1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Seçimlerin Belirginleştirdiği Tehlike: Milliyetçi Kutuplaşma

Seçimlerin Belirginleştirdiği Tehlike: Milliyetçi Kutuplaşma

Temmuz 2015A+A-

Türkiye’nin milliyetçi bir kutuplaşma riskiyle yüz yüze olma hali genel seçimlerin ortaya çıkardığı en bariz olumsuzluk olarak karşımızda. Farklı etnik toplulukların bir arada yaşadıkları coğrafyalarda, beldelerde milliyetçilik atmosferinin karşıt milliyetçilikleri beslemesi kuralına uygun olarak önümüzdeki zaman diliminde paralel tarzda yükseliş eğiliminin gelişmesi ve bunun da kutuplaşmayı artırması kaçınılmaz görünüyor. Buna karşın, ‘çözüm süreci’ ile birlikte gelişmesi beklenen normalleşme halinin ise en azından uzunca bir zaman için rafa kalkacağı anlaşılıyor.

Bilhassa toplumsal yapıda beliren kırılgan ruh halinin doğuracağı zorluğun, sürecin bürokratik-siyasi zeminde nasıl yürütüleceğine ilişkin ortaya çıkaracağı zorluklardan çok daha ağır olacağı görülmeli. Asırlık inkâr politikalarıyla, ulusçuluk dayatmalarıyla zaten yoğun bir kimlik kirliliğine maruz kalmış, zulmü içselleştirmiş bir toplumun ağır aksak da olsa, birtakım eksiklerle, yetersizliklerle de malul bulunsa, resmi ideolojik etkilerden ve reflekslerden arınmasına yönelik seyrin tökezletilmiş olmasının büyük bir kayıp olduğu tartışma götürmez.   

Yükselen Kürt Milliyetçiliği

Seçimler neticesinde ortaya bariz bir tablo, milliyetçi bir harita çıkmıştır. Kuşkusuz yepyeni bir olgudan söz etmiyoruz ama son yıllarda giderek netleşme sinyalleri veren bu durumun gelinen aşamada artık inkâr edilemeyecek, tevili imkânsız bir sarahate kavuştuğu görülmektedir.

Tam burada 7 Haziran seçimlerinin Kürt milliyetçiliğindeki yükseliş eğilimine ayna tutmakla kalmayıp, aynı zamanda bu olguyu besleyip, tırmandırdığı gerçeğinin de altını çizelim. Seçim süreci her şeyiyle bu olguyu belirginleştiren bir işlev görmüştür. HDP adına yürütülen kampanyanın çok boyutluluğu ve içeriden, dışarıdan çok geniş çevrelerden aldığı destek sürecin el yordamıyla ve kendiliğinden gelişmediğini; bilakis bilinçli, programlı bir gayretler zincirinin sonucu olarak şekillendiğini ortaya koymuştur.

Bu tespit sürecin bundan sonraki aşamalarda hangi yöne doğru ilerleyeceği, ilerletilmeye çalışılacağı üzerinde düşünürken farklı aktörlerin ve oyun kurucuların hesaplarının da dikkate alınmasının gerekliliği açısından önem arz etmektedir. Bilhassa Suriye ve Irak’taki gelişmelere bağlı olarak küresel güçlerin PKK tarafından temsil edilen Kürt milliyetçiliğine yaklaşımlarında ortaya çıkan tutum farklılaşması, sıcaklık ve sahiplenme düzeyinin yüksekliği konuya bundan böyle sadece Türkiye içi bir gündem maddesi olarak yaklaşılamayacağını açık bir şekilde göstermektedir.

Şüphesiz bunu söylerken kastımız bazılarının yıllardır, on yıllardır ucuz bir düşünme biçimi haline getirdikleri gibi sosyal-siyasal bir olguyu emperyalistlerin tezgâhı şeklinde izah etme kolaycılığını tekrar etmek ya da olan biten her şeyi küresel güçlerin planlama ve icra kabiliyetlerine atfetmek değil. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan “bitmiştir” buyursa da devam etmekte olan Kürt sorununun varlığı başta olmak üzere, AK Parti iktidarının bir dizi yanlışı ve HDP adına ortaya konan etkili seçim stratejisinin Kürt milliyetçilerinin seçim başarısına katkısını görmezden gelen her türlü izah çabası açıkçası yanıltıcı ve bir o kadar da izaha muhtaç olacaktır!

Hangi zeminde kotarıldığından bağımsız olarak söyleyecek olursak, HDP’nin eski İslamcılardan Alevilere, solun neredeyse tüm fraksiyonlarından cinsî sapkınlara kadar çok farklı kesimleri bünyesine taşımasının ve üstelik de bunu düne kadar Kürt düşmanlığıyla maruf Türkiye burjuvazisinin çeşitli kesimlerinin desteğiyle birleştirmesinin politik bir başarı olduğu su götürmez. Buna karşın AK Parti ise aday listelerinden Kürt sorununa ilişkin zikzaklı söylemlerine kadar arka arkaya attığı yanlış adımlarla HDP’nin ekmeğine yağ sürmüştür. Mamafih değinilen tüm bu faktörlerin ancak destekleyici unsurlar olarak ele alınabileceği, asıl belirleyici unsurun ise daha derinden gelişen bir eğilim olarak milliyetçi yükseliş olgusunda aranması gerektiği de aşikârdır.

Geniş Kürt kitlelerinin çözüm süreci adı altında Kürt sorununun çözümüne yönelik çok kritik adımlar atmış iktidar partisini Kürtlerin düşmanı konumuna oturtarak, HDP’ye yönelmesinin nedenleri sayılırken ortaya konan maddeler neler, şöyle bir bakalım: Erdoğan’ın “Kürt sorunu bitmiştir” ifadesi; Dolmabahçe’de varılan mutabakat zemininin terk edilmesi; Kobani hadisesine ilişkin Kürtlerin düşmanı IŞİD’e karşı net tavır alınmayışı ve daha geriye gidersek Roboski hadisesindeki katliamı örtme çabası vs. Adet olduğu üzere Kürt seçmeninin kahir ekseriyetinin AK Parti’ye karşı HDP’yi desteklemesinin gerekçeleri olarak bu ve benzeri maddeler sıralanıyor.

Oysa şöyle de bakılabilir: Tamam AK Parti aday listeleri kötüydü ama HDP’nin listesi çok mu iyiydi? Kürt halkının, bilhassa dindar kitlelerin özdeşleşebileceği şahıslar mıydı altına mühür vurulan isimler? Tamam, Erdoğan’ın “Kürt sorunu bitmiştir” ifadesi kışkırtıcıydı ama aynı Erdoğan’ın ağzından çıkan tek söz bu muydu? Neden aynı Erdoğan’ın “çözüm sürecini siyasi hayatı pahasına sürdüreceği”ne dair sözü hiç hatırlanmadı? Dolmabahçe’de varılan mutabakatın hükümet tarafından tavsatılması rahatsız etti deniliyor, peki bugüne dek defalarca PKK’nın silahlı eylemlerle, HDP cenahının ise provokatif açıklamalarıyla aynı süreci sayısız kereler sabote etmeleri neden hiç sorgulanmıyor? AK Parti’nin çözüm sürecine dair net bir çerçevesinin olmadığına ilişkin eleştiri getirenler, PKK/HDP kanadının çözüm kavramının içeriğini nasıl doldurduğu konusunda bir fikre sahip midirler?

Uludere/Roboski katliamı karşısında hükümetin acziyetini, suçluluk telaşına kapılmasını, sorumluların yargılanması sürecini başlatmamasını haklı olarak eleştirenler, bu hadisenin Kürt halkının vicdanını kanattığını söyleyen ve bundan ötürü iktidar partisinden uzaklaşma yaşandığını ifade edenler, PKK’nın dur durak bilmeyen kanlı eylemlerinin ve en son 6-8 Ekim tarihlerinde Kobani gerekçesiyle yaşattığı vahşetin vicdanlarda bir burukluğa yol açmamasını nasıl izah ediyorlar?

Kobani hadisesine dair hükümetin tutumunun Kürtleri yaraladığını iddia edenlerin bir dizi asparagas iddia dışında ellerinde tuttukları tek argüman Erdoğan’ın Antep’te yaptığı konuşmada sarf ettiği “Kobani düştü, düşüyor” sözüdür. Oysa siyakı ve sibakıyla birlikte okunduğunda bu sözün Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesinden ötürü hissedilen sevinci yansıtmak yerine Batı’nın gereken desteği vermekten kaçınmasına yönelik bir eleştiri olduğunu anlamak hiç de zor değil ama elbette niyet işin hakikatini öğrenmekten ziyade kullanışlı malzeme temini olunca tavırlar da buna göre şekilleniyor! Kaldı ki, Kobani’de IŞİD ile PYD arasındaki savaş boyunca Türkiye’nin IŞİD’e karşı PYD unsurlarına her türlü desteği sunduğu bilinen bir husus. PYD’nin yüzlerce savaşçısının ambulanslarla taşındığı Türkiye’de tedavi edilmesini, gıdadan silaha kadar her türlü destek malzemesinin Türkiye tarafından gönderilmesini ısrarla görmezden gelenlerin yürüttüğü karalama kampanyası açıkçası somut olgulara değil, ideolojik tercihlere dayanmakta.

Özetle Kürt seçmenin tercihini belirleyen gelişmeler, hükümet kanadından serdedilen yanlışlar diye sıralanan maddelerin asli sebepler olmaktan çok durumu tevile, gerekçelendirmeye yönelik bahaneler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Asli sebep hanesine yazılması gereken maddenin ise etnik duyarlılık, bilhassa bölgesel gelişmelerin de katkısıyla hızlı bir yükseliş trendi gösteren Kürt milliyetçiliği olduğu bariz bir gerçek olarak ortadadır.

Cahilî Kirlilikle Yüzleşme

Gelişmeleri doğru tanımlamak doğru değerlendirme ve tavır için şarttır ve doğru tanımlamanın ön şartı ise mevcut gerçekliği net biçimde görmekten geçer. İşte tam bu noktada Kürt milliyetçiliği olgusu ile yüzleşme ihtiyacı, bilhassa İslami kimlikli kişi, çevre ve yapıların giderek derinleşen bir soruna dönüşen bu gerçeklikle yüzleşme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Vakıa doğru tanımlanmalıdır ki, tavır alışlar sahih olabilsin; yoksa mesele suçlamak, geniş kitleleri mahkûm etmek, elitist bir tutumla kabuğuna çekilip elindekiyle avunmak ve vicdanını rahatlatmaya çalışmak değildir, olmamalıdır.

Hiçbir biçimde milliyetçi eğilimlere, sapmalara prim vermeden, sorunu ortaya çıkaran zemini net biçimde tahlil ve teşhir etmek zorundayız. Tüm Müslüman halklar gibi Kürtlerin de milliyetçiliğe yönelmeleri sapmadır, meşru görülemez ama buna kaynaklık eden şeyin Kemalist resmi ideoloji olduğu gerçeği de görmezden gelinemez. Ve bilinmelidir ki, bunu yapmadan milliyetçiliği mahkûm etmeye kalkmak adil olmadığı gibi, bir fayda da sağlamayacak, sadece muhataplarda kendilerine haksızlık yapıldığı ve ısrarla anlamazlıktan gelindikleri duygusunu güçlendirecektir.

Sadece bu ülkede değil, neredeyse İslam coğrafyasının tümünde Müslümanlar olarak karşılaştığımız en büyük zorluk, aşmakta zorlandığımız en ciddi engel milliyetçi cahiliyeden kaynaklanmaktadır. Milliyetçi aidiyet biçimleri İslami kimliği gölgeleyen, onu tali pozisyona iten hatta yer yer tümüyle silikleştiren tercih ve dayatma biçimleri olarak ümmeti parçalamaya devam etmektedir. Bangladeş’ten Libya’ya, Suriye’den Mısır’a kadar karşılaştığımız en temel açmaz budur. Bu yönüyle sorun Kürdistan’ın özel koşullarından kaynaklanan nevi şahsına münhasır bir sorun değildir. Elbette Kürdistan’ın özel şartları ve bunların neden olduğu sorunlar mevcuttur ama meselenin özü bu değildir, dolayısıyla da bunlara indirgenerek izah edilmesi cevabın yanlış şıklarda aranması anlamına gelir. 

Duygusal Değerlendirme ve Tepkilerin Anlamsızlığı

Öte yandan milliyetçilik illetiyle yüzleşme zorunluluğunun bazılarının zannettiği gibi seçim sonuçlarından kalkarak “Kürtler saptı, ihanet etti!” türünden yargılar savurmak anlamına gelmediğini de görmek gerekiyor. Nasıl Türkler, Araplar gibi toptan ifadeler yanlışsa “Kürtler” diye alabildiğine geniş bir çuval açıp, herkesi içine doldurmaya kalkmak da yanlıştır. Seçmenlerin tercihlerine ve oy oranlarına bakarak bir kavmi, toplumu, halkı tezkiye etmek de mahkûm etmek de adil olmayan ve de gereksiz, faydasız bir tutumdur. İhtiyaç duyduğumuz şey ise doğru anlamak, uygun söylem ve yöntemlerle muhataplarımıza yönelik tebliğ sorumluluğunu ifa etmektir.

Öncelikle Kürtlerin yabancılaşmalarının, kendilerini ayrıştırıcı bir konuma itmelerinin asıl sorumlusunun mevcut sistem olduğu tespitini yapmak gerekir. Elbette en temelde ulusçu-Kemalist cahilî bir ideolojiyi temel almış olmakla sistem sadece Kürtler değil, tüm Müslüman topluluklarca reddedilmeyi gerektiren bir yapıya sahiptir fakat Türk ulusçuluğunu bayraklaştıran kimliği nedeniyle maalesef bu olgu Türk kökenliler açısından kavranma zorluğu çekilirken, Kürtler açısındansa çok daha net bir yabancılaşma figürü olarak algılanmaktadır. Gerçekten de devletlû zevatın sabahtan akşama kadar Türk bayrağı, Türk ordusu, Türk yargısı, Türk basını vs.’den bahsedip, her fırsatta Türk devletine övgüler yağdırıp ardından Kürtlerin neden kendilerini bu ülkenin asli unsuru olarak hissetmediklerini sorması ne kadar abestir!

Kardeşlik Hukukunu Korumanın Gerekliliği

Seçimler sonucunda Kürt seçmenlerin ağırlıklı biçimde HDP’ye yönelmeleri ve bunun neticesinde AK Parti’nin tek başına iktidarının devrilmesi bilhassa dindar kesimlerde tam bir hayal kırıklığına yol açmış ve yoğun ve duygusal tepkileri beslemiştir. Kardeşlik duygularının CHP ya da MHP tabanında zaten zayıf seyrettiği, buna karşın AK Parti’nin tabanını da teşkil eden dindar kesimlerde ise çok daha güçlü hissedildiği bilinmektedir.

Seçim sonuçlarının belki de en can sıkıcı boyutu olarak şimdi bu kesimde de doğrudan ya da dolaylı biçimde karşıt milliyetçi tepkilerin geliştiği görülmektedir. Çözüm süreci vesilesiyle toplumun bu kesiminde Tayyip Erdoğan’ın şahsına duyulan güven üzerinden kırılabilmiş önyargılı, mesafeli tutumun yeniden güçlenmesi riski ortaya çıkmıştır. Acıdır ki, ihanet, irtidat vb. kavramlar sıkça duyulur olmuştur. Bunun geçici, konjonktürel bir tepki olarak kalması ve kalıcılaşmaması için çaba sarf edilmelidir. Kardeşlik hukukunun daha fazla yara almaması için gayret gösterilmelidir.

Bu bağlamda, bir kere daha vurgulamak gerekirse öncelikle savrukluktan, sorumsuzluktan kaçınılmalı ve özenli bir dil kullanılmalıdır. Kürt halkının yolunu ayırdığı, İslami aidiyeti toptan terk ettiği türünden algı ve değerlendirmelerin yanlışlığı vurgulanmalıdır. Tüm zorluk ve olumsuzluklara rağmen Kürdistan coğrafyasının Türkiye’nin diğer bölgelerine nazaran halen hem dindarlık düzeyi itibariyle hem de İslami faaliyetler açısından görece en yoğun bölgesi olduğu unutulmamalıdır. Ve bilhassa da bu bölgede faaliyet yürüten Müslümanlarla dayanışma ve istişare süreçlerini güçlendirmek için daha çok çaba sarf edilmelidir. 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR