uygun olmaktadır. Esas itibariyle bu, rakip fikirlerle karşılaşıldığında amaç onları çürütmek olsa bile bir anlamda cevabın meydan okuma alanı ile sınırlandırılması realitesi yüzündendir. Bir bakıma karşıt ideoloji sonucu belirlemese bile en azından onun üstünde kalıcı bir iz bırakmaktaydı.

Ondokuzuncu yüzyılın son, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde İslami dünya görüşünün duyurulmasının önündeki dışsal tehditin esas itibariyle sömürgeciliğin bir sonucu olarak Müslüman ülkelerin entellektüel çevrelerince yakinen tecrübe edilen liberal Avrupa'nın politik, sosyal, ekonomik ve dinsel düşünceleri ile Hıristiyan misyonerlerin çabaları ve onların geliştirdiği eğitim sisteminden geldiği anlaşıldı. Bu, geleneksel doğruları reddeden ve Batılı değerlere kucak açan Müslüman 'acculturationist'1 (kültürel etkilenişimci)lerden (laikler, milliyetçiler ve sosyalistler), tüm yabancı düşünceleri bidat ve gayri-İslami görerek onları tümden görmezlikten gelen ya da reddeden ve tarihi mirasın aynen korunması ve tekrarlanması gerektiği konusunda ısrar eden Müslüman kuralcılar'a (normativist) değin çeşitli görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Terim, İslami dünya görüşünün modern dünya için uygun olduğunu savunan Müslümanlar için kullanılmaktadır. Toplumların modernleşmesi ve yeniden canlandırılabilmesi için onlar, İslamın hayatın tüm sahalarına uygulanacak bir norm olması gerektiğini vurgulamışlardır. Nihai amaçları dinamik bir İslam toplumunun yeniden oluşturulması şeklinde tezahür eder.

Yirminci yüzyılın ilk yansında birçok Müslümanı bir araya getirdiği görülen hakim düşünce modernistlerin fikirleriydi. Bu düşünce okulunun Mısır'daki en dikkate değer sözcüsü, mevcut menkulatı yirminci yüzyılın şartlarına uygun bulmayan bilakis onları gelişmenin önündeki engeller görerek İslami liberalleştirme ve modernleştirmeye çalışan Muhammed Abduh idi. Onun Kur'an'dan kalkarak imanı yeniden formüle etmesi, öğrenmeyi ve bilgiyi teşvik eden öğretisinden hareketle İslamın akli (rasyonel) bir din olduğu noktasında yoğunlaştı. Onun savunması daha çok, geleneksel İslami kurumların katı ve esas itibariyle çağa uygun olmadığım savunan Protestan Hıristiyanlığa ve işgalci güçlere karşıydı. O, bireysel gelişme ile düşünen bir varlık olarak bireyin hayatının istikametim belirlemedeki ve geleceğine şekil vermedeki rolünü vurguluyordu.

1950 sonrası Arap dünyası, özellikle Mısır, Nasır tarafından Arap ya da İslam sosyalizmi şeklinde takdim edilen Marksist düşüncenin etkisi altına girdi. Nasır'ın propaganda mekanizmaları 1952 Mısır devrimim İslami bir başarı olarak kutsallaştıran ve meşrulaştıran kayda değer miktarda bir literatür üretti. Bu literatür Suudi Arabistan gibi muhafazakar Müslümanlar tarafından Allahsızlık olarak mahkum edilirken, bir kısım yeni kuralcı Müslümanların İslamın dünya görüşünün devrimi teşvik ettiği şeklindeki yorum biçimini uygun buldukları görülmektedir.

Çağdaş reformist literatüre katkıları ile tanınan ve Nasır rejiminin müdafii olarak bilinen Muhammed Ammara ilk İslam mesajının hakim sosyal, ekonomik ve politik sisteme karşı bir devrim olduğunu, 1952 Mısır devriminin de bu orijinal modelin taklidi olduğunu ileri sürdü. "Devrimi bir değişim aracı olarak gerçekleştirenler, teori yada pratikte İslam devriminin devrimci karakterini benimseyerek toplumda iyileştirmeler amaçlamışlardır."2

Bu yargıyı aynı zamanda, sosyalist devrimin İslami olduğunu kanıtlamaya çalışan tüm çabaları lanetleyerek kendisini Marksist düşüncenin ortadan kaldırılmasına adayan Müslümanlar da benimsemişlerdir. Onlar Nasır'ın apologetic (özür dileyici) tavrının yeni İslam mı olduğunu "yoksa şeytanın yolunda yürürken İslami bir kisveye büründürülmüş ve halka bir perde gerisinde takdim edilmiş bir arzumu olduğunu"3 sorguladılar. Diğerleri sorgulamada daha da ileri giderek İslam Devriminin tartışılmazlığını ileri sürdüler; çünkü o, bir müslümanın başka güçlere ve ideolojilere sadakatinin geçerliliğini inkar eden, Allah'ın mutlak egemenliği temeli üzerine oturmaktaydı.

Marksizm devrimin sahasını sınıf düzeyinde sınırlamakta, sadece maddi çıkarlar için kan akıtmakta ve sahip olunan refah miktarındaki farklılıklar nedeniyle insanları katletmektedir... İslam insanın kalbindeki uşak ruhluluğu ve korku tohumlarını sökerek ona bir derinlik kazandırmaya ve onun bilincini özgürleştirmeye çalışır, İslam Dünyadaki herhangi bir gücün önünde baş eğmeyi ve uzlaşmayı reddederek insanın vakarla başını dik tutmasını sağlar. O Allah'tan başkasına kendisini adamaz, Allah'tan başkasına ibadet etmez. Bu ona orijinal bir devrimci duygu bahşeder ve 'Allah'tan başka ilah yoktur' sancağının daha ileri taşınmasını sağlar. Korku ve bencillikten arınarak sahib olduğu hakikati engelleyen tüm güçlere karşı koyar.

Din ve toplum üzerine yazılan İslami yazıların birçoğunun, yazarının ideolojik tutumu ne olursa olsun, Kur'an'dan yapılan alıntılar üzerine oturtulduğuna ya da bunlarla doğrulanmaya çalışıldığına dikkat edilmelidir Bu çaba, adil bir sosyal düzen kurmak için Allah'ın emrettiği bir rehber olarak Kur'an'ın apaçık şahitliği ile yapılır. Nasır döneminin Ezher Rektörü Mahmut Şeltut'un işaret ettiği gibi5 bu rehberiyet sadece teolojik doktrinler ve ahlaki kurallarla sınırlı değildir, bilakis tüm insan ilişkilerine belirli bir yön veren toplumsal bir plandır. "Bu bir kitaptır ki Rablerinin izniyle insanları karanlıktan aydınlığa, O güçlü ve övgüye layıkın yoluna çıkarman için O'nu sana indirdik." (İbrahim, 1); [ayrıca bkz. 2/257, 5/16, 33/43, 57/9, 65/11], Bu açıdan, Müslüman olmak Kur'an'ın kelimelerini esas almak demektir. Herşey Kur'an'ın gerçeği ile test edilmelidir. "Şüphesiz bu Kur'an dosdoğru yola iletir." (17/9).

Yeni-kuralcı Müslümanlar çağdaş dünyada İslami bir sosyal düzen kurmak için Kur'an'a farklı bir şekilde yaklaşırlar. Geçmişin geleneksel, tarihi, linguistik ve filolojik yorumundan ziyade, yaşadıkları anda her toplum ve ferde hitap eden belirli ayetlere önem verirler. Bu bağlamda, Kur'an'dan iktibaslar devrimin İslami olduğunun kanıtı ve geçerliliğinin bir işareti olmaktadır. Müslümanın misyonu Kur'an'ın yol göstericiliğini, egemen ya da ödünç alınan sosyal sistemle uyuşturmak değildir. Bilakis, vahyin kendisi inşam insani sistemlerin egemenliğinden kurtaran ve toplumu değiştiren devrimsel bir ideoloji sunmaktadır.

İslamın bir devrim olduğu yorumunu savunan en tanınmış şahsiyetlerden birisi kuşkusuz gözden geçirilmiş Fi Zilal il Kur'an6 ve Yoldaki İşaretler7 kitapları ile tanınan merhum müfessir Seyyid Kutub'dur. Kariyerine batılılaşma taraflısı olarak başlayan Kutub, İsrail Devletinin kurulmasından sonra büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Filistinlilerin doğal hakları reddedilirken bu topraklara tamamen yabancı insanların buralar üzerinde haklan olduğunun kabul edilmesini Batının ikiyüzlülüğü ve kendi değerlerine ihanet olarak görmekteydi. Bu hayal kırıklığı 1949-1951 yılları arasında ABD'de kaldığı süre içinde Araplara karşı Amerikan önyargısının farkına vardığında daha da arttı. Önceki çalışmalarını reddetti ve Müslüman Kardeşler teşkilatının çıkardığı dergide editörlük yaparak İslami konularda yazmaya başladı. Nasır'ın Teşkilatın üyeleri ile birlikte Kutub'u da adli takibata alması ve hapis cezasına çarptırması düşüncelerinin radikalleşmesine yol açtı. İslam devrimi onun için insanlığın baskıcı sultalardan kurtuluşu için ilahi bir emirdi.

Gözden geçirilmiş Kur'an tefsirinde Kutub, dünyada Allah'ın düzenini tesis etmeye çalışanlarla buna karşı olanlar arasındaki farklılığı kesin bir biçimde ortaya koymaya çalıştı. 1966 yılında Nasır tarafından idam edildiği tarihten bugüne değin tartışmaya başkaları da katıldı. Bunlar Mısırdaki radikal Müslüman devrimci örgüt 'Cemaat et-tekfir vel Hicret' ile iyi ile kötü, doğru ile yanlış, karanlık ile aydınlık ve hizbullah ile hizbuşşeytan arasında kesin bir hat çizen diğer yazarlardır.8

Çağdaş bir yazar, Mustafa Kemal Vasfi, İslamın kaçınılmazlığı üzerine yazarken doğrulukla kötülük arasındaki mücadelenin dünyanın doğal yapısı olarak Allah tarafından buyrulduğunu Kur'an'dan ayetler göstererek anlatmaktadır. Bunun için Bakara Suresi'nin 36. ayeti; "...Birbirinize düşman olarak inin oradan... dedik." ile yine aynı surenin 251. ayetini alıntılamaktadır: "..Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defi olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı..." Ademoğlu arasındaki mücadele Marksistlerin iddia ettiği gibi ekonomik determinizm ya da materyalistik sebeplere dayanmamakta, bilakis bireyler ve toplumlar olarak onların hayatlarına yön veren amaçlar arasındaki rekabetin doğduğu insanın manevi cephesinden kaynaklanmaktadır.9

Seyyid Kutub aynı ayetlere atıf yaparak şöyle demektedir: "İşte burası şeytanın yaratıkları ile Allah'ın yeryüzündeki halifeleri arasındaki ilahi savaş arenasıdır." Bu bir mücadeledir; "Allah'ın vaadi ile şeytanın iğvası arasında, inanç ve inançsızlık arasında, doğrulukla yanlışlık arasında, hidayetle dalalet arasında. Bu mücadelenin alanı insanın kendisidir."10 Bununla beraber, mücadele bireyle sınırlandırılamaz; Bakara Suresi'nin 251. ayetinin öğrettiği gibi adil bir cemaat oluşturma konusunda aynı fikri taşıyan bireyler sayesinde bu mücadele ve arena toplum ve sosyal düzen olur. "Allah'ın iradesine güvenen küçük bir inanmış topluluk sonunda zafere ulaşacak ve kazananlardan olacaktır. Bu o cemaatin Allah'ın yüce iradesini temsil etmesi ve şeytani olanı temizleyerek dünyada doğruluğu değişmez bir biçimde yerleştirmesi yüzündendir."11

İslami Dünya Görüşü

İslami devrimciliği anlamak için, kalkış noktasından bitiş hedefine kadar sınırları belirlenen dünya görüşünü kavramak gerekmektedir. Müslüman devrimciler ideolojilerini kitabi bir temele oturtur ve tüm zamanlar ve mekanlar için geçerli bir kurallar bütünü olarak kabul ederler. Onun mutlak doğruluğu ve ebedîliği ilahi kaynak tarafından garanti edilmiştir. Allah İslami insanlık için bir din olarak seçmiştir. Kur'an'ın son inen ayeti olarak bilinen vahiyde: "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve onu nimetimle tamamladım ve din olarak sizin için İslami seçtim." (Maide, 3) denilmektedir. Bu anlayışa göre İslam, Allah'ın belirlediği, yönettiği, koruduğu, yaşattığı bir dindir [Dinullah]. İslam, insanların kendilerince belirleyebildikleri ya da sosyal, ekonomik veya politik düzenlerine kaynaklık edebilecek kendileri tarafından uydurulmuş bir din değildir.

Yaratıklarını hidayeti ile dalalete sapmaktan alıkoyan Allah, İslama gönülden bağlananları, doğruluğunu tasdik edenleri, onu hayata aktaranları ve başkalarını da İslam dairesine çağıranları bir ümmet olarak seçti. Bu Müslümanlar, toplumun kabul edilebilir ahlaki kurallarının belirlenmesinde yönetici rolü ile görevlendirilmişlerdir. Kur'an bu konuda gayet açıktır: "Siz insanlar için iyiliği emreden, kötülükten men eden hayırlı bir ümmetsiniz." (Al-i İmran, 110) Bu, ümmetin tüm toplumlara rehberlik ettiği kabul edilen benzersiz bir roldür.12 O, yeryüzünde yeni ilişkiler ağı oluşturmaya çalışır. Bu, insan kuruntusundan çıkan ve yok olmaya mahkum idealistik bir görüntü olarak anlaşılmaz, bilakis tarihsel olarak gerçekleştiği görülen ve yaratın bir hareket olan İslamın kendisidir.13

Liderlik rolü Müslüman ümmete verilmiştir; çünkü sadece onlar kendilerini Allah'a teslim etmiş, O'nun emirlerine boyun eğmiş ve Allah'ın arzu edilen düzenini yeryüzünde gerçekleştirmeye söz vermişlerdir. Bir anlamda bu ayetin öğretisinde bir bu dünyalık vurgusu vardır: Tüm çabalar bu dünya ve bugüne, bugün yaşayan toplumun kurtulmasına yoğunlaştırılır, hesap günü beklenmez. O insan ve insani kurumlar tarafından manipule edilen laik sosyal sistem olasılığını inkar eder. Aranılan bu dünyada doğruluğun (hakikatin) hakimiyetidir. Toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel değişimini yönlendirme ve idare etme sadece politik gücü ele geçirme vasıtasıyla gerçekleştirilebilir. Bu görevin icra edilmesi Allah'ın vadi ile garanti edilmiştir: "Arza iyi kullarım varis olacak." (Enbiya, 105). [Ayrıca bkz.: 39/74;7/128].

Bu öğretiler İslamı araştırılması gereken bir ideoloji yapmaktadır. O artık Arap milliyetçiliği, sosyalizm ya da komünizmle rekabet içinde değildir; insanlar tarafından uydurulmuş tüm sistemlere karşı durmaktadır. Bu nedenle bu tür ayetler çok farklı politik düşünceleri olan Müslümanlar tarafından yoğun bir ilgi gördü. Bu ayetleri Müslümanların aşağılık duygusu ve mağlubiyetten kurtulmaları için ve Batılı müstemlekelerin ve İsrail'in zaferlerinin yan etkisi olarak ortaya çıkan ikinci sınıflık ve İslamın çağdaş dünyada geçersiz olduğu düşüncelerini bertaraf edebilmek için, İslami bilinçlenmenin yeniden kazanılması çabaları olarak sürekli alıntıladılar. Bu ayetler bir misyon, asalet ve değerlilik duygularım pekiştirmek için kullanılır. Bu açıdan Müslümanların diğer kültürlerin değerlerini, normlarını ve cazibelerini sürekli reddetmeleri istenir.

En hayırlı bir milletin vatandaşları olarak Müslümanlar, liderlik rolünü hak etmişlerdir. Onların ideolojisi dünyada birbirleriyle çatışan Marksizm ve Kapitalizmden daha üstündür. Müslümanlar bu ikisinden birisini ya da ötekini seçmek zorunda değillerdir. Onlar ilahi geçerliliği olan kendilerine has üstün bir düzene sahiptir.

Müslümanlar, Kur'an'da vahyedildiği ve şeriatte ayrıntılandığı gibi, sosyal davranışların ahlaki standartlarının korunması ile sorumludur. Onlar baskıyı ve şeytani uygulamaları lanetlemekle görevlidirler, insanlık, Müminlerin gözetiminde Allah'ın iradesini yerine getiren mükemmel bir sisteme ulaşacak ve toplum ilahi yaptırımların sınırlamaları ve ilahi iradenin duyurulması ile yönetilecekti. Seyyid Kutub'un kelimeleri ile söylersek: "İslami metodun doğası, şurası muhakkak ki Allah'ın bir ümmeti seçişi onun bunu hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu, kader tarafından ya da önseçimle bir ırk veya bir inanışa dayanılarak belirlenmiş bir şey değildir; bilakis kendini yeryüzünde Allah'ın bir halifesi olarak gören bireyler tarafından bilinçli bir şekilde ortaya konulan bir şeydir. "Allah sizden inanıp salih amelde bulunanlara vaadetti, onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlamlaştıracak ve korkularını güvene dönüştürecektir." (Nur, 55). Hükümranlık ne otomatik ne de kalıtsaldır; ancak kendini tümden teslim, sürekli bağlılık ve Allah'a imanla gerçekleşir. Aynı zamanda, imanın sözel tasdiki yeterli değildir. Gerçek hükümranlığın işaretleri müminler tarafından icra edilen doğru eylemlerdir. Bu eylemler kendi kendilerine ideal toplumun oluşumunu garanti etmezler, bunlar sadece Allah'ın yardımı ile insanların çabalarını koordine ederler. Tarihin efendisi ve yazgıların belirleyicisi sadece ve sadece Allah'tır. Zaferi ancak Allah ihsan eder. Böylece dört dörtlük bir toplum insanların çabaları ile değil tarihin akışı içinde insanların katılımı ile gerçekleşir.

Kutub "Allah'ın vadi ile gerçekleştirilen imanın tüm insan çabalarını içine alan büyük bir realite olduğunu" vurgular, iman küçük ve büyük her şeyde toptan teslimiyeti" içermektedir: "Peygamberin Allah'tan getirdiğinden başka insani istek, arzu ve bencillik yoktur onda."15 Aynı zamanda "Yeryüzünde hükümranlık, tahrip ve bozma değil, imar etme ve düzeltmedir; baskı ve boyun eğdirme değil, adalet ve barışı gerçekleştirmedir; insanları hayvanlar seviyesine düşürme değil, insan ruhunu ve değerini yükseltmektir."16

Şurası açıktır ki ümmete verilen yüksek mevki mutlak ve tartışmasız Allah tarafından bahşedilmiş ve garanti edilmiştir. Tüm insani faaliyetleri ilahi yasanın gözetimi altına koyan İslam devriminin değerini anlayabilmek için bu egemenliğin tanınması hayati bir önem taşımaktadır. Böyle bir sistemde, hükümetin otoritesi sınırlandırılmıştır. Bu otoritenin yasa yapma yetkisi yoktur, daha ziyade şeriatın uygulanması ile sınırlandırılmıştır. Değişim sadece fikirleri onarabilmektedir. Bizzat Allah bu düzenin kurulmasını garanti eder, çünkü sadece ve sadece O başarı ihsan edebilir. "Elbette Biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edeceği günde yardım ederiz." (Mü'min, 51). "Yardım yalnızca daima galip ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Al-i İmran, 121); [ayrıca bkz.: 8/10]. "Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi." (Rum, 47), Allah'ın egemenliği Müslümanları zorba yöneticilerin ya da işgalcilerin köleliğinden kurtardığı gibi yönetmek ve kontrol etmek için planlanmış sosyal, politik ve ekonomik beşeri düzenlere karşı aşağılık duygusu beslemekten de kurtarır. Allah'ın egemenliği Müslümanı tüm baskılardan arındırır; hayatın tüm veçhelerini kutsallaştırır ve onlara özel bir önem bahşeder. Binaenaleyh, bireysel bağlılık ve iman kollektif çabaların katılımı ve bir araya getirilmesi yoluyla güçlendirilir. Bu da Allah'ın teyid ettiği seçilmiş bir ümmet olarak cemaati başarıya götürür.

Allah'ın egemenliği sadece Müslümanların başarıya ulaşmasını değil, İslami düzenin mutlak adaletini de garanti eder. Kur'an tüm müminlerin kardeş olduğunu vurgular; Allah'ın rahmeti önünde hepsi eşittir, "inananlar kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin." (Hucurat, 10). Böylece, Allah'ın düzenine sımsıkı bağlılık ümmetin insicamlı bir bütünleşmeye gitmesini temin eder. Bu, hayatın politik, ekonomik, sosyal ve kültürel veçhelerini doğrudan etkileyen üstün bir kuvvet tarafından tasdik edilmiş yeni bir sosyal düzeni beraberinde getirir. Ortaya çıkan içsel çatışmalar yüzünden yanlışlanmaya mahkum 'uydurulmuş' sistemlerden farklı olarak İslami düzen tüm müminler için eşitlik ve adaleti garanti eden dinamik bir sürecin ortaya çıkmasını sağlayabilir.

Değişimin Dinamikleri

Müminlerin başarısı kendiliğinden gerçekleşmez, bu her hareketinin hesabını verebilecek sorumluluk taşıyabilen Müslümanların yaşayış biçimlerine bağlıdır. Başarı Müslümanların elindedir; onlar Allah'ın düzenini getirmeye çabalayacaklar ve bu irade beraberinde değişimi getirecektir. "Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (Ra'd, 11); ve [ayrıca bkz.: 8/53]. Aşağı yukarı bir yüzyıldır bu ayet, değişimin taraftarları tarafından kullanıla geldi, ilkönce 19. yüzyılın sonlarında, Müslüman toprakların Batılı güçlerin işgalinden kurtuluşuna neden olacağını umarak bir İslam devrimi öneren Cemaleddin Afgani tarafından Müslümanların dikkatine sunuldu. Daha sonra Nasırcı sözcüler tarafından "devrimci değişim için halkın iradesi" biçiminde takdim edildi.17 İslami bir sistemin savunucuları için bu ayet, müminlere Allah'ın ilahi uyarısı işlevini görür. O, çeşitli Müslüman ülkeleri kontrolleri altında tutan Batıcı yönetimler tarafından önerilen ve uygulanan ithal ideolojilerin tahakküm altına aldığı İslam dinini geçmişin birikimleri ve bugünün bidatlerinden kurtarmak için bir çağrıdır.

Kutub İslamın gerçek yapısının geriye bakmak olmadığını, bilakis dinamik ve süregiden bir terakki çabası olduğunu iddia eder. O sadece kendi içinde bulduğu statükoyu değil, aynı zamanda mevcut durumu haklı gösteren ya da romantikleştiren her türlü apologetic (özür dileyici) çabayı da reddeder. "Onun birincil görevi şartlan değiştirmek ve daha iyi hale getirmektir."18 Bu bağlamda, İslam devrimi üstün değerler sisteminin yükselmesinin bir sonucudur. Geleneğin yükünü taşımaksızın yepyeni bir başlangıç yapabilmeye sebep olacak kaynaklara dönmek için bu ahlaki bir çaba ve zorunluluktur. Söz verilen zafer, İslami politikaların benimsenmesine olduğu gibi onların pratiğe geçirilmesine de bağlıdır, çünkü Allah'ın Kur'an'da emrettiği değerler sisteminin gerçekleşmesine katkıda bulunmak her Müslümanın görevidir. "İslamın misyonu yaşamı yenilemek, geliştirmek ve terakkiye doğru itmek ve insan yeteneklerini zorlayarak onu yeniden inşa etmek, ileriye götürmek ve değerini yükseltmektir."19 Binaenaleyh, Müslümanlar artık kaderin cilvesi ya da zamanın uygun olmaması özürüne sığınamazlar; onlar süper güçlerin kurbanı değildir.

Müstad'af halk kendilerini içinde buldukları şartlarla sorumludurlar. Onlar da müstekbirlere itaatten dolayı gösterdikleri zayıflıktan sorumludur. Allah tüm insanlara olduğu gibi onlara da uyanıklık kapasitesi ve özgürlük bahşetti, fakat bunlar onların hareketsizliği yüzünden işlemez hale geldi.20 Bu nedenle kendilerini bekleyen cezayı hak ettiler. "Ateşin içinde birbirleriyle tartışırken zayıf olanlar (müstad'afin) büyüklük taslayanlara (müstekbirin) dediler ki: Biz size uymuştuk. Şimdi siz şu ateşten küçük bir parçayı bizden savabilir misiniz?" (Mü'min, 47). "Müstekbirler müstad'aflara dediler ki: Size hidayet geldiğinde sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır zaten siz kendiniz suç işliyordunuz." (Sebe', 32). Bu ayetlerde işaret edildiği gibi, insanlar suçu başkalarının üstüne atamazlar. Onların kendi "aşağılık duyguları, bağlılıkları ve bozulmuşlukları" gerekli tavrı ortaya koymalarına engel oldu. Müstekbirler ve müstad'aflar, biri dalalete öncülük ettiği, diğeri bu yolda onları takip ettiği için kendi suçlan yüzünden cezalandıracaklardır.21

Dünyadaki değişim yasaları Allah tarafından konulur ve asla değişmeyen ve zaafa uğramayan Onun yasalarınca kontrol edilir. Olayların dikkatle izlenmesi bunu teyid edecek ve sisteme öncülük eden hikmeti ortaya çıkaracaktır. Olaylar rastgele meydana gelmez, fakat onların sıralanmasında uluslar arasındaki çevrim kapasitesine işaret eder.22 "Her ümmetin bir süresi vardır, süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler." (Yunus, 49); ve [ayrıca bkz.: 7/34 ve "O günleri biz aranızda çevirip duruyoruz." (Al-i İmran, 140)]. Allah tarihin kontrolünde ve tüm değişikliklerde tek belirleyicidir.

Allah'ın tarihi kontrolü müminlere bir belirlilik ve umut vaadeder. Bir açıdan insanlar belirlenen zamanı geciktiremez veya değiştiremez. Allah'ın iradesi ve hikmeti herşeyin üzerinde onlara yön verir. Bir başka açıdan Batılı güçlerin üstünlüğünün, komünist ya da kapitalist, onların sahip olduğu büyülü bir formülden veya onların işlettikleri daha iyi bir sistemden ya da kurmuş oldukları politik düzenden dolayı olmadığının Müminler tarafından anlaşılmasına yol açar. Bu, Müslümanları onların gücünü taklitten ve onların bilgilerini benimsemekten alıkoyar. Bir İslami düzen tesisine çalışanlar için bu ayet, Batıdan sosyal, politik, eğitimsel, kültürel ve ekonomik fikirleri ödünç alarak bunları Müslüman ülkelerde reform olarak takdim eden Batıcıların çabalarının ne kadar boş olduğunu vurgulamaktadır.

İslam devrimini gerçekleştirme amacı taşıyan insanların hedefleri ile Allah'ın iradesinin uyumlaştırılması bir gerekliliktir. Gelişme, kişinin kendini Allah'ın iradesine adaması, materyalizm belasını lanetlemesi, Allah'ın yeryüzü için emrettiği düzeni benimsemesi ve inancı bir süreklilik içinde ve ümmetin refahını-fertlerin üzerinde tutarak pratiğe geçirmeye çalışmasına bağlıdır.

Müslümanların durumunda bir değişikliğin olabilmesi için Kutub, yeryüzünde yaşayan ve rolleri belirlenen Müslümanların İslamın anlamını kavrama konusunda bilinçlenmeleri gerektiğini savunur. Bu bilinçlenme davet yoluyla gerçekleşecektir. Genellikle inanca çağrı olarak tercüme edilen davet bundan daha fazla şeyler ifade etmektedir. Kutub için aciliyet ve gereklilikle özümsenen bir çağrıdır. İnsanın gerçek durumunu ortaya çıkarır ve insanlar baskıların farkına varmaya başlarlar. Bu ayrıca onların misyonlarının sadece özgürlük aramak olmadığını, bunun yanında eşit ve adil bir düzen getirinceye kadar durmamaları gerektiğini anlamalarına da yardım eder.

Devrim süreci kişilerin taahhütleri yoluyla bireylerin değişimini gerektirir. Birlikte bu fertler toplumu sürükleyen adil bir cemaat oluştururlar. Davet yoluyla başkalarını da toplumu tahrip etmek için kendilerini kurnazca gizleyen azılı düşmanların yaklaşan tehlikesine karşı uyarmaya çalışırlar. Onlar kendi misyonlarının doğruluğu konusunda kesin bir güvenceye, kendi hedeflerinin adaleti konusunda mutlak bir inanca sahiptirler ve herhangi bir yabana fikre karşı açık olmaya da isteksizdirler. Kur'an onların tek rehberidir.

Son olarak, değişimi öngören taktik, çatışmayı gerektirebilir: Cihad. Belirli durumlarda bu, silahlı mücadele şeklinde olabilir. Tüm bu durumlarda ümmet ve onun yazgısı için Allah'ın insanlık için belirlediği yol olan İslam çok önemli bir konumdadır. O tüm bireysel düşünüşlerin üstünde ve onlara hakim durumdadır.

İslam ve Batı'nın Reddi

Kutub'un tefsirinde Hıristiyan ve Yahudilere ait uzun bölümlerin bulunması tesadüfi değildir. Bu iki topluluk bazı bölümlerde yüzyıllardır İslamın kuyusunu kazmaya çalışan "Batı" olarak değerlendirilir. Batılaşmayı İslamı tahrip etmek için hazırlanmış sinsice bir plan olarak gören Kutub ve takipçileri tarafından şu iki ayet sık sık kullanıldı. Bunlardan birincisi: "Sen onların dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden razı olmazlar. De ki: Asıl doğru yol Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan andolsun Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz." (Bakara, 120); ikincisi de, "Kitap ehlinden çoğu gerçek kendilerine belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler." (Bakara, 109).

İbn Kesir Haçlı Seferleri sırasında bu ayetlerle ilgili olarak şunları yazar:

"Ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar sizi kabul edilebilir bulmayacaklardır. Onların neden memnun olacağını ve neye razı olacaklarını araştırmaktan vazgeçin. Allah'ın rızasını arayın ve onları Allah'ın vahyettiği hakikate davet edin."24

Bu ayetlerde "Allah, Ehli Kitabtan kafirlerin yollarını izlememeleri için inanan kullarım uyarmaktadır. Müminlere karşı içlerindeki kıskançlık yüzünden gizli ve aşikar düşmanlık besleyenler hakkında müminlere bilgi vermektedir." Allah "Kur an ve sünnet size geldikten sonra Yahudi ve Hıristiyanların yollarını izlemekten vazgeçin" şeklinde ümmeti uyarmaktadır.25

Kutub çağdaş tefsirinde, aynı düşünceleri tekrar eder. Fakat bunlar sömürgecilik ve siyonizm deneyimleri ile daha da keskinleşmiştir. O bu ayetlerde kalpleri şeytanın mekanı ve İslam düşmanlığı ile dolu olanların sürdürdüğü İslam ve Müslümanlara karşı Yahudi planlan ve komplolarına karşı Allah tarafından verilmiş bir uyarı görür. Allah Müslümanları onları "söz ve eylem olarak taklitten" men etmiştir. Bunun da ötesinde, "Yahudi olsun Hıristiyan olsun Ehli Kitabın gerçek amacı, Müslümanları kendi dinlerinden saptırarak kendi dinlerine uydurmaktır."26

Bugün bu uyarı sedası kendi dinimiz konusunda Yahudi, Hıristiyan ya da ateist-komünist oryantalistlerin fikirlerini araştırmamızın saçmalığını anlamamızı gerekli kılmaktadır. Kendi tarihimizi onların bizim kültürel mirasımız hakkındaki sözlerine güvenerek onlardan öğreniyoruz. Bizim Kur'anımız, bizim peygamberimizin sözleri ve bizim öncülerimizin yaşamları ile ilgili çalışmalarında şüphe tohumları ektiklerini duyuyoruz. "İslamın öğretisini onlardan öğrenmek için öğrenciler gönderiyoruz. Onların üniversitelerinden mezun oluyorlar ve bize fikren ve ruhen hastalanmış olarak geri dönüyorlar.27

Kutub Müslüman cemaat ile Ehli Kitap ideolojisi arasında kökleri çok derinlerde bulunan ezeli bir mücadele olduğunu görmektedir: "Bu mücadele İslamın ortaya çıkmasından beri kesilmemiştir."28 Müslümanların herhangi bir bahaneleri yoktur, çünkü Allah onları uyarmıştır. Misyonerler tarafından yabancı okullarda savunulan batılı eğitimin Müslümanları İslamdan uzaklaştırmak için hazırlanmış komplonun bir parçası olduğunu ispat etmek için Samuel Zwemer'in 1909 da Mount of Olives (Zeytin Dağı) konferansında söylediği iddia edilen sözlerini alıntılar. "Bizim misyonumuz Müslümanları İslamdan uzaklaştırarak onları, bizim öğretilerimizin, fikirlerimizin kölesi yapmak ve onları etkimiz altına almaktır... Bu okullardan mezun olan herkes İslamı ismen olmasa bile fiilen yürürlükten kaldırmaktadır. O farkına varmaksızın bizim politikamıza yardımcı olur, ya da bize güvenmeye başlar... Biz bunda belirli bir başarıya ulaştık."29 Kutub, Müslümanları Hıristiyanların onları kendi dinlerine döndürme gayretkeşliğine karşı uyarır: "Onlarla ne kadar kardeş olmaya çalışırsanız çalışın onlar, sahip olduğunuz hakdan uzaklaşıp kendi dinlerine uymadıkça sizden asla memnun olmayacaklardır.30

Kutub için Allah'ın uyarısı sürekli bir mesaj niteliğindedir. Tarihin her kesitinde ve her mekanda doğruluğu teyid edilmiştir, İslam ile diğer dinler arasındaki doktriner mücadele uzun süreden beri en yüksek seviyesine ulaştı. Yahudi ve Hıristiyanlar birbirleriyle zaman zaman savaşabilirler; fakat İslam ve Müslümanlara karşı savaşlarında her zaman birleşmeyi başarmışlardır. Son zamanlarda İslam düşmanları İslama karşı savaşlarını yeni bir kisve altına gizlemeyi becerebilmişlerdir. Onlar stratejik toprakların işgali için ekonomik ve politik avantajlar ya da askeri üsler elde edebilmek için savaşlar çıkarırlar, "içimizdeki kolayca oyuna gelenler ideolojik sorunların artık anlamı kalmamış eski bir hikaye olduğunu söylerler." "Artık onun uğruna savaşmak veya onun sancağını yükseltmek kabul edilebilir bir şey değildir. Bunlar fanatik gericiliğin bir işaretidir!" derler. Bununla beraber, "Beynelmilel Siyonizm, haçlı zihniyeti ve komünizm" İslamı tahrip etmek için savaşmaya devam eder. "Bu doktrinler savaşıdır... Eğer onların ihaneti yüzünden aldanırsak ancak kendimizi suçlayabiliriz bu yüzden."31

Müslümanlar Allah'ın kendisinden başka herhangi bir kaynağın yol göstericiliğini yasakladığını hatırlamak durumundadırlar. Allah herhangi bir topluluk ya da sistem karşısında teslimiyeti kabullenmeyi yasaklamıştır. Müslümanlar en hayırlı cemaat olarak Allah tarafından seçilmişlerdir. Bu nedenle liderlik rolünü benimsemelidirler.32

Bu açıdan bakıldığında bir İslam devriminin Batı etkisini ortadan kaldırmak zorunda olduğu görülecektir; çünkü Batı İslamın sosyal, politik ve ekonomik yapısını "ilerici reformlar" düzmecesi altında değiştirmeye ve kendine benzetmeye çalışarak İslami düzeni tahrip etmeyi amaçlamaktadır.

Müslümanlar ve Batıcıların Reddi

Aşağı yukarı yirminci yüzyılın ortasından itibaren birçok Müslüman ülke işgal altından kurtularak bağımsızlığını kazanmayı başardı. İslami bir düzeni yeniden inşa etmeye çalışanları rahatsız eden şey aslında yerli yöneticilerin birçok bakımdan kendileri ile aynı dünya görüşünü ya da gelecek için aynı idealleri paylaşmadıkları idi. Bu yöneticiler genellikle modern dünyanın bir parçası olmayı umarak gelişmiş ülkelerin sosyal, politik ve ekonomik kuralları yasalaştıran ve nasyonalist hedefler taşıyan ya batıcı elitler veya askeri otoriteler olmaktaydı.33 Batılı metodları takip eden ve ilk defa Batıda geliştirilen ve gerçekleştirilen hedefleri amaçlayan batıcılar, yeni kuralcı Müslümanlar nazarında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak şimdi kendi öğrencileri tarafından yürütülen İslami sistemin tahribini büyük bir coşku ile karşılayan İslam düşmanlarının ajanı olarak hareket etmekteydi.

Bu tür fikirlerin en şiddetli savunucuları Pakistan'da Ebu Ala el-Mevdudi, Mısır'da Seyyid Kutub ve devrimci eylemlerini kanıtlamak için onun öğretilerinin belirli veçhelerini ön plana çıkaran radikal devrimcilerdi. Kendilerini 'Cemaat al-Muminun' (inananlar topluluğu) olarak tanımlayan bu grup, başkalarınca 'Cemaat al-Tekfir vel-Hicret' diye anılmaktadır. Bu Amerikan basınında yanlış bir şekilde 'kefaret ve kutsal göç' şeklinde tercüme edildi. Halbuki bu ibare onların iki temel öğretisine atıf yapar: Kendileri ile aynı fikri paylaşmayan ve yöneticilerine sadakat gösteren Müslümanların inançsız olduğunu iddia ettiler [Tekfir 'keffera' fiilinin isim fiilidir ve 'imansız olma'yı ifade eder] ve kafirler tarafından idare edilen ve yasalaştırılan gayri-İslami kurallarla yönetildikleri için toplumdan ayrılmayı [hicreti savundular. (Başkan Sedat'ı katleden grubun üyeleri eylemlerini, Sedat'ın şeriatle yönetmemesi yüzünden kafir olduğu savım ileri sürerek haklı göstermeye çalıştılar.)

Müslüman radikaller tarafından eylemlerini haklı göstermek için alıntılanan Kur'an ayetleri devrim ruhuyla yönetilen özel bir yorum kazandılar. Oysa önceki kuşaklar için bu ayetler tarihi bir muhteva ve geleneksel bir anlamdan başka bir şey ifade etmiyordu. Kur'an'ı bütün zamanlar için devrimci bir belge olarak gören çağdaş radikal gruplar için ise bu geleneksel anlam geçerliliğini yitirmiştir. Bir örnek olarak; Tekfir ve Hicret Cemaati Maide Suresi'nin 44. ayetindeki vurguyu değiştirdi, "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar Kafirlerdir." ve 'hükmetme' ibaresi 'yönetme' şeklinde yorumlanmaya başlandı. Allah'ın hakimiyeti kavramı Müslüman Kardeşlerin ikinci önemli şahsiyeti olan Hasan el-Hudeybi'nin Du'at la Qudat kitabında eleştirildi, çünkü bu ibare ne Kur'an'da ne de Peygamberin sünnetinde yer almamaktaydı.34

Allah'ın hakimiyeti üzerindeki vurgu yoluyla Müslümanların görevi açıklanmaktadır. Kur'an "Müminler, inananları bırakıp kafirleri dost edinmesinler." (Al-i İmran, 28) diyerek onları uyarmamış mıydı? Allah'ın hükmü ile İslam toplumunu yeniden inşa için Müslüman ülkelerde politik gücü ele geçirmek her inanan Müslümanın üzerine bir borçtur. Yalnızca Allah'ın hakimiyeti sayesinde inançların birleşmesi sağlanabilir. Bu, toplumun ahlaki ve ekonomik düzenini de kapsar.

En iyimser yorumla bile Müslüman ülkelerin mevcut durumu devrimciler tarafından 'ridde'35 (dalalete sapan) olarak görülmektedir. Kutub'un da içinde bulunduğu diğerleri ise, Onun Kur'an tefsirin-deki bazı bölümlerden de anlaşılacağı gibi, bu durumu cahiliye olarak yorumladılar. Cahiliye terimi geleneksel anlayışta İslamdan önceki bilgisizlik çağını tanımlamak için kullanılıyordu. Devrimci kullanılışta cahiliye, gayri-İslami olarak kabul edilen her türlü sistem, düzen, dünya görüşü ve ideolojiyi nitelemeye başladı. Bu bağlamda, düşman artık dışımızda değil; bilakis İslam şeriatini görmezlikten gelerek yaşayıp duran Müslüman topluluktur.

Bugün bazıları dünyayı demokratik ya da faşist, sosyalist veya liberal partiler şeklinde bölmektedir. İslam iki partiden başkasını tanımaz: Hizbullah ve hizbuşşeytan. Allah'ın partisi, Onun yeryüzündeki halifesi olarak hareket eden ve dünyayı Onun hükmü ile yönetenleri temsil eder. Geri kalan ise yönetim sistemlerindeki her türlü fark­lılığa ve zaman zaman aralarındaki çatışmaya rağmen şeytanın partisini temsil ederler. Sonunda kadiri mutlak Allah'a karşı gelmek için bir koalisyon oluştururlar.36

Müslümanlara karşı silah çekmeyi haklı göstermek için, devrimciler Bakara Suresi'nin 193. ayetini iktibas ederler. "Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur." ve "Allah mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır." (Nisa, 95). Bu ayetler, bu tür eylemlerin meşrulaştırılması olarak görüldü.

Yukarıda yapılmaya çalışılan şey, Müslüman devrimciler tarafından yeryüzünde İslami bir düzen tesis etmek için mücadeleleri sırasında kullanılan bazı Kur'an ayetleri hakkında genel bir çerçeve verebilmekti. Şurası vurgulanmalıdır ki, İslam devrimcileri ve onların dünya görüşlerine karşı çıkanların literatürü Kur'ani referanslarla doludur, İslam'da devrim yeni bir hadise değildir, ortaya çıktığı ilk dönemler kadar eskidir. Bazı çağdaş düşünceler uzun bir geçmişi olan iddia ve karşı iddiaların yeniden şekillenmiş biçimlerinden başka bir-şey değildir. Diğerleri ile yeni kavramlar, mevcut ihtiyaçlar ve çağdaş problemler üzerine kurulu yeni yorumlardır. Umarım başka bir çalışma Marksist ideolojinin iddialarını ve devrimci doktrinler üzerindeki etkilerini ayrıntılarıyla analiz eder.

Latin Amerika ve Afrika gibi diğer özgürlük literatürü öğrencileri, bu ideolojiler arasında bazı benzerlikleri farkedecektir. Çünkü bunlar sömürge güçlerinin ortak geçmiş esaretinin bir yan etkisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, Kur'ani muhtevanın çok daha farklı bir arkaplan (background) verdiği söylenebilir. Bu ideolojide kendine münhasır İslami birşey var, çünkü bu inanç İslami vahyin üzerine oturmaktadır.

Diğer taraftan, onun devrimci Özelliği şunları vurgulamaktadır: 1) Bu dünyada Allah'ın hidayeti ile Peygamberin yönetimi altında oluşturulan İslami düzenin benzeri ideal bir toplum yeniden gerçekleştirilecektir. 2) Bu düzen inananlar arasında eşitliği tesis eden ve her türlü baskıdan uzakta bağımsızlığı garanti eden bir sosyal düzen ve kardeşlik temeli Üzerine oturmaktadır. 3) Bu sistemin başarısı Allah tarafından garanti edilmiştir; eğer müminler Ondan başkasına itaat etmez ve Onun hükmünü yeryüzünde yerleştirmeye çabalarsa. 4) İslam devrimi her türlü yabancı ideolojinin tahakkümünden ve başkalarına karşı aşağılık kompleksi duymaktan kurtulmayı sağlar. 5) Bu devrim ve onun kurmaya çalıştığı dünya İslami kimliğin orijinalliğini teyid etmektedir. "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz." (Al-i İmran, 110).

Çev.; M. Akif Ersin

 

Dipnotlar:

1- Accullurationist, normalivist ve neo normative İslam ile ilgili daha fazla bilgi için Y. Y. Haddad'ın Contempomry İslam and Ike Challenge of History (Albany; State University of New York Press, 1982) kitabına bkz. Ayrıca krş. Y. Y. Haddad, The İslamic Alternative, The Link, Vol: 15, No:4.

2- Muhammed Ammara, Al İslam ve's-Sevra, (Kahire, Dar al-Thaqafah al Jadidah,1979)sh.71

3- Wa'il Osman, Hizbullah fi Muvacaha Hizbü'ş-Şeytan, (Kahire, Matbaat Nahdat Mısır, 1975) sh.62.

4- İmaduddin Halil, Al Adi al-İctimai, (Muassasat al Risale) sh: 21-22, Krş. Y. Haddad, Contemporary İslam, sh:103-104, 188-204.

5- Mahmud Şeltut, ila al-Quran al-Kerim ( Kahire, Dar al-Şuruk, 1978) sh: 5-6. [Türkçesi için bkz.: 'Kur'an'a Doğru', Bir Yayıncılık, 1987-İstanbul]

6- Seyyid Kutub, Fi Zilal il-Quran, Beyrut, Dar al Şuruq, 1973-74, (30 cilt) 30. cildin İngilizcesi yakın bir zamanda Salahı ve Şamis tarafından in the Shade of the Quran adı ile yayınlandı. (Londra, MWH, 1979). Kutub'un zihni gelişiminin ayrıntılı bir tahlili için bkz.: Y. Haddad'ın 'Sayyid Qulb: Ideoiogue of İslamic Revival', J. Esposito'nun Voice of a Resurgent İslam (New York: Oxford University Press, 1983) [Türkçesi için bkz.: 'Güçlenen İslam'ın Yankıları', Yöneliş Yayınları, 1989-İstanbul].

7- Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler, İngilizce tercümesi Müslüman Öğrenciler Birliği tarafından dağıtılmaktadır. Krş. Y. Haddad, Contemporary İslam, sh: 89-96, 126-8.

8- Osman, Hizb Allah krş. Said Havva, Allah Erinin Ahlak ve Küllürü, 1977.

9- Mustafa Kemal Vasfı, Madhal al Nuzum al-ldamiyye (Kahire, Alem al-Kutub) sh:32-3.

10- Kutub, Fi Zilal, c. 1, sb: 58.

11- A. g.e., c. 2, sh:271.

12- A. g.e., c. 4, sh:432.

13- Seyyid Kutub, Fi't-tarih Fikrah ve Minhac (Beyrut,1974) sh: 22. Ayrıca krş. Ammara, al-İslam ve's-Sevra, sh: 20.

14- Kutub, Fi Zilal, e. 10, sh: 117. Muhammed Tevfik Berekat'ın Seyyid Kutub (Beyrut, Dar el-Da'va, tarihsiz) s. 64 adlı kitabında yer almıştır.

15- A. g. c, c. 18, sh:2528.

16- A. g.e., sh: 2529.

17- Ahmed al arabası, ed-Din ve'l-Misak (Kahire, 1962) sh: 16.

18- Kutub, Fi al-Tarih, sh: 18-9.

19- Ibid, sh:16

20- Kutub, Fi Zilal, c. 22, sh: 2909.

21- A. g. e., sh: 2909.

22- A. g. o., c. 4, sh: 478.

23- Kutub'un eserlerindeki 'Dava' kavramının geniş bir tahlili için bkz. Ahmed Faiz, Tariku'd-Davet Fi Zilal al-Quran, Beyrut [Türkçesi için bkz.: 'Fizilal'de Davet Yolu', Seçkin Yayıncılık, 198...-İstanbul].

24- Imaduddin Ebu'l-Fida İsmail ibnü'l-Kesir, Tefsirü'l-Qur'anu'l-Azim, Beyrut, 1966, sh: 286.

25- A. g. e,,,sh:268.

26- Kutub, Fi Zilal, c. 1 sh: 98.

27- A. g. e., c. 2, sh: 128

28- A. g. e.,c. 3, sh: 326.

29- Kutub, Fi Zilal Tarih, sh: 67.

30- Kutub, Fi Zilal, c. 1, sh: 108.

31- îbid, c. 1, sh: 108.

32- Ibid, c. 2, sh: 129.

33- Salim Ali Bahnasavi, Hükm ue Kadiyyat Tekfiru'l-Muslim, Kahire, 1977, sh: 240. Ayrıca bkz.: Hasan İsmail al-Hudeybi, Du'at La Qudat, Kahire, 1977

34- Hudeybi, Du'at, sh: 63-65 (Hakimiyetin ilk kullanılışı Mevdudi tarafından oldu, O'nun konu ile ilgili fikirleri Kutub'un çalışmalarını önemli ölçüde etkiledi.)

35- Havva, Cundullah, sh: 6.

36- Osman, Hizbullah, sh: 79-80.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR